Ölüdeniz El Yazmaları veya Kumran Metinleri

Doç. Dr. Kürşat DEMİRCİ Köşe Yazısı 0 yorum
24 Kasım 2010 Çarşamba

Ölüdeniz El Yazmaları 1945-46  yılları arasında İsrail’de Ölüdeniz’in (veya Lut Gölü) kuzeybatı kıyılarındaki Kumran Mağaraları’nda keşfedilen ve Yahudilik tarihinin karanlık bir dönemine ışık tutan metinlerdir. 972 parçadan oluşan bu metinler büyük oranda İbranice, Aramice ve kısmen de Grekçe yazılmışlardır. Bölgedeki on bir kadar mağarada ele geçirilen bu yazmalar çoğunlukla parşömen bazen de deri veya bakır rulolar üzerine yazılı olarak bulunmuştur. Kumran ya da Ölüdeniz metinleri olarak literatüre geçen bu metinler Yahudiliğin 1. Diaspora sonrası ve belki de öncesi tarihi, Yahudi dini edebiyatı ve erken Hıristiyanlık dönemi için eşsiz öneme sahiptirler. Yazmaların önemli kısmı M.Ö. 200 – M.S. 50 arasına, dinler tarihi çalışmalarında intertestamental (eski ve yeni Ahid’in yazılımlarını esas alan bir ifade) denilen döneme tarihlendirilmektedir. Bu dönem söz konusu coğrafya için Büyük İskender’den kalan Makedon Selevkid Krallığı, Yahudi Haşmoni egemenliği ve Roma İmparatorluk dönemini kapsayacak geniş spektrumlu bir süreci içerir. Yahudi dini literatür tarihinde Tanah’ın (Eski Ahid, Old Testament) bazı kısımlarının yazıldığı ya da yeniden düzenlendiği, apokrif (ikincil öneme sahip) metinlerin kayda geçirildiği Zugot ve Tannaim adıyla bilinen bir döneme denk düşer. Özellikle Tanah’ın kanonize (derlendiği) edildiği ve Talmud veya Midraş gibi gelenekleri oluşturan şifahi rivayetlerin ortaya çıkmaya başladığı bu dönemler, Hıristiyanlığın geri zeminine de kaynaklık teşkil eder. Bundan dolayı Kumran metinleri Yahudiliği ve Hıristiyanlığı anlamak için son derece önemlidir.

Ölüdeniz metinleri konularına göre tasnif edilecek olursa üç ana gruba ayrılır. Tanah’ın çeşitli versiyonlarını içeren kopyalar, Apokrifal metinler ve kimliğini tam tespit edemediğimiz yazmaları üreten Yahudi gruplarına ait Sekterian (mezhep) metinler.

Ele geçirilen metinlerin yüzde 40 civarı Tanah’a ait kopyalardır. Bugüne kadar Yahudilerin kullandığı Tanah’ın en erken ve komple İbranice nüshası olan Masoretik metin veya Halep kodeksi olarak bilinen nüsha M.S.10. yüzyıl civarına tarihlendiğine göre, Ölüdeniz El Yazmaları arasında çıkan metinlerin bu kadar erken bir zamana ait oluşu Kumran tekstlerinin Yahudilik çalışmalarında ne kadar önemli olduğunun iyi bir delilini teşkil eder. Bilindiği üzere Tanah’ın en erken Grekçe nüshaları da M.S. 4. yüzyıl civarına tarihlenen Codex Vatikanus ile Codex Sinaetikus’tur. Kumran metinlerinde Tanah’ın, Ester Kitabı hariç, bütün koleksiyonları mevcuttur. Bulunan versiyonlarla mevcut Masoretik metin arasında yüzde 40 civarında benzerlik mevcutken, yüzde 60 kadar farklı yazımlar veya terminolojiler vardır. Metinlerde kaydedildiği şekliyle mevcut Tanah nüshalarının yüzde 5’i Samirice nüshayla, yüzde 5’i de Septuagint metniyle tam bir mütabakat halindedir.

