AŞKENAZ – SEFARAD İLİŞKİLERİ, FARKLILIKLAR

Aşkenaz ve Sefarad ayırımının başladığı 1000 yılından 1500´lü yıllara kadar iki grup arasında temaslar çok enderdi. Ayrı ülkelerde yaşıyor, yaşadıkları ülkelere uyum sağlıyorlardı. Yıllar içinde aralarındaki sürtüşmeler gerek Avrupa ülkelerinde, gerekse Osmanlı toprağında süregeldi. Aslında iki grup arasındaki temel farklar büyük oranda jeo-politik ve ekonomik nedenlere dayanıyordu. Günümüzde Dünya Yahudi Toplumu artık Aşkenaz-Sefarad ayrımı yapmadan uyum içinde yaşamakta

Metin DELEVİ Perspektif
27 Şubat 2013 Çarşamba

Aşkenaz ve Sefarad ayırımının başladığı 1000 yılından 1500'lü yıllara kadar iki grup arasında temaslar çok enderdi. Ayrı ülkelerde yaşıyor, yaşadıkları ülkelere uyum sağlıyorlardı. Ender bile olsa her iki gruptan kişilerin diğer ülkelere yerleşmesi, aile kurması da görülmüştü. En çok gösterilen örnek, babası Aşkenaz, annesi Sefarad olan, Kabala’nın babası sayılan Isaac Luria Ashkenazi’dir (ARIZAL)

1492 İspanya sürgününde bir kısım Yahudi Portekiz’e sığınmıştı. Çok sayıda Sefarad doğuya yönelmiş, bir kısmı da Aşkenaz’ların yaşadıkları ülkelere yerleşmişti. 1497 yılında Portekiz Yahudilerine din değiştirme veya sürgün olmak üzere iki seçenek sunmuştu. Çoğu Yahudi din değiştirme kisvesiyle ülkede kalmışlardı (Marranos, Anusim, Kripto-Yahudiler). 1600’lü yıllarda, ilk önce Hollanda daha sonra İngiltere kapılarını Yahudilere açmıştı. Çok sayıda Portekizli ve İspanyol Kripto-Yahudi Hollanda ve İngiltere’ye yerleşmiş, Yahudilik ve Sefaradlıklarına geri dönmüşlerdi. 1650’li yıllarda iç savaş ve pogromlardan kaçan Aşkenazlar da bu iki ülkeye sığınmaya başladılar. İki toplum arasında gerçek anlamda ilk toplu temas böylece başlamış oldu.

1708 tarihli “İsa’dan günümüze Yahudi tarihi” adlı kitabında, Jacques Basnage de Beauval bu teması şöyle özetliyordu:

Hollanda’da iki tür Yahudi var, bazıları Alman, bazıları da İspanya ve Portekiz’den gelme. Her iki toplumun gelenekleri değişik ve en önemlisi birbirlerinden nefret ediyorlar.”

İspanya ve Portekiz kökenli ‘marranos’lar, 1492 ve 1497de kovulanların torunları, yani Sefaradlar, kapılarını kendilerine açan Amsterdam, Londra, New York kentlerine gelen ilk Yahudiler oldular. Bu gruplar, beraberlerinde servetlerini getirmişlerdi, eğitimli ve kültürlü idiler, birçok dil konuşuyorlardı, uluslararası ilişkileri kuvvetliydi. Daha sonraki yıllarda aynı kentlere gelen Aşkenazların, kaçmak zorunda kaldıkları için beraberlerinde getirdikleri servetleri yoktu, yalnız dini eğitimleri kuvvetliydi, Yiddiş ve Almancadan başka dil bilmiyorlardı, küçük esnaf veya zanaatkârdılar. Bu kentlerde Sefaradlar aristokrasiyi, Aşkenazlar ise proletaryayı oluşturuyordu. Dolayısıyla ilişkilerin politize olması kaçınılmazdı. İlk açılan sinagoglar Sefarad sinagoglarıydı.  Amsterdam’da Büyük Portekiz ve Londra’da Bevis Mark sinagoglarında kabul edilemez bir durum yaşanıyordu: Sinagogların ön ve arka bölümlerinin ortasına tahta bir çit konulmuş, Aşkenazların yalnız arka bölüme girmelerine izin verilmiş, ön tarafa geçişleri yasaklanmıştı. New York Sefaradları bir adım daha ileri gitmişlerdi, Aşkenazla evlenmektense bir Hıristiyan’la evlenmek tercih ediliyordu. New York’ta ilk Sefarad Sinagogu Shearith Israel 1730 yılında açıldı. İlk Aşkenaz Sinagogu için 100 yıl daha beklemek gerekecekti.

