Soru sormak, yaratıcılığı teşvik eder

Rav Chaim Seidler-Feller, 70 Pencere @ Büyükada Kültür Faaliyetleri kapsamında 21 Temmuz Pazar akşamı Büyükada Hesed LeAvraam Sinagogu’nda ‘Dünya Gerçekten 7 Günde mi Yaratıldı? Yaradılışa İnanan, Evrim Teorisini Kabul Eder mi? Tora, Bilimi Destekliyor mu?’ konulu konferansa konuşmacı olarak katıldı. ‘Yentl’ filminde Barbra Streisand’a danışmanlık yapan üç hahamdan biri olan Rav Chaim Seidler-Feller ve eşi Doreen’le birlikte şehre dönüş yaparken, Ada vapurunda görüştük

Nazlı DOENYAS Kavram
31 Temmuz 2013 Çarşamba

Barbra Streisand’ın Fahri Doktorluk ünvanını alırken yaptığı konuşmasında sözünü ettiği hahamlardan biri siz misiniz?

Barbra Streisand’ı, kendisi çok küçükken vefat eden ve İbranice öğretmeni olan babasının anısına yaptığı ‘Yentl’ filminin gerçekleşmesi sırasında ona danışman hahamlık yaparken tanıdım. Streisand, Yahudiliği içine işlemiş, Yahudiliğini gururla yaşayan, köklerine bağlı bir insan. Barbra Streisand’ın bu yıl, Kudüs’teki Hebrew University tarafından kendisine verilmiş olan Fahri Doktorluk ünvanını alırken yaptığı konuşmasında “..bana bazen sorunun da cevap kadar önemli olduğunu öğreten, ve kendi isminin yanına karısının ismini de alan feminist haham” olarak bahsettiği kişi benim.

Eşinizin ismini de almaya nasıl karar verdiniz?

İki nedenden dolayı. Birincisi, evlendiğimiz zaman Doreen; Seidler ailesinin yaşayan son üyesiydi. Annesinin ve babasının ailesi Holokost sırasında öldürüldü. Sadece babası kurtulduğu için, babasının adını Yahudi dünyasında yaşatabilmek için, doğal olarak ismini tutmak istemesine saygı duyuyorum. İkinci neden ise, Doreen ile evlendiğimde, onun yaşamıma kattıklarıyla,artık başka biri olduğumu hissettim. Artık bir Feller değil, bir Seidler-Feller olarak hissediyordum. Bu yüzden soyadımı Seidler-Feller olarak değiştirdim.

Hayatınızın akışını etkileyen farkındalıklardan birini söyler misiniz?

Büyükbabam Hasidik bir hahamdı. Her zaman dinine, Yahudi kuralları-Alaha’ya bağlı olarak yaşayan bir ailenin tek çocuğuyum. Okul zamanlarında bir yaz, ailem beni sadece İbranice, ama günlük yaşam İbranicesi konuşulan bir yaz kampına yolladı. Oradaki arkadaşlarımın çoğu benden daha az dindar olmalarına rağmen, çok ‘Yahudi’ idiler. Orada,  dinin gereklerini farklı seviyelerinde yerine getirseler de, kendilerini Yahudiliğe adamış olan kişilere açık olmayı öğrendim.

Bu farkındalıktan yıllar sonra; kendisinden çok değerli öğretiler edindiğim, 20. yüzyıl büyük Yahudi felsefecisi, Talmud bilgesi ve dini lideri Rabi Joseph B. Soloveitchik’ten, Tanrı’nın Yahudi halkı ile iki anlaşma yaptığını öğrendim. Bunlardan biri Avraam ile yaptığı ‘Brit of fate-kader anlaşması’, diğeri ise ‘Brit at Sina-Sina Dağı anlaşması’dır.

Birincisi; ‘Kader anlaşması’, bizim kontrolümüz dışında olan, bizim tarihimiz, Yahudi kimliğimiz, Yahudi ulusunun bir parçası olmamızdır.

İkincisi, ‘Sina Dağı anlaşması’nda ise bir seçim söz konusudur, Yahudi olmanın kurallarını kabul etmeyi seçmektir. Rabi Soloveitchik, Sina Dağı anlaşmasını aynı şekilde yerine getirmesek bile, bütün Yahudiler’in Avraam’ın anlaşmasını aynı şekilde paylaştığını savunur. ‘Yahudi halkı’, bütün Yahudileri kapsar. Kurallara benden daha az veya farklı bir şekilde riayet ediyor diye, kimsenin arkasından kapıyı kapamaya hakkım olamaz, her zaman dönüp gelebilecekleri açık bir kapı bırakmak taraftarıyım.

Etrafımda çok dindar olup da ‘iyi insan’ olmayan, bunun yanında dindar olmayıp da ‘iyi insan’ olan kişiler gördüm. Bütün alahaları, dinin gereklerini tam olarak yerine getirmem,  başkasından daha ‘iyi bir insan’ olduğum anlamına gelmiyor. Eğer insanların bu bakış açısını görmelerini sağlayabilirsek, Yahudiliklerine daha fazla bağlanacaklarına inanıyorum.

Neden soru sormanın çok önemli olduğunu vurguluyorsunuz?

Soru sormak, gerçekten de çok önemlidir. Soru sormak hem soran kişiyi, hem de soru sorulan kişiyi geliştirir, daha fazla araştırmaya, daha fazla öğrenmeye yöneltir. Kendine, bilgisine güveni olmayan kişiler, soru sorulmasından, söylediklerinin sorgulanmasından hoşlanmaz. O yüzden karşı görüşü reddeder ve kendi yolunun ‘tek doğru’ olduğunu iddia eder.