Bu ve benzeri sebepler dolayısıyla bazı bilim adamları Masoretik metne kaynaklık teşkil eden ana bir nüshanın Ölüdeniz yazmalarıyla teyid edildiğini söylese bile, yaygın görüş bu dönemde henüz ana bir Kanonik Tanah nüshasının tespit edilmediği şeklindedir. Daha irticaları ve çeşitli Yahudi gruplarının kaleme aldığı farklı nüshalar muhtemelen M.S. 1. yüzyılda ana bir metne dönüşecek olsa gerek ki, bu metin muhtemelen Masoretik metnin de temelini oluşturacaktır. Septuagint veya LXX’ler tercümesi de belli bir ana metinden yapılmış olmaktan ziyade mevcut çeşitli nüshalardan yapılmış irticali bir metin olsa gerek. Fakat her halukarda Masoretik metinle yazmalar arasındaki yakın benzerlik, bu dönemde pre-masoretik geleneği oluşturan çevrelerin güçlü bir gelenek olduğuna işaret etmektedir. Daha basitçesi, bugünkü Yahudilerin kullandığı İbranice Tanah veya Masoretik tekstin en erken örneği bu yazmaların içinde bulunmuştur.

Kumran metinlerinde ele geçirilen Apokrifal olarak adlandırılan kısımlarsa Yahudi Midraş geleneğine kaynaklık teşkil etmesi açısından önemlidir. Bu metinlerin önemli bir kısmı eskatolojik mahiyettedir. Daha açık bir ifadeyle dünyanın sonuna yönelik konuları içerir. Bununla birlikte kainatın ve insanın yaratılışına yönelik konular da ele alınmıştır. Özellikle Enok kitabı önemlidir. Apokrif olarak adlandırılan metinler esas alındığında, yazmaları oluşturan Yahudi cemaatinin, dönemin Rabbinik geleneğinden farklı olarak mistik karakterde olduğu düşünülmektedir. Kimi tarihçiler bu cemaati, Maaasa Bereşit adıyla bilinen erken dönem Kabalacılığının kurucuları olarak kabul eder. Bu grupta Enok kitabı dışında Jubilee, Tobit gibi başka metinler de mevcuttur.

Cemaatin kendisine ait yaşam tarzını veya dünya görüşünü anlatan üçüncü gruptaysa “cemaat kuralları”, “Savaş Rulosu”, “Habakuk Kitabı’na tefsir” gibi metinler vardır. Bu metinlerden öğrenildiği kadarıyla cemaatin son derece münzevi bir hayat yaşadığı ve Mesih’in dönüşüne odaklanan bir yaşam kurguladıkları anlaşılıyor. Her sabah soğuk suyla yaptıkları vaftiz törenleri Yeni Ahid’deki Vaftizci Yahya fenomenine oldukça benzer; bundan dolayı Yahya’nın Kumran cemaatine mensup olduğu tahmin edilmektedir. Daha ötede Ölüdeniz metinleriyle Hıristiyanlığın Yeni Ahid’i arasındaki benzerlikler ilk Hıristiyanların bu gruptan olduğunu düşündürmektedir.

Özellikle Yuhanna İncili’ndeki bazı mistik terminolojiler İsa’yı ve havarileri Kumran cemaatine yaklaştırmatadır. Öte yandan Yeni Ahid’e göre Paul’ün İsa vizyonunu gördüğü Şam’ın da Suriye’deki Şam olmadığı Kumran olduğu artık bilinmektedir. Bu cemaat modern Kumran bölgesini Şam olarak adlandırmıştır. Herhalde Paul’ün ilk Hıristiyanları sorgulamak üzere takip ettiği yer Kumran’dır.

Ölüdeniz metinlerini kayda geçirenlerin kimliğine gelince, aslında çok somut bilgilere sahip değiliz. Fakat Piliny gibi dönemin bazı antikçağ tarih yazarları esas alındığında, Kumran cemaatinin o dönemin Esseni adıyla bilinen bir Yahudi mezhebi olduğu varsayılmaktadır. Bununla birlikte köken meselesi henüz tartışılmalıdır. Hatta bazı tarihçiler aslında metinlerin hiçbir özel Yahudi grubuna ait olmadığını, fakat M.S. 70’deki Roma’nın Kudüs’ü kuşatması sırasında çoğunlukla Kudüs’ten kaçırılarak buradaki mağaralara saklanan çeşitli metinler olduğunu ileri sürmektedir. Fakat bu görüşün doğruluğu oldukça zayıftır.

DOÇ. DR. KÜRŞAT DEMİRCİ kimdir?

1961 yılında İstanbul’da doğan Kürşat Demirci, 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde hazırladığı Tekvin’deki Yaratılış Kıssalarının Çivi Yazılı Kaynaklardaki Yaratılış Kıssalarıyla Mukayesesi adlı doktora tezini 1995 yılında tamamladı. Dinler tarihi konusunda uzman olan Doç. Dr. Demirci’nin bu alanda yayınlanmış kitapları bulunuyor.

1 Yorum