Torunuma mektuplar -13/ Dost dediğin…

Sara YANAROCAK Kavram
2 Şubat 2011 Çarşamba

Dost dediğin

Sevilecek biri olmadığın zamanda bile seni sevmeli…

Sarılacak biri olmadığın zaman bile sana sarılmalı

Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı…

 

Dost dediğin;

Fanatik olmalı

Bütün dünya seni üzdüğünde sana moral vermeli.

Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,

Ve ağladığından seninle ağlamalı

Ama hepsinden daha çok dost, matematiksel olmalı

 

Sevinci çarpmalı

Üzüntüyü bölmeli

Geçmişi çıkarmalı

Yarını toplamalı 

Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı..

Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı…

İşi bitince seni bir kenara atmamalı…

Mevlana

Merhaba Sevgili Guy’cığım. Babaannesinin güneş saçlı oğlu. Sana uzunca bir zamandır mektup yazamadım. Beni bağışla. Özlemin artık boyumu aştı. Sensizlik denizinde üstte kalmaya çabalıyorum. Seni ne çok seviyorum ben… Deselerdi inanmazdım!..

Guy David artık 14 aylık oldun. Ciddi anlamda büyük bir çocuk gibi davrandığın zamanlar oluyor. Ama bebekliğinin tuttuğu zamanlar da az sayılmaz hani!

Koca bir çocuk oldun artık, ilk okul gezisine çıktın. Mandalinaları babanın kucağında ağaçtan topladın ama, yere düşen kabuklarını yemeyi tercih ettin… Arkadaşlarınla oynadın, meyve sofralarından payını aldın, sonra kana kana biberonundan su içtin.

Guy ne diyeyim sana, sen dünya tatlısı bir evlatçıksın. Sana bu mektubumda dostluktan söz etmek istiyorum. Dost deyip de geçmemek lazım, gerçek bir dost bazen insana en yakınından bile daha yakın, daha sahici bir yoldaş olur.

Bak oğulcuk, arkadaşlık ile dostluğu birbirine karıştırmamak gerekir.

Daha hayata ilk geldiğin günden itibaren etrafını kalabalıklar sarar. Yaşadığın her günde de bu kalabalıklar biteviye süregelir. Gördüklerin kah tanıdık çehrelerdir, kah değişkenlik gösterirler. Hayat akışı içinde etrafındaki kalabalıklar çeşni değiştirir, kılık değiştirir. Tuttuğun yola uygun kişiliklere bürünürler.

Biliyor musun Guy, aslında sen o kalabalıkların içinde yalnızsındır ama bazen bunun farkına bile varmazsın. O gürültü içinde önemli bazı şeyleri atlayıverirsin hatta. Bazan etrafını kesif bir sessizlik sarar, herkes çil yavrusu gibi etrafından dağılıverir. Bir an kendini çok yalnız hisseder, sonra zaten o patırtıların sahte olduğunu ayrımsarsın.

“Ahmaklarla olmaktansa yalnız kalmak daha iyidir,”* cümlesini anımsarsın o zaman.

Ama nedir ki, insanlar ıssız ada değildir. Mutlaka yanlarında bir yarene, bir dosta ihtiyaç duyarlar. Dostluk o kadar kolay birşey değil. Gerçek dostluk çok lezzetli ama bir o kadar da özen gösterilmesi gereken bir servet. Aynı saksıdaki kıpkırmızı çiçek gibi. Suyunu kararında vermelisin, ışığını ondan esirgememelisin. Çok su verirsen çürütürsün. “Fazla iyilik maraz getirir” misali. Az ışık verirsen soldurursun, onunla hiç ilgilenmemek gibi. Çok ışık verirsen, yaprakları kurur, aynen fazla tatlının, mide bulandırdığı gibi.

Guy’cığım, ne dediğimi anlatabiliyor muyum? Biraz karışık gelebilir ama sen akıllı bir çocuksun, üçlü beşi ayırabilirsin.

Bazen kendini adeta aşkla yaşadığın bu güzel ve rengarenk ilişkiye kaptırabilirsin. Sanırsın ki, bu dayanışmayı, bu sevgiyi, bu güveni kimse yıkamaz, delemez, parçalayamaz. Ne yazık ki, öyle değil minik adamım. Bazen umduğun dağlara karlar yağar, çığ altında kalırsın. Çığın altında kalabilirsin bu senin zayıf olduğunu gösterebilir. Çığın altından çıkabilirsin, bu da güçlü olduğunu, olabileceğini gösterir ama ruhunun bir yanı hep yaralı kalır yine de. “Bir sürü dostunun içinde elbet düşmanların olacak ama, unutma ki onca düşmanın içinde belki seni dostun vuracak. **

İnsanı en çok üzen de budur zaten. Nasıl olur? Sen herşeyden çok güvendiğin, gönlünün gizlerini ona açtığın sen, nasıl olur da ondan böyle bir darbe yiyebilirsin?

Kendini hasta, çok hasta hissedersin. Karanlıklara düşersin, seni oradan çekip çıkaracak olan yine kendi gücün ve ışığın olmalı oğulcuğum. Bu ihtimalleri unutmadan yine de arkadaşların olsun. Hani “fala inanma, yine de falsız kalma” derler ya? Kendini çok kaptırma ama yine de arkadaşsız kalma derim ben sana.

Yapman gereken en önemli şey, tüm saflıkların ve iyiliklerin içinde bile onun saflık derecesini bozabilecek küçük bir toz zerresinin varolabileceğini unutmamak!

Eğer ilişkilerine bu  bilinçle başlarsan saflığın içinde beliriveren o kirli zerrecik seni daha az şaşırtır ve hoşgörüyle karşılarsın.

O vakit yaşadığın dostluk ilişkilerini de daha sağlıklı yaşarsın. Çünkü ona maksadını aşan anlamlar yüklemezsin hiç olmazsa. Böylece kaybı halinde de yerlerde sürünmezsin.

Guy aslında yaşama sanatı çok çok zor. Herşeyi kararında yaşamak, bunu becerebilmek harika birşey. Yine de kaybettiğin dostlarını asla nefretle anma, geçmişte onlarla yaşanmış güzelliklerin aşkına, ruhunu kinle ve acıyla zehirleme.

Guy David mektubumu yine Mevlana ile noktalarken, seni hasretle kokluyorum.

“Ben dostlarımı ne kalbimle, ne de aklımla severim. Olur ya… kalp durur… akıl unutur… Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur…”

Seni çok seven babaannen Sara.

31.01.2011

*La Fontaine 

** Maksim Gorki