İyi polis kötü polis

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
2 Kasım 2011 Çarşamba

Bu satırları 25-30 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen WTA İstanbul Championships Tenis Turnuvası final müsabakasının hemen ardından yazıyorum. Ne yazık ki kadınlarda dünyanın en önde gelen tenisçilerinin mücadele ettiği turnuvanın herhangi bir maçını Sinan Erdem Salonu’nda izleyemedim. Ancak beş gün süren şampiyona boyunca tribünlerin neredeyse hiç boş kalmaması bir sporsever olarak beni fazlasıyla memnun etti... Petra Kvitova ile Victoria Azarenka arasında oynanan final karşılaşmasını izleyen seyirci sayısının 13 bin 676, turnuva boyunca toplamdaki seyirci sayısının da 70 bin 824 olduğunu öğrendiğim anda, bu kalabalığın, içinde yeşerttiği tenis sevgisini gelecek kuşaklara aktarabilecek olmasını umut ettim... Umuyorum ki, bu turnuva sayesinde 7’den 70’e her yaşta yapılabilecek bir spor olan tenise daha çok ilgi duyacak yeni gençler kazanırız...

Geçtiğimiz yıl yine Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı Dünya Basketbol Şampiyonası’nda da buna benzer görüntülerle karşılaşmıştık... O zaman gerek milli takımımızın yakaladığı başarıyla doğru orantılı olarak; gerekse organizasyonun dünya şampiyonu olması dolayısıyla turnuvaya büyük ilgi gösterilmişti... Ne mutlu ki özellikle turnuvanın sonlarına doğru birçok maçta salonda hiç boş koltuk kalmamıştı...

Gazetelerin futbol dışındaki spor haberlerine ‘lütfen’ yer ayırdığı, ulusal televizyon kanallarının ‘spor bülteni’ olarak adlandırdıkları bültenlerinde futbol dışında hiçbir spora yer vermediği bir medya düzeninde, gelecek kuşakların diğer sporlara ilgi gösterdiğini görebilmek ne hoş... İşte bu kadar iyimser bir tablo içerisinde ‘kötü polis’i oynamanın bir yararı var mıdır bilmem... Lâkin futbol dışı bir branşa ilgimizi bu yoğunlukta gösterebilmek için illa bir organizasyona ev sahipliği yapmamız mı gerekir ya da illa o turnuvada yarışan takımımızın başarı mı yakalamış olması gerekir; işte orası muamma...

Şuna çok eminim ki; gurur duyduğumuz Marsel İlhan, İpek Şenoğlu, Çağla Büyükakçay ve Pemra Özgen gibi tenisçiler yıllardır arayıp da bulamadıkları sponsorları WTA İstanbul’un ardından daha rahat bir şekilde bulabilecekler... Tenise bu kadar ilginin olduğunu fark eden firmalar da kendi reklamlarını yapmak adına bu fırsatı zaten kaçırmayacaklardır... Ancak bu başarılı sporcularımızın olanaklarının daha iyi olması için illa ki dünya çapında bir tenis organizasyonuna ev sahipliği mi yapmamız gerekirdi?

Deron Williams gibi bir NBA yıldızının Türkiye’deki ilk resmi maçını boş tribünlere oynaması... Euroleague’deki Fenerbahçe-Caja Laboral maçında salon kapasitesinin sadece dörtte birinin dolması... Galatasaray-Karşıyaka gibi basketbol liginde bu haftanın en vaatkâr müsabakasında tribünlerde en fazla bin kişi olması... Hani hepimiz birer ‘basketbol aşığıydık’ bir yıl önce dünya şampiyonasında? Peki şimdi neredeyiz? İşte bu yüzden tenisimizin geleceği adına karamsarım şimdilik...

WTA İstanbul’un rüzgârıyla uluslararası alanda mücadele eden tenisçilerimiz daha iyi şartlara sahip olacaklar ümit ederim ki... Ancak ya sonra? Beş gün boyunca tenise karşı gösterdiğimiz yoğun ilgi baki kalacak mı? Marsel İlhan, Türkiye’de bir müsabakaya çıktığında o tribünleri yine bu şampiyonadaki gibi doldurabilecek miyiz?

Kendi kendime zor sorular yönelttim... Biliyorum... Ancak umuyorum ki şu harika turnuva sayesinde en az birkaç çocuğun tenise yönlenmesine önayak olabiliriz... Umuyorum...