‘Filistin Devleti’ üzerine bir tartışma

Ortadoğu her zaman olduğu gibi yine sancılı bir sürece gebe gibi duruyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun geçtiğimiz günlerde tanık olduğu hararetli konuşmalardan sonra Filistin Özerk Yönetimi Lideri Mahmud Abbas’ın bağımsız bir ‘Filistin Devleti’nin tanınması yönündeki talepleri şimdilik Güvenlik Konseyi’nin gündeminde

Marsel RUSSO Perspektif
5 Ekim 2011 Çarşamba

Mahmud Abbas’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşması belli ki meydan ve sokaklara selam gönderen bir üslubu benimsemişti. İsrail – Filistin ilişkileri konusunda alacağı her kararın Hamas’ın ipoteği altında olacağını gayet iyi bilen Mahmud Abbas’ın, bu söylem dışında bir tutum sergilemesi ne yazık ki mümkün olmadı. El Fetih ile Hamas arasında bir türlü durulmayan – en hafifinden – çekişme belli ki Abbas’ın söyleyeceklerine yansımış.

Filistin tarafı, barış görüşmelerinin İsrail’in uluslararası kamuoyu tarafından “işgal toprakları” diye adlandırdığı bölgede yerleşim birimlerinin inşaatına devam etme kararından sonra kesildiğini ifade etmekte. Oysa şu bir gerçek ki, El Fetih ile Hamas arasında bir uzlaşı oluşmadığı, barış müzakerelerinde Filistin tarafı ‘gerçek şekilde’ temsil edilmediği, İsrail’in karşısına Filistin halkı için konuşma yetkisi ile donatılmış bir lider çıkmadığı sürece, bu sürecin işlemesi hayal…

Daha önce, 2000 yılında dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın son derece cömert teklifini elinin tersi ile geri çeviren Filistin lideri Yaser Arafat’ın o gün çekindiği ve göze alamadığı her ne ise, bugün de Filistinli siyasetçilerin gündemlerinin hemen başında o, yer alıyor. İsrail’in varlığının sorgulanması, eş deyişle İsrail’in gayrı meşru ilan edilmesi, her defasında barış arayışlarını çözümsüzlüğe mahkûm ediyor. Son dönemlerde isminin etrafında yaratılan tüm yolsuzluk söylentilerine karşın Arafat, Filistin tarafında, karizması ve davaya olan hakimiyeti ile ‘eşiği aşmaya’ en yakın liderdi... Yapamadı… Yapmadı… İsrail’in varlığını kabul etmek anlamına gelebilecek bir anlaşmaya imza atmaktan çekindi.

O günlerde Arafat’ın aşamadığı eşiği bugün Mahmud Abbas gibi liderliği sallantıda bir siyasetçinin atlamaya çalışması olanaksız. O zaman barışa fikren ve siyaseten bu denli uzak Filistin liderliğinin Birleşmiş Milletlere götürdüğü talep, bu çerçevede incelenecek olursa, prematüre duruyor. Böylesine tek taraflı yapılan bir girişimin sağlıklı bir gelecek getirmesi mümkün olmasa gerek.

Hamas bunun bilincinde, konunun güvenlik konseyinin oturumları sonucu ABD tarafından veto edileceğinden emin, İran’da toplanan konferansta “İsrail’e karşı en etkin yolun direniş olduğunu” savunuyor... Haaretz’de yayınlanan habere1 göre, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in de bir konuşma yaptığı Tahran’daki toplantının başlığı, “5. Uluslararası Filistin İntifadasına Destek Konferansı”…

Hamas’ın siyasi lideri Halil Meşal burada yaptığı konuşmada, “Filistinlilerin maliyeti her ne olursa olsun İsrail ortadan kaldırılana dek savaşmaları gerektiği” üzerinde duruyor. Hamaney ise çıtayı biraz daha yükseltiyor ve Mahmud Abbas tarafından Birleşmiş Milletlere yapılmış olan çağrının anlamsızlığı üzerinde duruyor…

“Bizim arzumuz Filistin’in bağımsızlığıdır. Bunun tüm Filistin topraklarında gerçekleşmesi gerekmektedir. Olayı 1967 öncesi sınırlarla kısıtlamak, bu sınırların ötesinin Filistinlilere ait olmadığını kabul etmek olur. Oysa bütün bu topraklar Filistinlilerindir. Filistin Şeria’dan Akdeniz’e uzanan toprakları kapsar, bundan azını değil.”

Hamaney’e göre, iki devletli çözümün kabul edilmesi Filistinlilerin tarihi taleplerini ret etmeleri demek olacaktır. İsrail bölgeden mutlaka sökülüp atılması gereken ‘kanserli bir hücre gibi’ yaşamaktadır.

Zaten Hamas’ın Mahmud Abbas girişimine sıcak bakmadığı malum… Böylesi bir girişimin İsrail’i meşru hale getireceği ve Filistin davasının geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar göreceğini iddia ediyor. Gazze’deki Hamas yönetiminin Başbakanı İsmail Haniye, Filistin halkının kimseden özgürlük dilenme durumunun olmadığını ve bir devletin kararlar ve açılımlar ile kurulamayacağını ifade ediyor. Kendisinden devamla, “ devletler önce topraklarını özgürleştirirler daha sonra siyasi oluşumlarını gerçekleştirirle,” diyerek İsrail’e ve barışa tehditler savuruyor.

