Anne Frank’ı ne kadar iyi tanıyoruz?

Anne Frank, günlüğü dünya çapında milyonlar tarafından okunmuş, umudun figürü olmuş genç bir Holokost kurbanı. İki yeni kitap, bir film ve yakında açılacak müze, Anne Frank’ın kurban imajını çağdaş, karmaşık ve daha Yahudi bir kimlikle değiştirmeye çalışacak

Selin SEVİNDİREN Diğer
30 Ocak 2013 Çarşamba

‘Anne Frank’ın Günlüğü’ tüm dünyada 30 milyon kopya sattı ancak insanlar gerçekten bu günlükle yetinip onun aslında kim olduğunu anlayabildiler mi? İşte bu sorudan hareketle Anne Frank bu sefer daha derin analizlerle daha çağdaş bir şekilde yeniden karşımıza çıkıyor. Anne Frank, kuşkusuz Soykırım’da hayatını kaybeden 6 milyon Yahudi’yi temsil eden bir kurbandı. Onu hatırlamak için yapılan sayısız tasvirlerde Anne bir arkadaş, güçlü bir kişilik, zor bir karakter, cinselliğini keşfeden ve âşık bir genç, annesiyle devamlı didişen, babasına hayran bir evlat ve en önemlisi ölümüne rağmen insanlara ümidin hikâyesini anlatan bir kızdı. Anne Frank Holokost’un azize kızı ve genç bir yıldızdı. Ama nadiren olduğu bir şey vardı: kendisi.

Anne Frank’a yeni bir bakış

2014’de gösterime çıkması beklenen film, Anne Frank’ın hem hayatına hem de ölümüne ışık tutuyor. Sophie Scholl: The Final Days filmiyle 2006’da Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ına aday olan Alman senarist Fred Breinersdorfer yeni filmiyle sadece Amsterdam’da gizli bir ek binada yaşayan kızın hayatını değil, toplama kampında yaşadıklarını da anlatıyor.

Frankfurt’ta inşası süren Frank Aile Merkezi adındaki yeni müze ise Anne Frank algısını değiştirmeye yönelik olacak. 2016’da açılacak müzede Frank ailesinin Frankfurt’ta 400 yıldır devam eden köklerine odaklanarak Soykırım’dan çok daha öncesinin hikâyesini anlatacak.

Nathan Englander’ın ‘Anne Frank’tan Bahsederken Neden Bahsediyoruz’ başlıklı kitabı ise Anne Frank’ın Soykırım’dan sonra Yahudi kimliğini nasıl şekillendirdiğini ve Yahudilerin kim olduğunun ne kadar önemli bir parçası haline geldiğini irdeliyor. Kitapta Anne Frank’ın düştüğü çelişkiler derinlemesine analiz ediliyor. Englander’ın kısa hikâyelerden oluşturduğu kitabı zekice ve nükteli bir dille yazılmış; korku ve şiddet unsurları da içeriyor.     

Shalom Auslander’ın ‘Umut: Bir Trajedi’ kitabı ise Anne Frank’ı kurban rolünden çıkararak yepyeni bir karakterle hayata döndürüyor. Kitabın sıra dışılığını şu cümleler gösterebilir: “Ben acı çekenim. Ben ölü bir kızım. Ben Miss Holokost’um. Ödülüm dikenlerden bir taç ve sonsuza dek mağduriyet. İsa bir Yahudi’ydi ama ben Yahudi bir İsa’yım.

Anne Frank’ın hikâyesini bu denli başarılı kılan şey suça doğrudan odaklanmadan yüzyılın en büyük suçunun hikâyesi olması. Karanlık bir kaderin hikâyesini ölümden söz etmeden ve ümidi hep canlı tutarak vermesi. Bu sebeple Anne Frank, değişik bakış açılarıyla her zaman anlatılmaya devam edecek gibi görünüyor.

 





HOLOKOST’A IŞIK TUTAN BİR GÜNLÜK DAHA

Arşivlerden çıkarılıp, basılan ve İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e sunulan Varşova Gettosu Ayaklanması’ndan kalan tüyler ürpertici günlük, Nazi karşıtı direniş gruplarının faaliyetlerini gün ışığına çıkarıyor

“Bu gece Teblinka’ya yollanıyoruz. Bu benim mavi gökyüzünü göreceğim son gün.”

Yahudi Soykırımı’ndan kalan ve eşine ender rastlanan günlüğün özel basılmış bir kopyası geçen hafta Ghetto Savaşçıları Evi Müzesi’ne (Ghetto Fighter House Museum) ziyarette bulunan İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e sunuldu. Günlük, Varşova Gettosu’nda meydana gelen ve Nazilere karşı direnişin ilk önemli örneği olarak tarihe geçen ‘Ocak Ayaklanması’nın 70.yıldönümü anısına yayımlandı. Mila Sokağı’nda yeraltında bir sığınağın altında yazılmış olan günlük, kimliği belirlenemeyen genç bir kadına ait. Günlük, sığınaktaki savaşçıların ortak kaderini, getto sakinlerinin yaşamını, kaygı, çaresizlik ve her şeye rağmen ümitsizce de olsa hayata bağlanma gayretlerini anlatıyor. 

