Mitoz Bölünme

Metin BONFİL ŞalomDergi
16 Mart 2011 Çarşamba

Küçük ve orta boy işletmelerin genelde ekonominin ve istihdamın dinamosu oldukları kabul edilir.  Aynı şekilde, KOBİ’lerin genelde aile şirketleri olduğu ve aile şirketlerinin sağlıklı büyümelerinin de istihdam yaratmak ve ekonominin canlılığı birinci derecede önemli olduğu düşünülmektedir. 

Aile şirketlerinin akıbeti, kurucu neslin çalışma enerjisinin sonlarına gelindiğinde belli olmaktadır.  Bazıları başarılı bir şekilde bir sonraki nesle devrederken, birçoğu 2. nesilde, onu da geçenlerin çoğunluğu ise 3. nesilde takılmaktadır.   ABD’deki Aile Şirketi Enstitüsü (www.ffi.org)’nün araştırmasına göre, ABD’deki aile şirketlerinin sadece % 30’u ikinci nesle ve sadece % 12’si de 3. nesle devretmektedir.

Ekonominin belkemiği olan aile işletmelerinin büyüyüp palazlanabildikleri takdirde, global rekabet ortamında daha başarılı olacakları, daha fazla yatırım yapıp istihdam yaratabilecekleri kuşkusuzdur.  Bu konunun öneminden dolayı TUSIAD, aile şirketlerinin kurucu nesilden daha uzun bir ömre sahip olmasının önemine ve yollarına değinen bir dizi konferanslar başlatmıştır.  Bu ayın başında Sabancı Holding binasında gerçekleştirilen ilk konferansta İnci Holding ve Kilsan A.Ş.’nin ortaklarının bu süreci nasıl yaşadıklarına dair birinci ağızdan bilgi almak, toplantıya katılan ve aynı sorunu paylaşan aileler için çok ilginç bir açılım olmuştur.

Derler ya, Çinliler aileyi şirket gibi, Japonlar da şirketi aile gibi yönetirler.  Bu deyimden ben aile ve şirket kavramlarının birlikte sürdürülmesinden güç alınabileceğini anlıyorum.  Oysa bizde durum pek buna benzemez.  Türkiye’deki aile şirketlerin uzun vadedeki akıbetini tarif eden olay, olsa olsa, “mitoz bölünme”dir.

Aile şirketlerine geçmeden önce, küçüklüğümüzde coğrafya kitaplarında okuduğumuz “Türkiye’nin Avrupa’nın tahıl ambarı olduğu” tespitinin nasıl bozulduğunu anlamakta yarar var.  Evet, bir zamanların tahıl ambarı olan Türkiye, sadece patates, şeker pancarı ve nohutta kendine yetebilmektedir.  Geri kalan tüm tahıl ürünlerinde az ya da çok ithalat söz konusudur.  Bir zamanlar kırmızı et ihraç eden Türkiye, artık en büyük et ithalatçılarından biri olma yolundadır. 

Tarım’ın gerilemesi, siyasiler tarafından “tarımdan sanayiye geçen bir Türkiye” masalı ile açıklanmaya çalışılmaktadır.  Ancak, esas konu, “tarımda sanayiye geçemeyen bir Türkiye” ile açıklanmak durumundadır.

Endüstriyel tarıma geçilememesindeki en büyük mani “ölçek”tir.  Tarım arazileri bölüne bölüne artık bahçe boyuna inmiştir.  En küçük traktör dahi fazla gelmekte, küçük bir tarım işletmesinden elde edilen mahsul de onu işletenlere az gelmektedir.  Çok çocuklu kırsal kesimde nesilden nesle geçen tarım arazileri, bir nevi mitoz bölünme ile Türkiye’nin tahıl ambarı olması savını artık eski bir masal haline getirmiştir.

Şimdi sıra aile şirketlerindedir. 

1950’lerde Menderes zamanında ortaya çıkan serbestiyet sonrasında sanayileşmeye başlayan, devletçilikten özel teşebbüse geçmeye çalışan Türkiye ekonomisinin ilk girişimcilerinin kurduğu şirketler artık ikinci hatta üçüncü nesle devretmektedir.  Eski İstanbul sermayesini temsil eden birçok tanınmış aile, şirketlerinde kurucularının vefatından sonra ortaya çıkan hisse bölünmesi ve lider boşluğu gibi tehditlerle yüz yüze gelmiştir.  Aile’nin kurumsallaştırılması gereğini daha yakından anlamaktadırlar. 

Bölünme çatışmayı, çatışma da şirketlerin sonunu getirmektedir.

Meksika’da aile şirketlerinin nasıl 3 nesil içinde tükendiğine dair bir atasözü varmış: “Baba – tüccar; Oğul – playboy; Torun – dilenci...”

Ailenin kurumsallaştırılması, hisselerin bölünmesinden sonra ortaya çıkabilecek menfaat çatışmalarının, henüz çatışma çıkmadan önce, nasıl halledileceği konusunda mutabakat sağlamaktan başka bir şey değildir.  Bu çatışmaların çözümlenmesinin, aile şirketlerinin kurucu nesil hayata veda ettikten sonra da palazlanmalarına ve dolayısı ile Türkiye’nin sermaye birikimine daha da çok katkıda bulunacakları aşikârdır.

Veraset kanunlarından kaynaklanan mitoz bölünmeyi henüz yaşamayan aile şirketlerinde ise ‘kurumsallaşma’ kavramı tam tersine, antipati yaratmaktadır.  Kurumsallaşmanın, aile işinde var gücüyle çalışan aile fertlerinin yerine profesyonel yönetici getirilmesi gibi bir teklif olduğu düşünülmektedir. Evet, aile şirketinde çalışan aile fertleri, daha az maaşla, daha uzun vadeli motiflerle çalışmaktadır.  Profesyonel yöneticilerin, “bir gün burası benim olacak” gibi bir beklenti ile düşük maaşlara razı olma şansı pek yoktur.  Yönetimde süreklilik, objektiflik gibi kavramlar, ancak şirket kurucularının göçmesi halinde daha iyi anlaşılmaktadır.

Büyük ölçüde emeklilik fonlarını ve petrodolarları yöneten private equity fonları hem kıta Avrupasında hem de ABD’de nesilden nesle geçmekte zorlanan aile şirketlerini satın alarak bunları geliştirmekte ve aldıktan belli bir zaman sonra da bunları çok uluslu şirketlere teslim etmektedirler.  Bu bir şanstır, çünkü kurduğunuz şirketi satmak, onu nesilden nesle (hisselerin bölünmesine rağmen) devretmekten daha kolaydır.

Sermaye milliyetçiliğini savunmak doğru olmaz ama yabancı fonlar veya stratejik yatırımcılar büyümekte olan Türk şirketlerinin yönetim kontrolünü ele geçirdikçe, Türk şirketlerinin bölgesel güç olma vizyonlarının sulandırılması kaçınılmazdır.

Büyük sermayeli Türk şirketlerinin global piyasalarda güçlü oyuncular olarak yer alması artık hayal değil bir fırsattır.  Uzun vadede, mitoz bölünme dolayısı ile ortaya çıkabilecek ölçek yetersizliği, belki de bu fırsatın karşısındaki en önemli tehditlerden biridir.  Bu nedenle, bugünün ve geleceğin büyük aile şirketlerinin birikimlerini ve yatırımlarını nesilden nesle devretmeyi başarmaları önemle rica olunur.