Bir Holokost başyapıtı

Polonyalı kadın yönetmen Agnieszka Holland’ın Oscar adayı “Karanlıkta Kalanlar”ı festivalin ilk haftasının en etkileyici filmiydi

Viktor APALAÇİ
11 Nisan 2012 Çarşamba

Nazi işgali altındaki Polonya’da Yahudileri kurtarmaya çalışan bir hırsızın hikâyesi, ahlak, suç, seçimler, Tanrı ve hayatta kalma gibi hassas konuları ele alıyor. Bu sert, etkileyici ve çarpıcı filmde insana dair her şey var. Değişik dinden insanlar, zenginler-fakirler, cinsellik, insanlık halleri, hayatta kalma içgüdüsü, yardımlaşma. Beni, “Schindler’in Listesi” ve “Piyanist”ten sonra en çok etkileyen Holokost filmi.

31. İstanbul Film Festivali’nin ilk haftasından izlemiş olduğum filmlerin en iyisi, Polonyalı usta yönetmen Agnieszka Holland’ın “Karanlıkta Kalanlar / In Darkness” başyapıtı oldu. Bu yıl En İyi Yabancı Film Oscar’ı için yarışan beş film arasına giren “Karanlıkta Kalanlar”, etkileyen Holokost filmi oldu.

Nazi işgali altındaki Polonya’da Yahudileri kurtarmaya çalışan bir hırsızın hikâyesi, ahlâk, suç, seçimler, Tanrı ve hayatta kalma gibi hassas konuları ele alıyor.

Polonya’da kimsenin kimseye güvenmediği, fakirlerin kendilerinden daha fakirlerden çaldığı Nazi işgali altındaki Lvov’da lağım işçiliği ve küçük çapta hırsızlık yapan Leopold Socha’nın hikâyesini izliyoruz.

Bu Polonyalı, az tahsilli Katolik hırsız; çaldığı malları sakladığı ve aynı zamanda çalıştığı Lvov kanalizasyon tünellerinde bir grup Yahudi’nin saklanmasına yardımcı olur.

Lağımda, aralarında iki küçük çocuğun da olduğu bir grup Yahudiyle karşılaşan Leopold, onları bir ücret karşılığında saklanmayı kabul eder.

Bu çocuklardan biri olan, filmin afişinde bir kanalizasyon lağımından kafasını çıkarıp, dış dünyaya hayretler içinden bakan, kırmızı kurdeleli, yeşil kazaklı kız çocuğu, kurtulduktan sonra ailesiyle İsrail’e göç eder. Büyüdüğünde yazarlık mesleğini seçtikten sonra kaleme aldığı, “Yeşil Süeterli Kız” başlığı altında derlediği otobiyografik hatıraları, Robert Marshal’ın “Sewers of Lvov / Lvov Lağımları” adlı romanına kaynaklık etti. Bu kitabı David F. Shamoon “In Darkness / Karanlıkta Kalanlar” olarak senaryolaştırdı, emektar kadın yönetmen Agnieszka Holland sinemayı taşıdı.

Filmi Hollywoodlaştırmamak için, İngilizce yapılmasını reddeden, Holland karakterlerin orijinal lehçelerinin kullanıldığı yapıtta, abartıdan uzak, gerçekçi hüviyeti ile öne çıkıyor.

GERÇEKÇİ-İNANDIRICI-ABARTIDAN UZAK

Bu sert, etkileyici ve çarpıcı filmde insana dair her şey var. Değişik dinden insanlar, zenginler-fakirler, cinsellik, insanlık halleri hayatta kalma içgüdüsü, yardımlaşma. Kurbanların içinde bulunduğu korkunç durumları aktarmanın yanında onları mutlak iyi konumuna getirmeden, bencillikleri ve aralarındaki sınıfsal ayırımları da göstererek işi mümkün olduğunca gerçekçi tutan “Karanlıkta Kalanlar”, perdeye insani karakterler sunmasında diğer İkinci Dünya Savaşı filmlerinden ayrılıyor.

Filmin etkileyici ve bol katmanlı senaryosundaki ustalıkla çizilmiş yan karaktere, yönetmen Holland kullandığı gerçekçi sinema diliyle, inandırıcılık katıyor.

Filmin, Gestapo’dan kaçan Yahudilerle bir kanalizasyon sorumlusu arasında basit bir iş anlaşması olarak başlayan olaylar, hepsinin 14 aylık yoğun tehlike döneminde kesin olan ölümlerini atlatma çabalarından dolayı beklenmedik bir hal alır.

Leopold, kaçak Yahudilerin grup lideri Mundak’i, ölümü bekleyen tutsakların toplama kampına girip çıkmasını dahi sağlar.

