Yaşam kullanma kılavuzu

“Puzzle önce ayrıştırılıp sonra incelenecek bir parçalar toplamı değildir, bir bütündür… Bir puzzle hiçbir zaman onu oluşturan şeylerin tek tek irdelenmesiyle anlaşılamaz ve bütün hakkında bir fikir veremez.”

Rubi ASA
7 Aralık 2011 Çarşamba

Kitaba uzun süre başlayamadım. Oldukça kalın ve gizemli bir görünüşü vardı.

Başladığımda önümde engelleri aşılması gerekli uzun bir yol var gibiydi. Bu yol boyunca her kavşağında bir farklı engelle karşılaşıp tökezlerim kaygısıyla tereddütle okudum…

Ama yol boyu hep baktım… Yol boyunca, şaşkınlıkla her şeyi ilk kez görüyormuşçasına hayretle baktım. Düşündüm, umutlandım, yer yer öfkelendim. Ama bütün gözlerimle baktım. Kaçırdığım birçok şey olduğunu ya da unuttuğumu her adımda düşündüm.

Ama gördüklerimin beni dehşete düşürürken, böylesi bir çılgın deha karşısında bir kez daha hayranlıkla dönüp dönüp satırlarda tekrar dolaşmak istediğimi samimiyetle belirtmek isterim.

Georges Perec, ‘Yaşam Kullanma Kılavuzu’ adlı kitabını, okuyucusunun varlığının farkındalığına katkıda bulunmak amacıyla yazmış olabildiği gibi, varlık sorunsalını da yaşamın bir olgusu gibi görmeyi de amaçlıyor olabilir.

Böylesi bir kitap nasıl yazılabilmiş diye çok düşündüm. Nasıl okunabilmesi gereklidir diye düşündüğüm kadar. Çünkü bir kılavuz ancak kendini anlatabilir veya anlamak isteyenlere yol gösterir. Oysa kitabı okuduğunuzda kılavuz da, yol da, yolcu da sizsiniz.

Georges Perec, 1936  yılında Paris’te doğdu. Tüm yaşamının da, Paris ve çevresinde geçtiği bilinir. Sosyolog ve yazardır. II. Dünya Savaşı’nda henüz üç yaşındayken babasını savaşta kaybetti. Annesi Fransa’nın köklü Yahudi ailelerinden biriydi; 1942’de Paris’te aniden ortadan kayboldu. Uzun aramalar sonucu, yıllar sonra  Auschwitz Kampı’nda öldüğü öğrenildi. Perec akrabaları tarafından büyütüldü. Savaş süresince Paris ve çevresi boyunca yer değiştirmeler, saklanmalar, direnişçilere katılmalar, savaş sonrası Komünist Parti üyeliği, politika ve akademik çevrelerde etkinlikler gibi çok yoğun dönemlerden geçti. İlk romanı Les Choses 1965’de yayınlandı ve Renaudot Ödülü’nü aldı. Bu tarihten sonra yirmiye yakın kitap yazdı. 1969’da yayınlanan LaDisparition (Kayboluş) adlı romanını paradoksal bir ironiyle hiç ‘E’ harfi kullanmadan yazdı. Adeta kaybolan E harflerinin izini sürüyordu romanı. 1978’de yayınlanan La Vie Mode d’Emploi en önemli yapıtlarından ve Medici Ödülü’ne değer görüldü.

Georges Perec, Yaşam Kullanma Kılavuzu adlı kitabına Jules Verne’nin Michel Strogoff romanından bir cümleyi ön sözüne katarak başlamış:

“Bak, bütün gözlerinle bak.”

Kitap bir puzzle’ın nasıl işlevsellik kazandığını anlatarak başlıyor ve bu kitapla ne menem bir yolculuğa çıkacağınızın ipuçlarını baştan veriyor.

Perec romanının adeta kahramanı olan puzzle’ı şöyle tanımlıyor. “Puzzle önce ayrıştırılıp sonra incelenecek bir parçalar toplamı değildir, bir bütündür… Bir puzzle hiçbir zaman onu oluşturan şeylerin tek tek irdelenmesiyle anlaşılamaz ve bütün hakkında bir fikir veremez.”

Bu mantıkla ilerleyen yazar bir bütünü oluşturan puzzle parçalarının her birinin yerini ilgili ve ilgisiz hikâyelerle tanımlayıp okuyucusunun onun tam yerini bulmasını sağlıyor. Bazen iki ileri bir geri, bazen bir arada yürüyerek ya da koşarak ilerliyor.