Nobel Fizik Ödülü sahibi İsidor İsaac Rabi, annesinin hiç farkında olmadan, ona, bir bilim adamı olmanın yolunu açtığını anlatır: “Brooklyn’deki her Yahudi anne, çocuğu okuldan gelince ona “Ee, bugün bir şey öğrendin mi?” diye sorardı. Benim annem ise:  “İzzy “ derdi, ”Bugün iyi bir soru sordun mu?”

Rav Chaim’in eşi klinik psikolog Dr. Doreen Seidler-Feller de, soru sormanın, yaratıcılığı tetiklediğini, sorgulamadan itaat etmenin yaratıcılığı körelttiğini, kişilerden sorgusuz sualsiz itaat bekleyenlerin “aklını kullanma “mesajı verdiğini ve robot olma anlayışını teşvik ettiğini söyledi.

Rav Chaim şöyle devam etti: “Yazılı ve Sözlü Tora’da “itaat etmek, boyun eğmek” diye bir terim yoktur. Yahudilikte geçen, lishmoa;  shema kökünden gelir ve anlamı; dinlemek, anlamak, duymak, ilgilenmek, önemsemek, içselleştirmek demektir.. Ancak bunların doğal sonucu olarak itaat gelir.

İbranice’de itaat etmek, uymak, denileni yapmak anlamına gelen-letzayet kelimesi, İsrail ordusu ve modern İbranice’nin ihtiyaçları doğrultusunda ve ancak modern İbranice’de, sonradan eklenen bir kelimedir.

Gözü kapalı bir şekilde itaat ve bağlılık, Yahudiliğe ait bir değer olarak kabul edilmemelidir. Yahudilikte asıl önem verilen, öğrenerek, anlayarak, düşünerek, içselleştirilerek gelişen bir itaat ve bağlılıktır.”

 

UCLA'de, Yitzhak Rabin Hillel Yahudi Yaşam Merkezi’nin yönetici müdürü olarak 38 yıldır görevinize devam ediyorsunuz. Oradaki öğrenciler, Yahudiliklerini nasıl yaşıyor, Hillel olarak onlara ne şekilde yardımcı olmaya çalışıyorsunuz?

Üniversite genelinde birçok öğrenci bu konulara kayıtsız bir durum sergiliyor. Yahudiliklerini ön plana çıkarmıyorlar, ama inkâr da etmiyorlar. Zaman içinde kültürel mirası ile ilgilenen kişilerin sayısının arttığını görüyorum. Hillel merkezinde çalışan 15 kişiye ek olarak benim haricimde iki Rabi daha, eğitmen ve program müdürü görev yapıyor. Hillel merkezi olarak sorumluluğumuzun, Yahudiliğin ne demek olduğunu, hayata kattığı anlamı, öğrencilere doğru şekilde aktarabilmek, onlara açık bir pencere sunabilmek olduğuna inanıyorum. Bunu da farklı kişilere uyacak farklı şekillerde yapıyoruz, Şabat ve bayramlarda biraraya gelmek, haftada birkaç saat öğretmen eşliğinde Talmud çalışmak, sabah ve akşam minyanları, kaşer yemek, dans, eğlence, seyahat gibi sosyal faaliyetler düzenlemek, sanatsal faaliyetler ve film gösterimleri, gün ortasında dersleri arasında da gelebilecekleri ve öğrenebilecekleri imkânlar sağlamak, burayı bir Yahudi cemaat merkezi haline getirmek gibi. Ayrıca öğrencilere “tikun olam- dünyayı iyileştirme” nin, Yahudilerin sorumluluğu, hatta yükümlülüğü olduğunu paylaşarak, bu doğrultuda devlet okullarına gidip oradaki öğrencilere okuma yazma öğretmeleri ve her yıl 1 hafta öğrencilerin kasırga sonrası New Orleans ve Meksika gibi yardıma ihtiyacı olan farklı ülkelere gitmeleri gibi dünyaya karşı olan görevlerinin bilincinde olmalarını sağlamaya çalışıyoruz.

Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Büyümek, ilerlemek için, bize uymasa da farklı kültürler hakkında da bilgi edinmek, yeni fikir ve yeni olasılıklara açık olmak gerekir. Kaşer bir etrog’un hem sapı (ukatz), hem de çiçeğinin bulunduğu kısmı (pitom) olmalıdır. Etrog’un, sap kısmıyla ağaca bağlı olduğu gibi, biz de besinimizi köklerimizden, geleneklerimizden, ailemizden, büyüklerimizden gelen öğretilerden alırız. Ve yine etrogun çiçek açan, yeni kısmı gibi, yeni fikirlere, yeniliklere, büyümeye ve yaratıcılığa açık olmalıyız.

11.yüzyılda İspanya’da yaşamış olan büyük Yahudi felsefecisi Rabi Bachya İbn Pakuda şöyle der:  “Eğer ileride, sadece öğretmeninin sana öğrettiğini tekrar ediyorsan, demek ki ne o sana doğru şekilde öğretebilmiş, ne de sen doğru şekilde öğrenebilmişsin.” Ancak sana öğretilenlerin üstüne senin de bir şeyler eklemen ile  ilerleme ve gelişme sağlanabilir.