Torunuma mektuplar 45: Barışa çağrı

“Bizi birbirimize, gülmekten daha da fazla bağlayan bir şey varsa, o da acılarımızı paylaşmaktır. Eğer dünyadaki bütün insanlar yarım saat bir araya gelebilseler ve yaşamları boyunca katlandıkları sıkıntılarını birbirleriyle paylaşabilselerdi, hepimiz arkadaş olurduk. Kimse düşman olmazdı. Savaşlar olmazdı.” Robin Sharma

Sara YANAROCAK Kavram
27 Haziran 2012 Çarşamba

Sevgili güzel torunum Guy;

On beş gün nasıl da uçup gitti, siz buradayken ne güzel sık sık görüşüyorduk. Dün uçağa bindiniz ve evinize geri döndünüz. Gerçi kendim için üzüldüm ama baban için çok sevindim. Sizin güzel yüzlerinize hasret kalmıştı çünkü. Tanrı sizleri asla ayrı düşürmesin. Evinize hoş döndünüz yavrularım...

Sevgili oğlum, bu hafta seninle barış üzerine söyleşmek istiyorum. Özellikle senin yaşadığın coğrafyada herkesin rüyası barış olmalı bence. Barış yeryüzündeki tüm insanların ekmek gibi, su gibi gereksinimleri olan bir şey. Savaşın getirdiği yıkımları yaşayan tüm dünya halkları hep aynı acıyı paylaşırlar; ölüm, açlık, acı, yokluk ve kan... Aslında insanları politikadan, siyasetten, toprak ihtiraslarından arındırıp, ayrı bir yere taşıyabilirsen ne kavga kalır ne savaş...

Dünya üzerindeki tüm insanlar; ister yoksul, ister varsıl, ister beyaz, ister kara, ister sarı renkte olsun hepsi de, annelerinin rahimleri içinde büyüyüp, aynı şartlarda doğuyorlar. Yine aynı şekilde tek başlarına bedenlerinden ayrılıp sonsuzluğa ulaşıyorlar. Yani hayat her yerde aynı başlayıp aynı şekilde bitiyor.

Acılar, sancılar, sevinçler, aşklar, mutluluklar, kahkahalar, gözyaşları da aynı... Akıllılar, aptallar, iyiler, kötüler hep aynı... Anne ve baba olmanın coşkusu aynı, sevdiklerini kaybetmenin yıkımı aynı...

O zaman bu dünyada kimin daha fazla sevince veya acıya hakkı var? Ölüme kim daha fazla üzülür, doğuma kim daha fazla sevinir? Herkes eşit bu hayatta. Barışta da, savaşta da...

Hayat salt ‘lay lay lom’ yaşamak değildir Guy. İnsanlar nedense artık azıcık sıkıntılı konular ortaya döküldü mü, tasını tarağını toplayarak oradan hemen sıvışıyor. Halbuki sevinci, neşeyi paylaştığımız gibi, etrafımızdaki kişilerden başlayarak geniş halkalar halinde toplumların sıkıntılarını dinleyip paylaşmak gerekiyor. Eğer herkes insanlık üstüne biraz düşünüp, üzerine düşeni yaparsa, kışkırtıcılıktan vazgeçip ihtiraslarına gem vurursa, kurtla kuzu yan yana  uyur o zaman.

İnanır mısın şu dünyada, neyi paylaşamıyoruz, tam anlamış değilim. Ne olurdu herkes barış içinde yaşasa, gönenç içinde günlerini doldurabilseydi. Bir küçük çocuk dünyaya geldiği andan itibaren, bin bir itina ile büyütülüyor. Adeta bir iğneyle kuyu kazılıyor. Bu bin bir zahmetle ve aşkla büyütülen çocuk bir kurşunla yok ediliveriyor. Onu sevenlerin yıkımını düşünebiliyor musun? Bir kahpe kurşun veya bomba ile yitirilen evlatlar, aşklar, umutlar...

İnsanlar, uluslar ve onları yönetenler, ülkelerinden nemalanan cani ruhlu duyarsız idareciler, empati yapsalar, içlerine dönük düşünseler, acaba ‘ateş et’ emri verecekler mi?

Sana ilginç bir şey anlatayım. 6 Ekim 1973 yılında yaşanan Yom Kipur Savaşında, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın erkek kardeşi de savaşta ölmüştü. Enver Sedat kendi sevgili kardeşinin ölüsünü morgda gördüğü zaman, yüreği o denli yanmış, o denli acı çekmişti ki, tam da o gün düşmanı ile, yani İsrail ile barışı düşünmeye başladı.

Kasım 1977 yılında, özel uçağına bindi ve İsrail’e barış elçisi olarak geldi. O dönemin savaşçı lideri Başbakan Menahem Begin ile kardeşçesine el sıkıştı ve kucaklaştı. O günden çok kısa bir süre sonra İsrail ile Mısır arasında barış anlaşması imzalandı.

Daha önce binlerce  Arap ve Yahudi genç askerler ile sivil halk savaşlarda ölmüştü. Ama ‘ateş düştüğü yeri yakar’ misali herkes savaş tamtamlarını çalmaya devam ediyordu. Enver Sedat’ın, kardeşi mi ölmeliydi bu barışın sağlanması için?

Demem o ki Guy, karşımızdaki ile savaşa tutuşmadan önce, karşılıklı olarak duygu, hal ve gidiş yoklaması yapmamız gerekiyor. Savaşa girmenin muhasebesini tutmamız gerekiyor. Ondan neler gidecek, bizden neler gidecek? Onun neresi delinecek, bizim neremiz parçalanacak? O ağlarken biz rahatça gülecek miyiz? Biz haykırırken o rahat uyuyabilecek mi? Hayatın kendisi aslında hiç kolay değil. Daha da zorlaştırmanın ve çirkinleştirmenin ne anlamı var?

Sevgili Guy David, hayattaki en büyük rüyam senin ve tüm dünya çocuklarının barış ve huzur içinde büyümesi. Kimsenin annesi, babası ağlamasın...

Kimse evlat acısı tatmasın... Herkes göz göze, el ele dostluk türküleri söylesin, yüzler gülsün, sevgi çağlasın.

Canım çocuk seni şimdiden özlemeye başladım bile. Görüşmek üzere ruhum.

Seni çok seven babaannen Sara.

22.6.2012 İstanbul