1492 yılında Avrupa’da 420.000 Sefarad ve 100.000 Aşkenaz olduğu tahmin edilmekte.

18. yüzyıldan günümüze Sefarad ve Aşkenaz nüfus dağılımı

1700 yılında nüfusta denge sağlanmaya başlandı. 1880 yılında dünya Yahudi nüfusunun 2,5-3 milyon ve yüzde 80’inin Aşkenaz olduğu düşünülmektedir. II. Dünya Savaşı arifesinde bu nüfus 1,3 milyonu Sefarad, 14 milyonu Aşkenaz olmak üzere toplam 15,5 milyona çıkmıştı. Şoa sonrasında, Aşkenaz nüfusunda düşüş olmasına rağmen bu oran günümüzde yüzde 15 Sefarad, yüzde 85 Aşkenaz olmak üzere 15 milyon civarındadır.

Aydınlanma dönemi sonrası Avrupa’da hem ekonomik, hem kültürel hem de nüfus dengeleri Aşkenazlar lehinde dğişmiş, ayrı bağımsız cemaatler oluşmuş, sürtüşmeler de azalmıştır.

Filistin topraklarında ise 1800’lü yıllarda hemen hemen yalnız Sefaradlar yaşamaktaydı. Göçler sonrası ise Aşkenazlar çoğunluk durumuna geçti. İlk özerkliklerini 1858 yıllarında kazandılar. Rişon le Zion olarak adlandırılan ilk Sefarad Hahambaşılık Kurumu 1842 yılında onaylandı. 1921 yılında ise, İngiliz yönetimi Aşkenazlar için ikinci bir Hahambaşılık kurumu kurma izni verdi. Bu iki kurum halen görev yapmaktadır. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra Sefaradlar azınlık durumuna düştüler ve bu durum yeni bir sürtüşme kaynağı oldu. Çok uzun süre, devlet kademelerinde yalnız Aşkenazlar görev aldı. Günümüzde bu sorunun artık sonlandığı görülmektedir.

Osmanlı’da Aşkenaz - Sefarad anlaşması

Osmanlı’da benzer sürtüşmelerin yaşandığını geçen yazıda görmüştük. Bu ihtilafa son vermek için, Türkiye Hahambaşılığı farklı Aşkenaz gruplarıyla 19 Haziran 1890 da bir antlaşma imzalayarak cemaatler arasında uyum sağlanması, yoluna gitti. İstanbul Hahambaşılığı ile Aşkenaz Yahudi Cemaati temsilcileri Leon Rosenthal, R. Friedman ve Hefter aralarında milliyet farkı gözetmeksizin şu antlaşmayı yaptılar:

1- İstanbul Hahambaşılığı, Aşkenaz Yahudi Cemaati’nin bir hahama, bir yönetim konseyine, bir cemaat başına ve özel bir cemaat mührüne sahip olmasını kabul edecektir.

2- Aşkenaz Cemaati hahamı, cemaatin teklifi üzerine, hahambaşı, tarafından onaylanacaktır.

3- Aşkenaz Cemaati, belli başlı sinagogların delegelerinden oluşan bir konsey oluşturacaktır. Bu konsey Hahambaşılık tarafından kabul edilecektir. Bu konsey, kendi aralarında bir başkan seçecektir. Seçilen başkan, Hahambaşı, Meclis-i Umûmisi’nin bir üyesi olacaktır.

4- Hahambaşılık, Aşkenaz Cemaati’ne ayda 6000 kuruş tutarında ödeme yapacaktır. Bu para, Gabelle vergisinden gelen paradır. Çünkü Aşkenaz Cemaati, tüketilen et için otuz para vergi ödeyecektir.

5- Hahambaşılığın, Aşkenaz Cemaati’ne verdiği 6000 kuruş, cemaat masrafları, hayır ve eğitim işlerinde kullanılacaktır.

6- Hahambaşılık, Aşkenaz Cemaati’ne yeni vergiler koymayacak ve eski vergiler yürürlükte kalacaktır.

7- Aşkenaz Cemaati üyeleri arasında meydana gelen görüş ayrılıklarını Hahambaşılık çözecektir.

8- Bu antlaşma, Hahambaşılık tarafından, Meclis-i Umûmi’nin tasvibine arz edilecektir. Meclis-i Umûmi, tasvip etmezse, ayda verilen 6000 kuruş kaldırılacak ve bu antlaşma geçersiz olacaktır.

Bu uzlaşmadan iki ay sonra, uzlaşma onaylanmış ancak 6000 kuruşluk vergi 5000 kuruşa indirilmiştir.

