Esaret

Atalarımın Mısır esaretinden çıkışını hatırlayıp anmak için kendi kafamın esaretinden çıkıp bayramı geçirmek üzere İstanbul’a geldim.

Eddi ANTER Köşe Yazısı
3 Nisan 2013 Çarşamba

Hamursuz Bayramı süresince eskiden yaşananları tekrardan ailemle birlikte gözden geçirme fırsatını bulduk. Seder masasındaki bazı gençler çoğu bilgiyi ilk defa duydular. Yeniden anladım ki fiziksel esaret bitse de zihinsel ve ruhsal esaret devam ediyordu.

Günler, haftalar, aylar hatta yıllar boyunca çölde dolaşan atalarıma gökten “Man” yiyeceği yağarken her gün bir taneyi bitirmeleri ve ertesi güne saklamamaları tembih ediliyordu. Her zaman olduğu gibi yine söz dinlemeyenler bulunduğundan ertesi sabah çürüdüğüne ya da kurtlandığına şahit olduklarında şaşırıyorlardı. Nereden mi biliyorum? Ben de oradaydım ondan! Bu yiyeceğin özelliği her ağzına atan kişinin, aklından geçen yemeğin tadını alıyor olmasıydı. Yani yiyeceğin tadı kendisinde değil zihinde yatmaktadır. Bunun akabinde tat almanın bile zihinsel bir hatırlama işlemi olduğu sonucuna vardım. Yediğimiz şeylerin tadını zihinde kayıt ettiğimizden kıyaslama yapabiliyoruz. Aslen yemeğin lezzetinin bile malzeme, baharat veya tadından kaynaklanmadığını biliyorum. O bahsi geçen tat yiyen kişinin iştahında saklıdır. Yeterince aç olana kuru ekmekle soğan bile ziyafettir.

Doğanın dengesine, özellikle kuşlara ekmek kırıntıları verirken çok dikkat ederim. Kimi günler elimde olan kuş yemi stokunun hepsini vermeyip birazını ertesi güne saklarım. Aklım sürekli aynı kuşları beslediğimi düşünür ve hepsini birden vermemeyi seçer. Nedendir bilmem. Bazen de normalden çok daha fazla verdiğimde kuşların doyuncaya kadar yediğini ardından ertesi güne saklamak yerine cıvıltıyla başka kuşlara seslendiğine şahit olurum. Depolamak yerine paylaştıklarını görür imrenirim çünkü onların rızkını veren aslında ben değilim. Bunu kuş beyinliler dahi biliyor. “O” herkesin ihtiyacı olanı verendir. İnsanoğlu böyle midir? Hele bir düşünün...

Ne yazık ki insanoğlu ihtiyacı olanla, arzu ve istekleri birbirine karıştırmış durumda. Hava ve su ihtiyaçken geriye kalan yemek, örtünmek ve barınmak kısmı daha çok maddiyat ve parayla alakalıdır. İşin ilginci hiç kimse yarın havasız kalırız derdi veya endişesine düşmez ancak parasını kaybetmek korkusunu sürekli taşır. Neden mi? Rızkını kimin verdiğini unutur da ondan. Bütün bunlardan aldığım ders benim halen hiç bir şeyi kontrol edemediğimdir. Bunun farkında değilim. Son çırpınmam dahi olsa akıl devreye girip bir şeyleri kendisinin yaptığını düşünmeye devam ediyor. Arada olan “ben” ise seyirci kaldığından bedenle ruh savaşı da sürüyor. Sonuçta kafası karışık, dengesi bozulmaya müsait biri çıkıyor. Baş edemeyince de ne yapacağını bilemiyor, nereye sığınacağını bulamıyor.

Tavsiyede bulunmak veya akıl vermek aslen kendime söylemeye çekindiğim, yapmaya cesaret etmediğim ve yapmam gereken şeylerdir. Çünkü her ne yaparsan kendine yapansın! İşin acısı öğrenmemek veya hatırlamamayı seçmek uğruna ilerleme olmuyor. Atalarımın çölde geçirdiği derslerden öğrenmiyorum. Okuyorum, unutuyorum. Başıma gelince yapılması gerekeni hatırlamıyor hata üzerine hata yapmaya devam ediyorum. Maalesef ki aynı hataların tekrar ettiği de oluyor. Esaretten kurtulmuş olsam bile aklımı esir almış olan güce teslim oluyorum. Sanki ben aklımı değil de aklım beni yönetip, kontrol ediyor. Ve çoğu zaman da iş çığırından çıkıveriyor. Bu olumsuz, kötü düşünce veya eğilim çok güçlüdür. Ona gücü veren de benim etkilenen de. Bahsi geçen güç çok çalışkandır. Günün her saniyesi devrede. Beni en iyi tanıyan, zayıflık ve zaaflarımı bilen, beni nerden vuracağından emin olan bir güçtür. Ona teslim olmak yerine kime teslim olmam gerektiğini biliyorum. Ancak beceremiyorum. Zorlanıyor, yapamıyorum. Sonuçta kaybeden ben oluyorum. Rızkımı verenin kim olduğunu unuttuğumda bu günü yaşamak yerine hep yarını düşünen bir hale geliyorum. Endişeler üreterek korkularımı güçlendiriyor ve yarın var gibi yaşıyorum. Hava olmazsa bana ne olur demeden diğer korkularıma yenik düşüyorum. Sizler bunu farklı mı yapıyorsunuz?

Genç bir kedi kuyruğunu ısırmak için delice çabalarken yaşlı “bilge görünümlü” bir başka kedi çıka gelir. “Hayrola, ne yapıyorsun?” diye sorar. “Hiç. Kuyruğumu yakalamaya çalışıyorum” der genç kedi. “Uğraşma. Ben bütün hayatımı bu şekilde geçirdim ve ne yazık ki artık yaşlandım. Öğrendim ki sen onu bırakırsan o senin arkandan gelecektir. Bak...” deyip arkasına döner ve “kuyruğumu ısırmak çabasından kurtulduğumdan beri o beni takip eder oldu” der yaşlı bilge kedi. Umarım ben de yakın bir zamanda bu çabamdan vazgeçecek bir yol bulurum. Bir başkasının hayat dersinden öğrenmezsem sürekli aynı sınava tabi tutulacağımı biliyorum. İşin kolayı varken neden halen zor yolu seçerim halen anlamış değilim. Umarım iş işten geçmeden vakit varken pek yakında anlarım.