Lili Barokas’ın ‘olgun’ balerinleri…

On altı yaşındaydım. Sınıfa gitmek için merdivenleri çıkıyordum. Bir arkadaşım seslendi, “Dur sana bir şey soracağım,”, “Sor,” dedim. “Senin baban zengin mi?,” O anda önüme bir Marslı gelse, herhalde daha az şaşırırdım. Ne yanıt verdiğimi anımsamıyorum ama soru bana saçma ve yersiz görünmüştü. Doğrusu, o güne kadar böylesi bir kavramı düşünmek aklımın ucuna bile gelmemişti.

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
3 Ekim 2012 Çarşamba

On altı yaşındaydım. Sınıfa gitmek için merdivenleri çıkıyordum. Bir arkadaşım seslendi, “Dur sana bir şey soracağım,”, “Sor,” dedim. “Senin baban zengin mi?,”

O anda önüme bir Marslı gelse, herhalde daha az şaşırırdım. Ne yanıt verdiğimi anımsamıyorum ama soru bana saçma ve yersiz görünmüştü. Doğrusu, o güne kadar böylesi bir kavramı düşünmek aklımın ucuna bile gelmemişti. Büyüdüğüm ortamda çocukların önünde maddiyattan söz edilmezdi. Paylaştığımız sohbetler çok farklı değerler üstüneydi. Bunun için de ebeveynlerime her zaman minnettarım.

***

Fransızca’yı evde öğrendim; Judeo-Espanyol’u, annemle anneannemin bizden saklı konuşmak istedikleri dönemlerden kaptım; ne yazık ki, babamdan Yidiş’i öğrenmekte geç kaldım. Doğal yoldan öğrenilen bu lisanların ne büyük bir şans olduğunu insan ancak ilerleyen yıllarda anlayabiliyor. Kişi evinde Fransızca/Almanca öğrendi diye ‘aristokrat’ olmuyor. Kavramları doğru oturtmakta fayda var.

***

Yazı üslubumu bilenler, konuyu Rahime Sezgin’in kaleme aldığı ‘Öteki ya da değil, ne fark eder!’ başlıklı kitaba giriş yaptığımı anlamışlardır. Söz konusu yapıt İzzet Keribar’ın biyografisi. Çabucak okudum. Her ne kadar Keribar’la nesil farkımız varsa da, sözü geçen aileler, mekânlar, meskenler tanıdık bir coğrafya içinde olduklarından yüzümde bir gülümseme belirdi. Öte yandan cemaatimiz içinde bile kendisine ‘öteki’ gözüyle bakılacağını hissettim. Ancak bu bir anı kitabı ve kişinin düşüncelerini değiştirerek yazmasını bekleyemezsiniz. Kitabın kapağı tek kelimeyle muhteşem. Başlık ise tartışılır. ‘Öteki ya da değil, ne fark eder!’ Kanımca konunun püf noktası burada, ‘Fark etmez, fark ettirirler…

***

Gittiğim ilkokul ruhsuz mu ruhsuz, mantık dışı katı disiplini ile bilinen bir öğretim yeriydi. O dönemde veliler okulu eve olan yakınlığına göre seçerlerdi. Dolayısıyla önce ben ardımdan kardeşim evimizin tam karşısındaki okula gittik. Sabahları evimizin kapıcısı bizi karşıya geçirir, akşamüstleri ise okulun kapıcısı Rıza Efendi karşıya evimize bırakırdı. Sınıfta tek ayak üstünde cezalar, öğretmenlerin tahta cetvelle acımasızca vurmaları, kulak çekmeler saygıdan ziyade korkuyu yerleştirmişti bizlere. Ama bana bunlardan daha ağır gelen öğretmenlerin adımı doğru dürüst söyleyememeleriydi. Nüfus kâğıdımda ‘Matild’ olan ismime ‘Beresi’ soyadı eklenince işler iyiden iyiye sarpa sarıyordu. Ve ben her tahtaya kalkmam gerektiğinde kıpkırmızı kesiliyordum. Sınıftaki diğer ‘Harry, Henri, Jak, Raşel, Vivet v.s ‘için de durum aynıydı. Ötekilerden farklı olduğumuzu ilk kez o zaman anladım. Gene de çocuktuk. Teneffüs zilinin çalmasıyla kasvet dağılırdı.

***

Sanırım ikinci sınıftaydım. ‘60lı yıllardan söz ediyorum. Okuldan velilere gelen bir bildiride bale kursları açıldığı söyleniyordu. Hangi kız çocuğu böyle bir olanağı istemezdi ki? Dersler öğretmenin Şişli’deki mekânında verilecekti. Soyunma odasında bale pabuçlarımı giydiğimde havaya girmiştim bile. Sınıfta tanıdığım ve tanımadığım birçok kız vardı. Bir kenarda ise öğretmenimiz Bayan Lili Barokas duruyordu. Güneş gibi sarı saçları, masmavi gözleri ve insana mutluluk veren bir gülümsemesi vardı. Ufkumun açıldığı bir odaydı orası…

Gerisini anlatmayacağım. Kim bilir kaç nesil yetiştirdi; kaç resitalde sahne arkasında heyecan yaşadı. Borcumuzu ödeme sırası bizde. 27 Ekim’de Lili Barokas’a bir jübile yapılacak. Bütün eski öğrencilerini o gün bir araya toplamayı hedefliyoruz. Eğer bir dönem öğrencisi oldunuzsa ve konudan haberiniz yoksa lütfen adınızı Hahambaşılık’ta Lisya Tavaşi ve Ceyda Kohen’e yazdırın.

Haydi bakalım, Bayan Lili’nin bizlere söylediği üzere, ‘karın içerde, popo dışarıda…’