Bu antlaşmadan yirmi iki yıl sonra yani 26 Ocak 1912’de Aşkenaz cemaat temsilcileri ile Hahambaşılık arasında yeni bir uzlaşma metni hazırlanmıştır. Bu metinde şunlar yer almıştır:

1- 19 Haziran 1890’de yapılan antlaşma hükümleri kaldırılmıştır.

2- İstanbul Aşkenaz Cemaati bir cemaat yönetimine (Hachgahot) sahiptir.

3- Bu cemaat yönetimi, ad-Hoc organik düzenlemesine tâbidir.

4- Cemaat yönetimi, idari ve dini olarak, Türkiye Hahambaşısı’na itaat etmektedir.

5- Hahambaşılık, Aşkenaz Yahudilerini 4626 kuruşla her ay destekleyecektir.

6- Aşkenaz Yahudileri, Mare de Atra’ya ve bir muhtara sahip olacaktır.

Yapılan bu uzlaşmalara rağmen Sefarad Cemaati ile Aşkenaz Cemaati arasındaki sürtüşmeler uzun süre daha devam etmiştir.

Günümüzde Dünya Yahudi Toplumu artık Aşkenaz-Sefarad ayrımı yapmadan uyum içinde yaşamaktadır.

Dini uygulamalar ve gelenek farkları

İki toplum arasındaki ilişkileri gözden geçirdikten sonra dini uygulamalar ve gelenekler açısından Aşkenaz ve Sefaradlar arasındaki farklılıkları incelemeyi düşündüm. Bu konuda Rav Mendy Chitrik’ten destek aldım. Kendisine katkıları için bu sütundan teşekkür ederim.

Konuyu kendisine açtığımda önüme 12 ciltlik gelenekler kitabı getirdi. Dolayısıyla iddialı karşılaştırma yapmak yerine özellikle çarpıcı farklılıkları aktarmaya karar verdim.

Aslında iki grup arasındaki temel farklar büyük oranda jeo-politik ve ekonomik nedenlere dayanıyor.

İlk farklılaşma çok eskilere, Babil sürgününe dayanıyor. Serinin ilk yazısında da belirttiğim gibi, Babil sürgününden itibaren, Yeruşalayim ile birlikte Babil de Yahudi din merkezi oldu. Yeruşalayim’in Romalıların eline geçmesi ve M.S. 70 sürgününden sonra Babil ana Yahudi dini otorite merkezi konumuna geçti. Aşkenaz Yahudileri olarak adlandıracağımız grup Yeruşalayim merkezine bağlı kaldı. Böylece, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve İspanya Yahudileri Bağdat merkezinin, Roma İmparatorluğu ülkeleri, Avrupa ülkeleri Yahudileri ise Yeruşalayim merkezinin etki alanında kaldı. Romaniyot olarak adlandırılan Bizans Yahudileri de aynı şekilde Yeruşalayim merkezine bağlı kaldı, hatta uygulama benzerlikleri nedeniyle, İstanbul’un fethine kadar din eğitimi görmek için Avrupa’daki Aşkenaz merkezlerine gittiler.

Bu farklılaşmanın önemli örneklerinden biri, çok uzun bir süre boyunca, Babil merkezine bağlı Yahudiler, yani Sefaradlar Tora okumasını bir yılda, Yeruşalayim’e bağlı olanlar ise üç buçuk yılda tamamladılar.

Dini uygulamalardaki farklılıkların temelinde bir neden daha vardır. Yahudi yaşamını düzenleyen ‘Halahot’ların toplandığı Yosef Karo tarafından derlenen temel kitap Şulhan Aruh’tur. Karo bu kitabı hazırlarken eski Yahudi bilgeleri Maimonides (Rambam), Rabbi Yitshak Alfassi ( Rif) ve Rabbi Asher Ben Jehiel Ashkenazi (Roş) Halahot derlemelerinden de yararlanmıştır. Karo, şüpheye düştüğü durumlarda Şulhan Aruh’a en az iki bilgenin yorumlarına uyan uygulamaları kaydetmiştir.  Genelde Rav Alfasi ve Rambam aynı yönde yorum sunarken Rav Ben Jehiel aksi bir yorum sunmuştur. Hem Aşkenazlar hem de Sefaradlar aynı Şulhan Aruh’u temel almalarına rağmen, ortak kökenleri nedeniyle Sefaradlar Rambam ve RİF’in yorumlarını benimsemiş, Aşkenazlar ise ROŞ’unkileri benimsemiştir. Bu farklılaşmaya ilaveten Rav Moses Iserless (REMA) yine aynı dönemde kendine göre Şulhan Aruh’a tamamlayıcı yorumlar getirmiş (Mapa) ve temelde ROŞ’un yolunda gitmiş ve dolayısıyla da Aşkenazların yönlendiricisi olmuştur.  Saydığım bu iki neden dini konularda farklılaşmanın temel nedenleridir.

