Hayat üç çeyrek

Eddi ANTER Diğer
4 Mayıs 2011 Çarşamba

Her şey çocukluk arkadaşım Ezra Ören’in yazdığı şiiri okumakla başladı.

“Elli yaş adım ve elli yaşında gerçekten bilirsin

Uçmayı bilmediğini ama nasıl uçulacağını

Kadınların tadını ama acıktıkça lezzetli olduğunu

Dostların bir kelepçe ve anahtarın sende olduğunu

Çocuklarının her an göçmen kuşlara özendiğini

“Gücün” kaslarda olmadığını ama geliştirmen gerektiğini

Kaybedeceklerinin kazanacaklarını ilk defa geçtiğini

Sağırların ve körlerin nasıl da mutlu olabildiklerini

Daha yaşamının henüz ilk ellinci baharında, bildiğini bilirsin

Ama ne güzel salar insan kendini yokuş aşağıya, onu henüz bilmezsin.”

İlginçtir doğum günü kutlamaları. Bir pasta, seni seven eş, dost, aile, akraba ve arkadaşlardan oluşan bir grup insan eşliğinde üzerinde olan mumları üflersin. Alkışlarla beraber gülücükler dağıtır, boy boy pozlar verirsin. Nedir kutladığın şey diye düşünmezsin. Üflediğin mumların her biri senin yaşadığın, ardında bıraktığın, geçen senelerdir. Kaç yılın bittiğinin hatırlatmasıdır sana. Toplamını bilmediğine, daha kaç sene yaşayacağın belli olmadığına göre nedir yapılan bu tören? Yüzyıllardır biz neyi kutladığımızı sanıyoruz? Aslen olması gereken doğduğun günün ertesinde bir yeni mum yakıp onu yanık halde bırakmak değil midir? Hayatı, yeni bir günü kutlamak adına yapılması icap eden budur işin aslı. Yeni bir gün, yeni bir hayat ve onun ışığını yakmak…

Doğum günlerinde bazı seneler özel sayılır. Aynı evlilik yıldönümlerinde olan 10. yıl, 25. yıl, 50. yıl ya da her iki kişi hayattaysa ve birbirlerine dayanılabilmişse 75. yıl kutlaması gibi.  Mesela 18 yaş çoğu ülkede dönüm noktasıdır. Kişi reşit olur, ehliyete kavuşur ve hürriyetin tadını almaya başlar. Her şeyi bildiğini sandığı ve ailesinden bağımsız olduğunu düşündüğü yaşlardır. Ben şahsen hürriyetin tadına 40’lı yaşlarımda vardım. Bazı sorularıma cevaplar buldum ve ilk defa ellerimi bırakarak yokuş aşağıya bisikletle gittim. Tüm korkularımla birlikte, onları kabullenmiş bir halde cesurca son sürat yaptım bunu…

Ardından 25 yaş belki de 30 yaş faslı vardır, önemli dönüm noktası sayılan. Okul biter, iş, güç, evlilik, aile kararları verilir. Sonra sağına soluna bakmadan, açan gülleri koklamadan devam ederiz hayat oyununa. Bir koşturma içinde sürükleniriz. Durmayız çünkü hedefler vardır. Vakit kısıtlıdır. Acele içindeyizdir.

Kadın veya erkekte biraz farklı olsa da pek çoğu 29 ve 39’da bir süre, bazen birkaç sene takılı kalmayı sever. Sonradan 49 yaşına gelip ikinci baharın çiçekleri filizlenmeye başlayınca birden 50’nin her iki basamağı adamı çarpar. “Ben artık 50 yaşındayım” sendromuna girer. Yolun yarısı diye düşünüp kendini aldatmak ister ancak 100 yaşına kadar yaşamış pek insan tanımadığını beyin ona hatırlatır. Şiirde yazıldığı gibi artık kaybedecekleri kazanacaklardan daha fazladır.

Bu sene pek çok arkadaş ve dostum gibi, üç çeyreklik ömrün iki çeyreğini tüketmiş biri olarak Allah’ın izniyle 50. yaşımı kutlayacağım. Artık hiçbir pastaya bu kadar mumun sığmayacağının da farkındayım. Sağlık olsun ne diyeyim!

Her kafa ve bilinç kendi kendine bir ömür süreci biçmiştir. Beyin bunu bilir ve bunu anlamakta zorlanmaz. Zor olan tarafı Halil Cibran’ın dediği gibi: “Ölüm yaşlılara yeni doğmuş bebeklere olduğundan daha yakın değildir; yaşam da.” 

İnsan ömrü 70 en fazla 80 senedir diye de Kutsal Kitap’ta yazılı… Bu ne demek? Herkesin bu süreyi yaşamak garantisi var mı? Yoksa yaşam daha mı uzun daha mı kısa? Kim neye göre yaşıyor? Bu sorulara cevapları arayanlar ve hayatını bu yola adayanlar henüz yanıtların hepsini bulamadılar. Çünkü bizler kısıtlı ve sınırlı bir zekâyla Sonsuzu anlamaya çalışıyoruz. Olmuyor, olmayacak… O zaman ne yapmak lazım? Hayatı yaşamak… Anda olmak….  Farkındalığı arttırmak. Bu sözleri kaç kez duyduk? Bu konuda kaç tane seminere gittik? Bu uğurda ne kitaplar okuduk? Neye yaradı? Kim faydalandı? Bunun cevabı da yüzünüzde, gözlerinizde saklı. Bilin ki Işığı gören Işığı saçar.

Tüm dünya ve varoluşun merkezinde yalnız sevgi vardır. Sevgidir dünyayı ayakta tutan ve onun ötesinde olan da saf Bir Işıktır. Her birimiz İlahi Işığın birer parçasıyız. O yüzden iyisi mi mum üfleyip karanlıkta kalmak yerine aydınlığa çıkalım. Işığı saçmak adına bir mum yakalım. İsteyen 5 arzu eden 50 mum yaksın, önemli değil. Işık hepimizin içinde, gizlenmiş saklanıyor. Maksat bir şeyi yakıp etrafı aydınlatmak ve Işığı yaymak.  Sonsuza kadar… Bunun ötesinde ne var sanıyorsunuz?