Ceymi’den 12 iPad

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
12 Aralık 2012 Çarşamba

Hafta sonunda iki muhteşem gösterimdeydim. Cumartesi gecesi ne yazık ki sadece üç sinemada oynayan ‘Havana’da  7 Gün’e gittim. Film yedi farklı yönetmenin anlattığı yedi farklı hikâyeden oluşuyor. Tek ortak noktaları, egzotik Havana şehri. Ünlü yönetmen Emir Kusturica’yı bu kez oyuncu olarak görmek de ayrı bir şans.

Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda Küba’yı ziyaret eden dostlara bu filmi izlemelerini öneririm. Bildik sokaklar, parklar, iki bina arasında sallanan çamaşırlar, her köşede renkli giysileriyle müzisyenler, ‘60 model Chevrolet’ler… Yeniden bunların arasında gezinmek ve biz burada yağmurlu havada ıslak şemsiyemizi oturduğumuz koltuğa yerleştirmekte zorlanırken, sanal da olsa Havana güneşiyle ısınmak güzel bir duygu…

***

Pazar akşamı Galata Mevlevihanesi’ndeydik. Bahçede kapıların açılmasını beklerken, müzeden çıkanları izledik. Tüm mekân ciddi bir restorasyondan geçmişti. Bu tarz törenlerde her kesimden insana rastlarsınız. Oysa ki Mevlevihane’nin bahçesinde düşünemeyeceğim kadar seçkin bir halk vardı. Gelen turistler de oldukça bilinçliydi. Tam yanımda Chicago’lu bir akademisyen çift duruyordu. Ayaküstü sohbet ettik. Sufiler hakkında hayli bilgiliydiler. Nihayet kapılar açıldı ve yerimize oturduk. Salon küçük ama hayli etkileyiciydi. Renkler, tavan, sütunlar, iyon ve korint başlıklar… Derken bir ney sesi ile sema töreni başladı. Semazenler neredeyse önümüzdeydiler. Sanki bir butik otelin salonundaydık. Güzeldi, huzur vericiydi.

Bugüne dek birçok Şeb-i Arus’a katıldım. Ancak yıllar önce Konya’daki spor salonunda Ahmet Özhan’ın ve rahmetli Kani Karaca’nın da bulunduğu sema töreni gibisini bir daha yaşayabileceğimi sanmıyorum. Tören bitiminde o kadar etkilenmiştim ki, bir süre yerimden kalkamadım. Tuhaftır, gene aynı nedenle bir daha Konya’ya gitmek istemedim. Anılarımda hep o gün canlı kalsın istedim.

***

Pazar günü Sabah Gazetesi’nde Hasan Ay’ın kaleme aldığı bir yazıyı gururla okudum. Amerika’da Princeton Üniversitesi’nde psikoloji ve nöroloji eğitimi alan Ceymi Doenyas, okulun son yılında, otizm eğitiminde iPad kullanımını öngören bir proje hazırladı. Bu proje sayesinde de burs kazandı. Mezuniyetinin ardından Türkiye’ye dönen Ceymi, burstan biriktirdikleri ile 12 iPad satın alarak, Tohum Otizm Vakfı’ndaki çocuklara hediye etti.

Ceymi’yi yürekten kutluyor, bunu aileden gelen bir altyapıya da bağlıyorum. Anlamadığım tek nokta, Hasan Ay Ceymi’yi tanımlarken, neden ‘Musevi kökenli Türkiyeli öğrenci’ sözcüklerini kullanma ihtiyacı hissetti? Türk demek yeterli değil miydi?