İsrail Devlet Başkanı Peres, törende kendisine verilen bu eşsiz hatıra için teşekkür ederek, Varşova Gettosu Ayaklanması için “Yahudi halkının en büyük kahramanlık hikâyelerinden biri,” dedi. Peres, kendisinin bu örneği görülmemiş cesaret karşısında müthiş bir heyecan duyduğunu dile getirdi.

1906 doğumlu Yahudi bir avukat olan günlüğün yazarı Varşova Gettosu’ndaki hayatı şu cümlelerle aktarıyor:

“Ukraynalı birinin dün gece vurduğu kadının cesedi yerde yatıyor. Dört yaşındaki oğlu annesinin ölü bedenine doğru emekleyerek geliyor. Kanlar içindeki vücuduna dokunuyor annesinin, sonra da saçını çekiyor. Buna ses çıkarmaması başta çocuğu sevindiriyor. Parmağını yarı açık ağzına sokuyor, donuk ve göremeyen gözlerine dokunuyor. Birdenbire ağlamaya başlıyor. Yürekler acısı bir çığlıkla.”

 Günlüğün sahibi, toplama kamplarına gönderilmek üzere Yahudilerin toplandığı Varşova meydanlarından Umschlagplatz’da, seleksiyon sürecinden geçtikten sonra, Nisan 1943’de Treblinka’ya gönderiliyor. Daha sonraki kaderi bilinmiyor.

Treblinka’ya hareketinden önce günlüğüne şöyle yazıyor:

“Nisan ayında açık ve berrak gökyüzüne bakıyorum. Bu gece Treblinka’ya götürüleceğiz. Şafak söktüğünde artık yaşamıyor olacağım. Basit bir hesaplama- bu benim bulutlar arasındaki mavi gökyüzünü son görüşüm.”

 Öldürülen ailesi hakkında ise şu satırları yazıyor meçhul yazar:

“19 Nisan, 1943. Bir hafta içinde 37 yaşında olacağım. Ama ne fark eder ki? Bana söylendiğine göre annemi vurmuşlar. Şaşırmadım buna. Dokuz aydır acı çekiyordu, kızının ölümüne, kocasının ölümüne dayanmaya çalıştı. Pis kokan ve havasız deliklerde saklanmak zorunda kaldı.”

“Birden fark ettim, ona karşı yeterince duyarlı davranmadım. Getto yumuşaklığımı ve duyarlılığımı çaldı benden. Her şeyi kontrol eden zulüm x-ışınları gibi içime işledi.”

 Lehçe yazılmış yirmi sekiz sayfalık günlük Getto Savaşçıları Evi Müzesi’ne 1970’lerde ulaşmış ve çevrilip yorumlanmak üzere yıllarca arşivlerde saklanmıştı.

17 Ocak’taki törende bu günlüğün yanı sıra bir başka günlükten de bölümler okundu. Arşivlere göre bu günlük Yahudi Savaş Kuruluşu veya revizyonist Yahudi Askeri Birliği üyesi kimliği bilinmeyen bir savaşçı tarafından yazıldı. Savaşçının günlüğünde sığınakların nasıl inşa edildiği ve Nazilerle mücadele eden direniş güçlerinin hazırlıkları tasvir ediliyor.

“Çarşamba, 28 Nisan, 1943. Sığınakta onuncu gün. Bombalamalar ve silahlar durdu. İnsanlar banyo yapmaya, kahve dağıtmaya ve yemek pişirmeye başladı. Her şey tam bir sessizlik içinde ve sığınak liderinin talimatları doğrultusunda yapılıyor. Yaşamaya çalışmalı ve ölüme direnmeliyiz. Adalet ve yaşama hakkı için mücadele ediyoruz.”

Bu iki önemli doküman direniş örgütü üyesi Adolf Avraham Berman’ın eşi Batya ile büyük bir cesaret göstererek savaş boyunca topladığı evrakların arasında bulunuyordu. Karı koca bu koleksiyonu savaş sonrası İsrail’e gelene kadar itinayla sakladı. Daha sonra ellerindeki tüm dokümanları Getto Savaşçıları Evi Müzesi’ne bağışladılar. Günlükler müzenin internet sitesinde halka açık olarak yayınlanıyor.

Getto Savaşçıları Evi Müzesi 1949 yılında Holokost kurtulanları, Polonya’daki gettolardaki yer altı örgütü üyeleri tarafından kuruldu. Müzenin arşivinde 25 milyondan fazla obje, mektup, harita, sertifika, günlük ile yazılı, sözlü ve video görüntülü olmak üzere tanık ifadeleri bulunuyor.