Bu hikâyeler, Paris Simon-Crubellier Sokağı, No. 11 adresindeki bir apartmanın 1883-1975 yılları arasında, 92 yıl yaşayan sakinleri ve onların hayatlarına katılan kişiler/eşyalar/anılar üzerine yazılmış öyküler kurgulanarak anlatılıyor. Birçok öykü aslında birçok yaşam.

Yazar kitabını on yıl boyunca tasarlamış, iki yılda yazmış ve okuyucusunun bunu belki bir günde bir solukta okuyabileceğini hayal etmiş; belki de hiç okuyamayacağını.

Ama her başlayanın uzandığı yolculukta mutlaka kendinden bir şeyler bulabileceği bir Yaşam Kullanma Kılavuzu hazırlamış.

Bu kılavuz düzensizliğin içindeki düzeni ve/ ya da büyük bir düzen içinde yer alan son derece düzenli bir düzensizliği anlatılır…

Yani yaşamın kendisini.

Paris’te kuşaklara yayılan kiracıları ve sahipleriyle yaşayan bu bina çok şematik planlarla da tanımlanıyor. Planlarını, katlarını, yapıyı düşlediğinizde puzzle’ın çerçevesini çizmiş gibi olup artık içini doldurmayı hedefliyorsunuz. Bunların parça parça, kat kat yaşamları, kimi zaman ayrıntılarla, kimi zamanda bir yığın gereksiz şeyle birlikte ve gerçek öyküleriyle doldurulduğunu görüyorsunuz.

Tüm dairelerin, mahzenlerin hatta asansörün bile hikâyeleri var. Bir apartmanda yaşanabilecek her şeyin, ama her şeyin bir hikâyesi olduğu gibi.

Perec bu hikâyelerinde kendi yaşantısından derlenmiş anılarından kesitler çizdiği gibi soyut kavramlara, an ve duygu tanımlarına da değiniyor. Güldürüyor düşündürüyor sorgulatıyor.

Örneğin piyanoyu akort etmeye gelen sağır adamın, daha önce evin antikalarına zarar verdiği için eve girmesi yasaklanan ve bu yüzden merdivenlerde dedesini beklerken kitap okuyan küçük torunun okuduğu kitabı da anlatıyor.

Bir dairede bulunan ve çocukluğunda gördüğü bir tablonun ayrıntılarını tanımlayıp tablonun içinde olan bir küçük nesnenin ve o kişinin öyküsü de bunlardan biri. Üç Özgür Adam tarikatı, asansörde kalan dört kişi, dolandırılan uzman, kitabını basmayı kabul etmeyen akademisyenin, kitabı kendi yazması üzerine insanlardan uzaklaşan doktor, lüks yatak odası takımı yüzünden evlenmek zorunda kalan çift, trapezinden inmek istemeyen akrobat, kendisinden kaçan ilkel bir kabile arkasında ömrünü harcayan antropolog, Hitler’in hâlâ hayatta olduğuna dair bulunan kanıtlar gibi birçok konu, birçok an, bu apartmanın odalarının köşelerinde, zaman ile nesneler ile yazar ve okur ile başbaşalığını sürdürüyor.

Perec 1001 Gece Masalları’na da göndermeler yapıp düşlerini de koridorlarına balkonlarına sokuyor. Goethe’ye de, Kafka’ya da, Mark Twain’e de göndermeler yapıyor. Kore’de ölüme terk edilen koca bir birlik askere üzülürken, süper star olmak için cinsiyet değiştiren gitaristle de birlikte yaşıyoruz apartmanın farklı zamanlarında.

Artık puzzle yavaş yavaş tamamlanmakta, yazar, okur ve yol, başbaşa bu serüvenin keyfini sürmektedir.

Bu kitap, kimine göre heybesinde biriktirdiği onlarca anıyla süslü bir yolcunun sihirli hikâyeler çuvalı, kimine göre hikâyelerin kendi yaşamlarımızın aynası olduğu bir serüvenler dizisini anlatıyor. Hangi sayfayı açsanız yaşamdan bir kesit ve son derece bütünlüklü bir öykü çıkıyor karşınıza.

Ve bu öykü aslında gerçek bir yaşam gibi, adeta tamamlandıkça eksilen bir puzzle’ın parçaları gibi. Ne kadar baksak da hep atladığımız, unuttuğumuz eksikliğini hep duyumsadığımız kaçırdığımız anların varlığımızdaki izlerine özlemle ve elimizden bir şey gelmeden bakar gibi.