7. Sanatın kurucularına saygı duruşu

Günümüzün en büyük sinema sanatçılarından biri olan Martin Scorsese, sinema büyüsünü yaratanlara olan hayranlığını ve minnettarlığını dile getirdiği “Hugo”da, Georges Melies üzerinden bir sinema dersi veriyor.

Viktor APALAÇİ
14 Aralık 2011 Çarşamba

Yedinci sanatı kuranları kurgusal bir öyküde sunan “Hugo” ile Scorsese kendi “Cinema Paradiso”sunu yaratıyor. Babasını kaybettikten sonra bir tren garında yaşamak zorunda kalan Hugo ile yolları kesişen  Georges Melies’i, film kurgusal bir öyküde birleştiriyor. 7’den 70’e her yaştan çocuğa hitap eden, sinefilleri mesteden bu filmi kaçırmayın, kendinize bir kıyak yapın.

Yedinci sanatı kuranları kurgusal bir öyküde sunan “Hugo”, sinema büyüsünü yaratanlara saygı duruşunda bulunan Martin Scorsese’nin sinemaya olan hudutsuz sevgisini sergileyen bir film.

Günümüzün en büyük sinema sanatçılarından biri olan Scorsese, sinemanın ilk kuramcılarına karşı olan hayranlığını ve minnettarlığını dile getirdiği “Hugo”da, Georges Melies üzerinden, bir sinema tarihi dersi veriyor.

“Trenin Paris Garı’na Girişi” filmiyle sinemanın mucidi sayılan Auguste ve Louis Lumiere Kardeşler’den sonra, Georges Melies “Aya Seyahat” ile 1902’de, tarihin ilk öykülü filmine imzasını atmıştı.

Brian Selznick’in “The Invention of Hugo Cabret” adlı 2007 tarihli bestseller’inden uyarladığı “Hugo” ile Scorsese, kendi “Cinema Paradiso”sunu yaratıyor.

Babasını kaybettikten sonra bir tren garında yaşamak zorunda kalan 11 yaşındaki Hugo ile yolları kesişen, emekli hayat yaşayan Georges Melies’i, film kurgusal bir öyküde buluşturuyor.

Bu, Scorsese’ye sinefiller için keyifli bir gerçek bir sinema tarihi şöleni sunma fırsatını doğuruyor. Sinemada özel efektleri keşfedip kullanan, sinemanın bir sanat kolu olduğunu ilk farkeden, kimi tarihçiler tarafından sinemanın kurucusu kabul edilen Georges Melies, sinemayla hikaye anlatılabileceğini, insanları hayal dünyalarına götürebileceğini keşfetmişti.

Sinemanın bir sihir olduğunu ilk anlayan Melies üzerinden, sinemanın kuruluş yıllarına bizleri bir yolculuğa çıkaran Scorsese, ilk 3 boyutlu filmi “Hugo” ile müthiş bir görsel şölen sunuyor.

Film 1930’ların Paris’inde, bir tren garında muhteşem bir açılış sekansıyla başlıyor. Scorsese’nin kamerası, bizleri garın yolcuları, çalışanları, orada hayata tutunmaya çalışan yetim Hugo Cabret’yi, garın bütün girdi çıktısı arasında gezdirirken, yakaladığı ayrıntılarla izleyiciye keyifli bir yolculuk vaad ediyor.

TARİN İLK ÖYKÜLÜ LMİ

Babasını (Jude Law) bir yangında kaybeden Hugo, garın saatlerini ayarlayan ayyaş amcası Claude’un (Ray Winstone) yanında gizli bir hayat yaşamaktadır. Hugo’nun (Asa Butterfield) en büyük korkusu, yetimleri polise teslim eden istasyon bekçisidir (Sacha Baron Cohen).

Sağdan soldan yiyecek çalarak, garda beş parasız yaşamaya çalışan Hugo’nun gayesi, babasından kalan tek şey, bir otomatonu (robotların ilk versiyonu) tamir edip çalıştırmaktır.

