AS MAÇA’da eski arkadaşlıklara olan özlemimi haykırdım

İnsanın içine yazma ateşi düşmeyiversin, artık kimse onu tutamaz. Selim Çiprut, ‘Süpürrr’, ‘Ayakta Kal’ filmlerinin, ‘Deli Dolu ve Üç Tatlı Cadı’ dizilerinin senaryosundan sonra, biraz yaşanmışlıklarından, biraz da hayal gücü ve yüreğinin sesinden yola çıkarak bir romana imza attı. ‘AS MAÇA’, çocukluk yıllarından olgunluk çağlarına kadar hiç ayrılmayan farklı kişiliklere sahip dört erkek arkadaşın acı-tatlı yaşam hikâyesi.

TUNA SAYLAĞ Sanat
3 Ekim 2012 Çarşamba

Gazetemizin spor sayfası yazarlarından Selim Çiprut ile yeni çıkan kitabı üzerine söyleştik

 

  Dizi ve sinema senaristliğinden sonra roman yazarlığı… Kitap yazmaya nasıl karar verdin?

Açıkçası aklımda olan en son şeylerden biriydi roman yazarlığı. Geçen sene biri çıkıp bana bir roman yazacaksın dese resmen kahkahalarla gülerdim. Benim yazdığım onun üzerinde senaryo var. Hepsi de kendi hikâye ve öykülerimden. ‘AS MAÇA’ da bunlardan biriydi. Yakın bir arkadaşımın “Selim, neden roman yazmıyorsun?” diye sormasından sonra beynimde şimşekler çaktı. Çakış o çakış, oturduğum gibi ‘AS MAÇA’yı yazdım. Belki de son zamanlarda aldığım en doğru kararlardan biriydi bu. Şimdi kendime neden daha evvel yazmadım diye kızıyorum. Sonuçta ortaya bana göre oldukça sıcak ve kitleleri derinden etkileyen bir roman çıktı. Herkese bu desteklerinden dolayı tekrar teşekkür ediyorum bu vesileyle.

Romanında otobiyografik unsurlar var mı? Yazarken nelerden esinlendin?

Roman’da bir Selim karakteri var. Çoğu kişide oluşan düşünce bu Selim’in gerçekten ben olduğu. Aslına bakılırsa en büyük hayallerimden biriydi kendi karakterimi senaryolarımdan birinin kahramanı yapmak. Ama bu romana kısmetmiş;  Selim, ‘As Maça’da hayat buldu. Yaşamış olduğum birçok olay bu romanda var; özellikle şu anda hayatta olmayan anneme duyduğum özlem de denebilir buna. Ama doktor olmadım dersem, karakterin ne kadar gerçek olduğunu okuyucular daha iyi anlar diyorum. Doktor olmayı hep hayal etmiştim ama notlarım ve derslerim o kadar kötüydü ki, bu imkânsızdı. ‘As Maça’da yaşadıklarım, hayallerim, olduklarım ve olamadıklarım var. Yazarken yaşadıklarımdan, annemden ve hayallerimden esinlendim diyebilirim.

 Kâğıt oyunlarıyla ilgilenmeyenler için, as maça nedir; kitabına bu adı vermeye nasıl karar verdin?

As Maça iskambil kâğıtları arasında en büyük kozmik güce sahip olan karttır. Çoğu insan için de aynı şekilde en değerli karttır denebilir. ‘As Maça’dan sonra Twitter’da beni takip eden insanlar bana As Maça dövmelerinin resimlerini yolladı. As Maça ismi kendiliğinden gelişti aslında, romanı yazdıkça ismi şekillendi. Romandaki karakterlerden biri durmadan diğer karakterlere ‘Biz Kare As gibiyiz!’ diyordu. Bu cümleden dolayı doğdu aslında As Maça. Sonuçta Kare As’ın sayısı dörttür tıpkı romandaki arkadaşlar gibi. Ve kahramanlardan birinin yaşadığı poker olayından sonra As Maça ismi kanımca romana çok yakıştı. Okuyanların bana hak vereceklerine eminim bu konuda.

 Kitabı çok doğal bir üslupla, hiçbir edebi kaygı gütmeden yazmışsın. Bunda senaryo yazarı olmanın etkisi var mı?

Senaryo yazmak açıkçası roman yazmaktan daha zor diyebilirim. Belli kuralları var, onlardan birini ihlal ettiğinde senaryonun matematiğini ciddi anlamda bozarsın. İçinde bütün ayrıntılar yazılmak zorundadır. Sahnedeki ortamdan tutun, oyuncunun giydiği kıyafete kadar tüm detayları vermelisiniz.  Roman ise başka bir dünya, orası yazarın daha özgürce hareket edebileceği bir dünya.  O nedenle romana geçmek benim için hiç zor olmadı. Edebi kaygı asla gütmedim. Sebebi; hissettiğim gibi yazmayı arzulamak, okuyucuyu kesinlikle sıkmayıp,  okuması için ısrar etmekti. Sanırım bu konuda başarılı oldum. Sayfalarca betimleme yapıp okuyucuyu bunaltmak istemedim. Bundan sonra yine roman yazarsam aynı doğal üslubu kullanacağım. Bu bir bakıma benim üzerime yakıştırdığım takım elbisem olacak.

Dört arkadaş adeta, “hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için” ilkesini çocukluktan beri benimsemişler. Aralarındaki dayanışma ve yardımlaşma çok etkileyici. Günümüzde artık pek rastlanmayan bu özelliği bizzat yaşadın mı?