Kendi halinde yaşayan fakir bir Hristiyan kadını olan Leopold’un karısı, kocasının Yahudilere yardım etmesine anlam veremez. Çünkü bunu cezası ölümdür. Gestapo Yahudilerle işbirliği yapan Polonyalıları anında kurşuna diziyor, öldürülen her Alman askeri için, günahsız onlarca Polonyalıyı idam sehpasında sallandırıyorlardır.

Olaylar Yahudilerin aleyhine geliştikçe, Leopold’un karısının, kanalizasyon tünellerinde doğum yapan Yahudi bir kadının bebeğini büyütmeyi teklif edecek kadar değiştiğine tanık oluruz.

FİLMİN ALMAN AKTÖRÜ

Filmde Yahudilerin lideri Mundek rolünde izlediğimiz Alman aktör Benno Fürmann festivalin davetlisi olarak geldiği İstanbul’da, sinemaseverlerin sorularını cevaplandırdı.

Hatıraları filme kaynaklık eden, bugün 70’li yaşlarını sürdüren, kırmızı kurdeleli kız Holokost kurtulanının, filmin Berlin prömiyerine katıldığını Fürmann’dan öğrendik.

Bir Alman olarak, filmin konusu ve oyuncuların çoğunun Polonyalı olması nedeniyle kendisine “öteki” hissettiğini söyleyen sempatik aktör, filmde yansıtılan tarihi olaylarla ilgili olarak da, filmi izleyen Türk sinemaseverlere şunları söyledi: “Biz Almanlar olarak filmde yaşananları hâlâ tam olarak anladığımız ya da kelimelere dökebildiğimiz olaylar değil, bu kesinlikle filmi çekerken aklımda dolduramadığım en büyük boşluklardan biri...”

Fürmann: “Yeni Almanya yakın tarihiyle yüzleşme zorunda. Benim Berlin’de Alman Yahudisi arkadaşlarım var. Rusya’dan, Amerika’dan Berlin’e gelen iki yakın Yahudi arkadaşım var.

İnsanlar hayatta kalma savaşı verirken, köşeye sıkıştıklarında her şeyi göze alabilirler. Canlandırdığım karakterin toplama kampına girmeyi göze aldığını hatırlatayım...”

“Karanlıkta Kalanlar”ın yaratıcısı, deneyimli senaryo yazarı-yönetmen Agnieszka Holland, Polonya’nın Yeni Dalga sinemacılarından sayılar 64 yaşındaki kadın yönetmen, öğretmeni saydığı Andrzej Wajda’yla çalışarak sinemacılığa giriş yaptı.

Başta “Danton” olmak üzere, yazdığı senaryolarla Wajda ile işbirliği yaptı. Erken yaşta ölen Krzysztof Kielowski’nin ünlü trilojisi “Üç Renk: Mavi, Beyaz, Kırmızı”da senaryo yazarlığı yaptı.

Krzysztof Zanussi ile yönetmen yardımcısı olarak çalıştı.

BOL ÖDÜLLÜ İSRAİL FİLMİ

Joseph Cedar’ın “Dipnot/Hearat Shulayim” filmiyle Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanıp, En İyi Yabancı Film dalında yarışan beş film arasına girmesi, İsrail sinemasının son yıllardaki çıkışının taçlandırılması oldu.

Kudüs, İbrani Üniversitesi Talmud Bölümü’nde araştırmacı olarak çalışan bir baba-oğul arasındaki rekabeti anlatan film, nesiller arasındaki rekabeti gündeme getiriyor.

Baba-oğul teolojik araştırma yöntemlerinde iki zıt kutubu temsil ediyor. Baba modelleri reddeden, katı, bağnaz, takdire aç, inatçı bir püristtir.

Devletin takdirine bağımlı, yenilikçi oğlu, devrimci ve modern fikirlidir.

Herkesin göz koyduğu İsrail Ödülü, her ikisini de nihai ve acı bir hesaplaşmaya sokacaktır. Şans baba Eliezer’e hiç gülümsememiş, oğlu Uriel ise hep şanslı. Akademi jürisinin babaya, ülkenin en prestijli ödülünü kazandığını bildirmesiyle, Eliezer şansının döndüğüne kanaat getirir.

Oysa Akademi sekreteri hata yapmış, ödül sahibi Uriel yerine Eliezer’e telefon etmiştir. Uriel, babası için yıkım sayılacak bu yanlışlığın telafisi için Akademi ile pazarlığa koyulur.

Cedar, özkültürüne ait bir hikayede, herkesi ilgilendirmeyecek bir konuya ustalıklı bir gerilim katarak, merakla izlenen bir film yapma başarısı gösteriyor. Akademik çalışmaları babası tarafından takdir edilmeyen Uriel, ödülün hayatı boyunca kendisine verilmemesini kabul eden bir taahhüde imzasını atma fedakarlığında bulunarak, babasının hayallerinin yıkılmamasını sağlıyor.