Türkiye-İsrail ilişkileri nereye?

Herhangi bir Türk Yahudisine hayatında en istemediği gelişmelerin ne olabileceğini sorsanız, her dünya insanı gibi ilkin sağlığının, sonra aile mutluluğunun bozulmasını ve sonra da maddi probleme düşmesini söyleyecektir. Lakin hemen sonra da Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasını belirtecektir. Limmud Festivali’nde düzenlediğim panelde neler oldu?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
10 Kasım 2010 Çarşamba

1994’ün bir Kasım günüydü. Galiba 4 Kasım’dı. Bu satırların yazarı ender çok mutlu günlerinden birini yaşıyordu. Zira o gün, Kudüs’ün meşhur King David Oteli’nin görkemli ana salonunda tarihi bir ana tanıklık ediyordu. Bir kaç metre mesafesindeki büyük masada Türkiye Başbakanı - Tansu Çiler- ile İsrail Başbakanı -Yitshak Rabin- birkaç ciltten oluşan anlaşma metinlerini imzalıyorlardı. İki ülke arasında her alanda yeni işbirliği yolları açılıyordu. Gazeteci olarak gelmiştik oraya ama kim bizim bu sevinci hissetmemize engel olabilirdi ki?

Tüm engellere rağmen iki ülke, bölgenin yegâne iki demokrasi ülkesi, iki cesur yönetim sayesinde önemli anlaşmalara start veriyorlardı. Unutulması güç anlardı. Portakal sularıyla dolu kadehler havaya kaldırıldığında hani, Nazim’ın “mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?” mısrası geliyordu aklımıza naif bir refleksle.

O imzalar iki ülkeye 1990’lı yıllarda tarihlerinin en büyük, en güçlü ilişkilerini yaşatacaktı. Yani altın çağlarını.

Bu çağın en üst noktası ise dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in 2006 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşma olacaktı.

Birimize bir gün, İsrail lideri gelecek, mecliste konuşma yapacak dense, “insan hayal ettiği sürece yaşar” derdik herhalde…

Lakin doğa kanunu her yerde kendini gösterecekti hayatta. Her çıkışın bir inişi vardır derler ya işte iki ülke arasında tepe noktasına ulaşan o güzellik aynı yıl inişe geçecekti nitekim. Lübnan Savaşı, daha sonra Gazze saldırıları derken ‘one minute’ olayı, alçak koltuk skandalı ilişkileri iyice gerecek ve en son darbeyi vuracak, 9 Türk’ün öldürüldüğü Mavi Marmara olayı olacaktı. 1994’lerde yükselmeye başlayan ilişkilerin 2006’daki tepe noktasını gördükten sonra ‘serbest düşüşe’ geçmesiyle birlikte bugün gelinen nokta hüzün vericidir.

***

Herhangi bir Türk Yahudisine, hayatta en istemediği gelişmelerin ne olduğunu sorsanız, her dünya insanı gibi, ilkin sağlığının bozulmasını, sonra aile mutluluğunun yok olmasını ve sonra da maddi gücünün zarara uğramasını saydıktan sonra istisnasız, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasını söyleyecektir. Doğaldır çünkü biri doğduğu, yaşadığı vatanı, diğeri ise kültürüne uzak da olsa dindaşlarının ve akrabalarının yaşadığı bir ülke. Bu iki ülkenin arasının bozulmasını ister mi Türk Yahudisi?

Ama oldu işte. Bugün bu ilişkiler tarihinin en dip noktasını görmüş durumda. Daha derin olabilir mi diye soruyor insan…

Nedenini, niçinini tartışmak önemli mi bilemiyorum ama geçtiğimiz Pazar günü Limmud Kültür Festivali kapsamında “Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceği” adlı bir panel yönettim ve gördüm ki Türk Yahudisi bir umut arayışı, bir ışık görme çabası içinde. Zira her iki ülkede de kimyaları birbirleriyle uyuşmayan iki hükümet var ve her ikisinin de kendi profillerine uygun seçmenlerine yönelik politikaları var…

Hani Leonard Cohen’in dediği gibi, “her duvarda mutlaka bir çatlak vardır, ışık oradan girer”ihatırlıyor insan. Çatlak nerede acaba? Işığı görebilecek miyiz?

***

Panele katılan çok değerli gazeteci yazarlar Taha Akyol, Sedat Ergin, Semih İdiz ve Aslı Aydıntaşbaş’a en içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Yüzlerce kişinin sağlıksız koşullarda büyük ilgiyle izlediği panel, umudu arayan Türk Yahudilerini belki tatmin etmedi ama gerçekleri bir kez daha gösterme ve idrak etme fırsatı vermiş oldu.

Taha Akyol, İsrail’in hatalarını söylerken samimi duygularıyla zaman içinde tansiyonun düşeceğini, ilişkilerin daha iyi olacağına inandığını belirtiyordu. Sedat Ergin ise iki ülke ilişkilerini tarihsel perspektiften irdelerken, geleceği öngörmekte hepimiz gibi zorlandığını ima ediyordu.

Aslı Aydıntaşbaş, artık ‘yeni’ bir Türkiye, yeni bir dış politika var derken, Türkiye’nin 100 yıl sonra Ortadoğu’ya geri döndüğünü söylüyordu.

Semih İdiz ise ilişkilerin yakın zamanda çözülemeyeceğini ama bu durumun her iki taraf için de maliyeti olduğunu belirtiyordu.

Ve önemli bir nokta: İdiz; Suriye Devlet Başkanı Başer Esad’ın, Türkiye, İsrail ve Suriye arasında arabulucuk yapmak istiyorsa her iki ülkeye de eşit mesafede olması gerektiğine benzer bir söylemini hatırlatıyordu bize.

***

Özcümle,

Türk Yahudisi, ikili ilişkilerin düzelmesini bekliyor.