Aşkenazlar ile Sefaradlar arasında dikkati çeken diğer bir fark ise İbranicenin telaffuzudur. İbranicede 8 ünlü ses/nokta-harf vardır. Sefaradlar bunlardan beşini, Aşkenazlar ise yedisini kullanırlar. Ünlü harflerin değişik kullanımı nedeniyle telaffuzlar değişiklik göstermektedir. Örnek olarak Sefaradların Şabat olarak telaffuzu Aşkenazlarda Şabos’a dönüşmüştür.  Bu konuda ilginç bir saptama ise Sefarad Mizrahi olan Yemen Yahudilerinin İbranice telaffuzunun daha çok Aşkenaz telaffuzuna benzemesidir. Yine aynı bağlamda, kaligrafik yazı stilleri de değişiklik gösterir.

Geleneklerde diğer bir farklılık ise yeni doğan çocuklara verilen isimlerdir. Sefaradlar Talmud’a dayanarak (Şabat 134a), genelde,  yeni doğan çocuklara hayatta olan büyüklerin isimlerini verirler.( belli bir sıralama düzenine göre) . Aşkenazlar ise çocuklarına, hatıralarını yaşatmak için, özellikle vefat etmiş aile büyüklerinin ismini verirler.

Vefat edenlerle ilgili diğer bir farklılık, Aşkava olarak tabir ettiğimiz özel duanın okunmasındadır. Sefaradlar bu duayı ölüm yıldönümleri haricinde herhangi bir günde okurlar. Aşkenazlar ise, Kipur, Şemini Hatseret, Pesah ve Şavuot bayramlarında olmak üzere en fazla 4 kez okurlar. Yine bu konuda, ebeveynleri yaşayan kişiler Aşkava esnasında duadan ayrılırlar, aile büyüklerinin mezar ziyaretlerine katılmazlar.

Kaşerut uygulamaları konusunda da zaman içinde farklılıklar görülmüştür. Bilindiği üzere, kasaplık hayvan kesildikten sonra iç organlara bakılır, en ufak bir yara veya sakatlık görüldüğünde kaşer et olamayacağı kararı verilir. Bu adımda ise ilginç bir saptama ortaya çıkıyor. Genelde Sefaradların yaşadığı İslam ülkelerinde Yahudilerin kestiği hayvan helal et sayılır ve yenilebilir. Aşkenazların yaşadığı Hristiyan ülkelerde ise Yahudilerin kestiği eti almak ve yemek yasaktı. Bu durumda Sefaradlar kaşer olmayan etlerini satabilirdi, Aşkenazların etleri ise telef olma durumundaydı. Diğer taraftan sıcak ülkelerde yaşayan kasaplık hayvanlar soğuk ülkelerde yaşayan hayvanlara göre daha sağlıklı olurlardı. Sonuç olarak, ekonomik nedenlerden dolayı, Aşkenazların kaşerut kuralları ekonomik nedenlerden hafifletilmiş, Sefaradlar ise katı kaşerut kurallarına rahatlıkla uymuşlardı.

Gıdalar konusunda bir farklılık da Pesah yiyeceklerinde görülmektedir. Sefaradlar Pesah’ta bakliyat ve pirinç yiyebilirken Aşkenazlar kesinlikle bu ürünleri yemezler.

Gördükleri eğitim açısından da uzun süre farklılık yaşandı. Emansipasyon ve peşinden aydınlanma dönemine kadar oturduklarda ülkelerde Aşkenazlara eğitim yasaklanmıştı. Dolayısıyla alabildikleri tek eğitim dini eğitim olmuştu. Buna karşılık Sefaradlar bulundukları ülkelerdeki eğitim serbestîleri sayesinde birçok seküler konuda büyük ilerlemeler sağlamışlardı. Aydınlama dönemi sonrasında Aşkenaz toplum bu gecikmeyi kısa sürede kapatıp yüksek eğitimli toplum haline dönüşmüştü.

Bu yazıyı şu güzel sözlerle bitirmek istiyorum: “Hıne Ma Tov U Ma Naim, Şevet Ahim Gam Yahad   - Kardeşlerin Birlikte Yaşaması Ne Güzel"

 

KAYNAKLAR:

• Les Ashkenazes – serie que sais-je

• Encyclopedia Judaica

• Rav Mendy Chitrik görüşmesi

• İstanbul’un fethinden önce ve sonra İstanbul’daki Yahudi Cemaatleri – Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 2002- Güz