İstasyonun gizli bölümlerinde yaşayan yetim çocuğun varlığını ilk keşfeden, oyuncak mağazasının sahibi Georges Dede’dir (Ben Kingsley). Robotunu çalıştırmak için parça toplayan, mağazasından oyuncak çalan Hugo’yu suçüstü yakalayan Georges, 500’ün üzerinde film yaptıktan sonra iflas edip inzivaya çekilen büyük yönetmen Georges Melies’ten başkası değildir.  Hugo’nun ve filmde anahtar bir rol oynayan bir sinema tarihçisinin (Michael Stuhlbarg) ısrarlı takipçiliği ile Melies’in görkemli geçmişine yapılan yolculukla film noktalanıyor.

Burada Martin Scorsese, Lumiere kardeşlerden Harold Lloyd’a, Buster Keaton’dan Charlie Chaplin’e, “Aya Seyahat”ten “Büyük Tren Soygunu”na, 7. sanatın ilk sanatçılarına muhteşem bir saygı duruşunda bulunma fırsatını yakalıyor.  Filmin müthiş bir teknik kadrosu var. Kusursuz fotoğraflarıyla, görüntü yönetmeni Robert Richardson ve dönemin atmosferini yansıtan kostüm tasarımcısı Dante Ferretti’nin yanı sıra film, enfes müzikleri ve kusursuz ses taraşımı ile öne çıkıyor.

“Gandhi”den bu yana en iyi oyuncu sergileyen Ben Kingsley, antipatik “Borat”tan sonra ilk kez iyi oyunculuğunu konuşturan Sacha Baron Cohen, çiçekçi Lisette’te sevimli Emily Mortimer, Claude Amca’da eski tüfeklerden Ray Winstone, filmin başarılı oyuncu kadrosunu oluşturuyorlar. 7’den 70’e, her yaştan çocuklara hitap eden, sinefilleri mesteden “Hugo”yu kaçırmayın, kendinize bir kıyak yapın.

MELİES ÜZERİNDEN SİNEMA TARİHİ DERSİ

Georges Melies, gözüne roket saplanmış ay sahnesiyle özdeşleşen, sinema tarihinin ilk öykülü filmi “Aya Seyahat / Le Voyage Dans La Lune”(1902)in yaratıcısıdır. Aynı zamanda “Dreyfüs Olayı”nı sinemaya aktaran ilk sanatçıdır.

Martin Scorsese’nin, sinemaya olan inancımızı tazeleyen filmi “Hugo”ya, Melies’i yeniden hatırlanış öyküsü olarak bakmak mümkün. 1861-1938 yılları arasında yaşamış, ilk mesleği sihirbazlık olan Melies, 1896’da yaptığı ilk filminden bir yıl sonra, evinin bahçesine kurduğu Avrupa’nın ilk sinema stüdyosunda 500’ün üstünde film yapmış.

Sinemada özel efektleri ilk keşfeden, sinemanın sanat olduğunu ilk farkeden, stop motion tekniğinden storyboard uygulamasına kadar ilklere imza atan, filmlerini ele boyayarak renklendiren Melies, sinemanın seyircileri hayal dünyasına götürebileceğini ilk gören insan.

İlk mesleği profesyonel sihirbazlıktan gelen beceriyi ikinci mesleği sinemacılıkta kullanan Melies’in hüzünlü bir yaşam öyküsü var. 1912’de çektiği “Kuzey Kutbu’nun Keşfi” filminden sonra iflas etti, sinemadan soğudu, o güne kadar çektiği filmleri yaktı.

 Birinci Dünya Savaşı’nda insanlar sinemaya olan ilgilerini kaybetti, popülaritesini kaybeden Melies dünyaya küstü. Ekonomik sıkıntılarla boğuşan sanatçının arkadaşları kendisine bir tren istasyonunda bir oyuncak dükkanı açtı.

1931’de Louis Lumiere kendisine Legion d’Honneur nişanını takarken, nişanın “sinemanın kurucusuna” verildiğini söylemesi gerçeğin ifadesi idi. Sinemasever Georges Melies’i, ilklere imza atan önce kişiliğiyle hatırlayacak.