Onların adını öğretmenleri  ‘Üç Silahşörler’ koymuştu. Kitaptan bir alıntıydı bu. Bazıları sordular onlar dört kişi neden ‘Üç Silahşörler’ diye. Aslında ‘Üç Silahşörler’ tamı tamına dört kişidir diye aydınlattım çoğu okuyucuyu. Son zamanlarda çevremize baktığımızda, ne bir kardeşlik ne doğru dürüst bir arkadaşlık kaldığını görüyoruz. ‘As Maça’ aslında o günlere özlemimizi, böyle arkadaşlıklara ihtiyaç duyduğumuzu tekrar gözler önüne seriyor. Ben de çocukken böyle arkadaşlıklar yaşadım hem de en derin duygularla. Aralarında hala görüştüklerim var. O günleri o kadar çok özlüyorum ki, kelimelerle anlatamam.

Roman, günümüzde çok konuşulan ‘ötekileştirme’ sorununa da bir cevap gibi. Yahudi bir çocuğun üç Müslüman arkadaşı ile kurduğu kardeşlik derecesindeki bağı çok güzel anlatmışsın. Bu konuda neler söylemek istersin?

Asıl vermek istediğim mesaj buydu aslında. Müslüman da olsak, Yahudi de, Galatasaraylı da olsak, Fenerbahçeli de, biz aynı topraklarda yaşayan kardeşleriz ve bir ömür boyu da kimseler huzurumuzu bozmadan bu ülkede yaşayacağız. ‘As Maça’nın asıl ana fikri bu işte!

 Doğum, ölüm, sevinç, acı yaşamın olmazsa olmazları; romanında hayatın bir izdüşümünü kaleme aldığını düşünüyorum. Okurun, bu kitaptan nasıl bir mesaj çıkarmalı?

Okurun bu kitaptan çıkarmasını istediğim tek mesaj var. Romanın son sayfasını okuduktan sonra telefonlarına sarılıp yıllardır sesini duymadıkları arkadaşlarını arayıp onların hal hatırlarını sormaları.

Yerli-yabancı hangi yazarları okumayı seversin?

Bu soru benim için gerçekten zor bir soru. Eskiden bolca Stephan King okurdum dersem yeterli sayılır mı?

Sırada ne gibi projelerin var?

Kısmetse en yakın zamanda ikinci romanıma başlıyorum. Bu sefer güzel, zekâ dolu bir polisiye-gerilim yazacağım. Onun dışında, en büyük hayalim, ‘AS MAÇA’nın sinema filmi olması için bu işe inanan ve yatırım yapmak isteyen yapımcıların ortaya çıkması; onları dört gözle bekliyor olacağım. Belki bu vesileyle röportajımızı okuyan biri kapımı çalar Tuna Hanım, kim bilir? Romanımda dediğim gibi “Hayatta mucizelerin ne zaman nerede geleceği asla belli olmaz!”

Yakınlar yakında mı?

Yakınlarınız yakınınızda mı?

Ailenin bireylerinin veya uzak yakın tüm akrabaların yakında  bir yerlerde olması büyük nimette aslında.

Biz Rumeli göçmeni bir aileyiz.

Hayatımız yollara dökülmekle ve yollara çıkanları beklemekte geçti.

Büyük teyzem Kosova’da yaşıyor. Bir zamanlar ki Yugoslavya...

Yaşanan onca dert, zorluk, halkın çektiği sıkıntılar hep televizyondan izlenen ayrıntıları insanlar için, bizim içinse hayatın sonu gibiydi.

Uzaktaydılar, uzataydın.

Soracak, doğru bilgi alacak kimse yoktu etrafımızda.

Sonra savaş bitti.

Uzaklar yeniden yakın oldu.

Kavuştuk, görüştük.

Aradaki bin altı yüz kilometre, bir saat on beş dakikaya indi uçakla.

Yine de başka ülke, yine de bir beş çayına, bir aksam oturmasına gitmek için uzak...

Dayım Brüksel’de yaşadı yıllarca.

Yaz demek onun ailesiyle birlikte gelmesi demekti.

Bütün kış onlarsız geçerdi.

Yaz olup da geldikleri zaman bayramdı bizim için.

Geldikleri gün geri sayım başlardı aile büyüklerine.

Kaç gün kaldı gitmelerine diye dertlenirlerdi.

Hasret zor iştir.

Yakınlar uzaktaysa.

Sağlık var, hastalık var.

Hayat bavul hazırlamakla, bilet almakla, yollar kat etmekle geçmese keşke.

Tabii yine de sağlık olsun önce.

Annem der ki birine kötü bir temennide bulunacaksa insan evladın uzağa evlensin, desin.

Doğru.

Anneye, babaya yakın olmak, onların derdine hemen ilaç olacak kadar yakınlarında olabilmek büyük bir şanstır gerçekten.

Bizim ailenin diğer bölümü de Cenevre’dedir.

Halam, çocukları...

Eniştem Birleşmiş Milletlerde çalıştığı için oradan dönmediler hiç.

Ancak yaz tatillerinde buraya geldiler.

Biz kuzenler ne kadar değiştiğimizi, neler yaşadığımızı hep senede bire saklardık.

Yakınlar yakındıysa hayatın en büyük lüksü sizin demektir.

Hayatı planlayamadığımızda yine de şükretmek düşüyor bize.

En azından maddi ve manevi uzaklara yetişebilecek gücümüz varsa bu da çok büyük lüks.

Yakın olmak, aile olmak, YAKINDA olmak en büyük hazine.