Öte yandan, Filistinli gazeteci Davud Kuttab2 Time dergisinde3  yayınlanan değerlendirmesinde, devlet önerisinin tek başına bağımsızlık getirmeyeceğini altını çiziyor.

“Yıllardır Filistinliler kendilerini işgalden kurtaracak bir strateji geliştirmenin arayışı içindeler. Filistinli liderler için iki alternatif vardır: Şiddet ve siyasi müzakere yolu. Yaser Arafat ikisini de denedi ve bir başarıya ulaşamadı. Mahmud Abbas şiddete başından beri karşı geldi. Bu anlamda Başbakan Salam Fayyad’in bir devlet oluşturma gayretlerini destekledi. Ancak Abbas’ın tüm çabaları barış görüşmelerinde ilerleme sağlanmasına yeterli olmadı. 1991 Madrid Konferansı’ndan bu yana sürmekte olan görüşmeler son iki senedir bir gelişmeye sahne olamadı. Dolayısı ile konuyu Birleşmiş Milletlere taşımak bir çıkış yolu olarak benimsendi. Böylece Filistinliler barış görüşmelerine giderken müzakere masasına işgalcileri ile değil, onlarla denk, tanınmış bir devlet kimliği ile oturma şansına ulaşacaklar...”

Derginin aynı sayısında Richard Haas4 ise Mahmud Abbas’ın girişiminin ardındaki nedenleri irdeliyor. Haas’a göre, böylesi bir girişimin nedeni ‘kızgınlık’ ve ‘umutsuzluk’ olabilir. Haas şöyle devam ediyor: “Ancak en iyimser senaryo ile Filistin’e üye olmayan gözlemci statüsü getirecek bu girişimin perde arkasında birden çok sıkıntı olacağı kesin.”

İsrail’in Filistin’in büyümesine balta vuracak şekilde sınırları kapatması, ekonomik girişimleri askıya alması, ABD’nin benzer şekilde bazı yardımları dondurması gündeme gelebilir ki, bu yönde bazı girişimlerin olduğu basına yansımış durumda. Oysa önümüzdeki dönemde Filistin ekonomisinin yüzde 7’lik bir büyüme ile bölgede emsal teşkil edecek bir duruma gelmesi bekleniyor.

Öte yandan, ABD’nin Abbas’ın önerisini Güvenlik Konseyi’nde veto etmesi Arap ülkelerinde tepki ile karşılanacaktır. Bu Mısır gibi siyaseten toparlanma sürecine giren ülkelerde Amerikan karşıtı yönetimlerin oluşmasına veya İsrail – Mısır ya da İsrail – Ürdün barış anlaşmalarının masaya bir pazarlık maddesi olarak konulmasına yol açabilir ki bu bölgedeki istikrarı temelden bozacak bir durum oluşturacaktır.

Abbas’ın verdiği öneri paketinin boomerang etkisini hesaplayıp hesaplamadığı da çok açık değil. Bu anlamda Haas, değerlendirmesini “en geçerli yolun barış görüşmeleri olduğunu” ve ancak karşılıklı müzakerelerle bir noktaya varılabileceğini ifade ederek noktalıyor. 

Başbakan Netanyahu BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Başkan Abbas’ı görüşme masasına davet ederken, BM’den geçebilecek bir ‘evet’ kararının getireceği sıkıntıları dikkate aldığı bir gerçek. Her şeyden önce İsrail siyasetinin iç dinamikleri ve koalisyon hükümetinin yapısı bunun böyle olacağının garantisi… Ancak Haas’ın ifade ettiği ‘görüşmelerin en geçerli yol olduğu’ önermesi’ bunun kolay bir yol olacağı’ anlamına gelmiyor. Üzerinden geçilecek konular uzunca bir zamandır aşılamamış konular olacaktır. Haas’a göre İsrail’in bazı uzlaşıcı adımlar atması ve Filistin’i bu anlamda rahatlatması kendi güvenliği açısından, gelecekte refah içinde yaşayan, Yahudi kimliği ile var olmaya devam eden bir ülke olması açısından önem taşıyor.

Başbakan Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında altını defalarca çizdiği bazı konuları, Altyapı Bakanı Uzi Landau şöyle değerlendiriyor:

“Mahmud Abbas, böyle bir teklifi gündeme sokarak Oslo Barış görüşmelerinde alınan ve sorunların müzakereler yolu ile çözülmesi gerektiğini karara bağlayan maddeleri ihlal ediyor. Ondan öte teklif 1967 öncesi sınırları belirleyici kılıyor ki İsrail için savunulamaz bir güvenlik sorunu oluşturuyor. Dolayısı ile burada konu toprakların iki hasım güç arasında hangi esasa göre taksim edileceği değil. Burada sorun, İsrail’in var oluş sorundur. Filistinliler, İsrail’in varlığını halen kabul edebilmiş değiller. İsrail tarafından çeşitli hükümetler tarafından yapılmış birçok kıymetli öneriyi, her adımda daha fazlasını talep ederek, reddettiler…”

Landau, değerlendirmesini çarpıcı bir şekilde bitiriyor: “Barış isteyen veya bunu yapacak iradesi olan bir Filistin liderinin ortaya çıkması için dua ediyoruz. 1979 yılında İsrail ile barış yapan Mısır lideri Enver Sedat’ın bir Filistinli versiyonunu, özlemle bekliyoruz… Ne yazık ki Başkan Mahmud Abbas bir Enver Sedat değil…”