Gila Kohen her şey sana göreydi

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
1 Haziran 2011 Çarşamba

Uçup giden zaman beraberinde neler götürüyor, neler getiriyor? Pazar günü öğleden sonra VI. Gila Kohen Öykü Yarışması’nın ödül töreni için Schneidertempel Sanat Merkezi’nde bir araya geldik. Bir kurum bir etkinlik gerçekleştirdiğinde kendi tarzını yansıtır. Ne mutlu bize ki, böyle bir günde sevgili dostumuz Gila Kohen’in de karakterini yansıtabildik. Tören, konukları, yapılan konuşmaları ile ölçülü, samimi, sanatsal ve edebi değeri hayli yüksek bir ortamda gerçekleşti. Hahambaşı Rav İsak Haleva’nın Gila hakkındaki sözleri ve bu yarışmanın ülkemize fikir adamları yetiştirmesindeki öneminin yanı sıra yarışma birincisi Yelda Karataş’ın renkli konuşması hepimizi heyecanlandırdı. Çoktandır Şalom Ailesi’ne katılan Ulus Musevi  Lisesi Edebiyat Bölüm Başkanı Tülay Gürler Kurtuluş günün sunuculuğunu üstlendi. O duru ve berrak Türkçesiyle, sözlerinin içeriği ile Gila’ya ulaşan bir ses oldu.

Gelen konuklar arasında en çok içimizi ısıtanlardan biri Onursal Başkan Bensiyon Pinto ve eşi Eti Pinto oldu. Her fırsatta beraber görmeye alıştığımız bu çiftin birçoğumuza örnek teşkil etmesini dilerim.

Jüri Başkanı Feridun Andaç’ın dediği gibi bu yarışma artık Türkiye’nindir. Dolayısı ile onu tanıyanlar kadar tanımayanların da malıdır.

* * *

Benim için bu öykü yarışmasının iki önemli unsuru var. Biri öpmek için parmak uçlarına kalktığım Gila Kohen’in ‘paşa’sı, oğlu Albi. Zira o bizim için gözlerinde yaşam ışığı ile geleceği temsil eder. Diğeri ise Gila’nın ablası Stella İlyazer’dir. Her ne kadar iki kardeş birbirinden çok farklı mizaçlara sahipse de, Stella’da  Gila’nın sıcaklığını ve bugünün paylaşımını yaşıyoruz.

Bu yarışma, daha öncekiler gibi, bize yeni dostlar kazandırdı. Teşekkürler sana Gila. Her zamanki gibi o gün gelenler güzel anılarla yaşayacaklar. Gelmeyenlerin de canı sağ olsun.

* * *

Adaları tam zamanında terk ettin Giluş. On iki yıl önce gittiğinde işler çok farklıydı. O halde neden gitmeyi sürdürüyorsunuz? diye sorarsan, bu da başka bir yazı konusu. Şimdi, geçen hafta söz verdiğim üzere ‘Ada’ yazısının devamını getiriyorum.

* * *

Motordan inince gördüğümüz  papatyalı taçlar hala revaçta… Vapur çıkışında turistik eşya satan bir- iki dükkanı saymazsak, yol sağlı sollu dondurmacılar piyasası olmuş.

Saat kulesinin bulunduğu meydana geldiğimizde, uzayıp giden araba kuyrukları, daha önce var olan cafeler, döner sarayları, kebapçılar ve bunlardan yükselen kesif bir dumanla kokular… Gıdanın dışındaki en önemli faktör yerli/yabancı turistlere bisiklet kiralayan dükkanlar. Mantar gibi bitmişler.

Anlaşılan Ada artık Adalılardan ziyade dışarıdan gelenlerin zevkine göre düzenleniyor. Çarşıdan geçmeyi içim almadı. Bir günde bu kadar değişime tanıklık etmek yetti. Güzelim manavların kapanıp yerine marketsaların açılmasını hazmedemiyorum.

Kendimizi güruhun arasından sıyırıp evin yolunu tuttuk.  Nihayet sessizlik!