Yılın son “RANDEVU”su

Bağımsız sinemanın çarpıcı örneklerini, uluslararası festivallerin sivrilen filmlerini sinemaseverlerle buluşturan

“İstanbul Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması”

bu yıl 24-30 Aralık tarihleri arasında yapılıyor.

Viktor APALAÇİ
29 Aralık 2010 Çarşamba

İsmini “Randevu” olarak değiştiren bu mini – festivalin zengin programı sinefillere ilaç gibi gelecek. CRR’de gösterilen açılış filmi, Danny Boyle’un “127 Saat”i yaşanmış bir hayat öyküsünü anlatan müthiş bir gerilim filmiydi. Romantik komedi “Aşk Sarhoşu”, Sundance ödüllü “Blue Valentine”, Çin’den gelen toplumsal eleştiri  “Chongqing’de Hüzün” festivalin gözdeleri...

Bazı haftalar vizyona 10 film birden girmesine rağmen son derece kısır ve kabız bir sinema sezonu yaşıyoruz. “New York’ta Beş Minare”, “Av Mevsimi” gibi filmler 700, 500 kopya ile vizyona girince, ellerinde vizyon tarihi yaklaşmış kaliteli filmler bulunan bazı ithalatçı, firmalar, gösterim tarihlerini ilerideki aylara erteliyorlar.

TÜRSAK Vakfı’nın “Sinema – Tarih Buluşması” adıyla 13 yıldır sürdürdüğü bir haftalık film festivali, bu yıl 24-30 Aralık tarihleri arasında yapılıyor. İsmini “Randevu” olarak değiştiren bu mini festivalin zengin programı sinefillere ilaç gibi gelecek. 21 Aralık’ta Cemal Reşit Rey’de gösterilen “127 Saat /127 Hours”i izleyenler ortak bir noktada birleştile: Oscar ödüllü İngiliz yönetmen Danny Boyle, “Trainspotting”den 14 yıl sonra, ikinci bir başyapıta imzasını atmış. Oscar’ın habercisi sayılan Altın Küre Ödülleri’ne pek çok farklı kategoride aday gösterilen “127 Saat”, yılın en önemli sinema olaylarından biri.

2003 yılında Amerika’da yaşanmış bir olayı, kaya tırmanıcısı Aron Ralston’un 127 saat boyunca yaşadığı dramı beyaz perdeye taşıyan film, Danny Boyle’un günümüzün en önemli İngiliz yönetmenlerinden biri olduğunu kanıtlıyor.

Danny Boyle’un Simon Beaufoy ile müştereken yazdığı senaryo, seyircisini ilk dakikadan öyküsünün içine çeken ve finaline dek heyecandan taviz vermeyen bir yapıya sahip. Danny Boyle eşsiz gerilim yaratma gücüyle, adeta “tek kahramanı olan bir filmde tansiyon ancak bu kadar yükseltilebilir” dercesine izleyicisin 1,5 saat esir alıyor.

GÖRKEMLİ BİR AÇILIŞ GALASI

“127 Saat, Utah’ta, medeniyetten uzak, ıssız bir kanyonda kaya tırmanışı yaparken, büyük bir kaya parçasının kolu üzerine düşmesiyle burada mahsur kalan Aron Ralston’un (James Franko) nefes kesici macerasını beyaz perdeye taşıyor. Cep telefonlarının çekmediği bir ortamda, kanyonda sıkıştığı beş gün  boyunca yaşamını gözden geçiren ve doğa şartlarına karşı hayatta kalma mücadelesi veren Ralston, nasıl olursa olsun kendini kurtarmak için gerekli olan cesarete ve araçlara sahip olduğunu keşfeder. Kurtulmak için 65 feetlik bir duvara tırmanması ve medeniyete kavuşmadan önce sekiz mil yürümesi gerekmektedir. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yarıkta kolunu kaptırdığı dev bir kayadan kurtulmanın mücadelesinin, en olumsuz şartlarda pes etmeden, umudunu koruyarak, yılmadan sürdüren Ralston’un yaşama azmi, filmde destanımsı bir tonda anlatılıyor.

Danny Boyle’un sinema dili öylesine etkileyici ki, izleyici çaresiz kahramanla kendini özdeşleştiriyor, kolunun bir yere sıkıştığını zannediyor. 

Kaçınılmaz son gelip çattığında, Ralston’un kolunu feda etmeye karar verdiğinde, etrafında oturan hemen tüm izleyicilerin ekranı görmemek için elleriyle gözlerini kapadıklarına tanık oldum.

Ralston geçirdiği 5 günlük kabusta, dostlarını, aşklarını, ailesini ve kazadan önce tanıştığı gezgin iki genç kızı anımsar. Bu iki gezgin, Ralston’un hayatında gördüğü son insanlar mı olacaktır?

James Franco, kariyerinin bu en önemli kompozisyonunda, tüm imkansızlıklara rağmen hayata asılan, umudunu yitirmeyen bir sporcunun azmini olağanüstü bir inandırıcılıkla canladırıyor. Altın Küre’nin ve henüz ilan edilmeyen Oscar ödüllerinin, En İyi Aktör dalının en büyük favorisini olduğunu ilan etmek kehanet sayılmaz.

İKİ KALİTELİ FİLM

Bağımsız sinemanın çarpıcı örneklerini sinemaseverlerle buluşturan “Randevu” Son Cannes Film Festivali’nde izlediğim iki seviyeli filmi programına almış. Cannes’in yarışma bölümünde Çin adına yarışan “Chongqing’de Hüzün / Chongqing Blues”in senarist-yönetmeni Xiaoshuai Wang ülkemizde pek tanınmayan bir sinemacı. “Shanghai Rüyaları” ile 2005’te Cannes’da Jüri Ödülü, “Pekin Bisikleti” ile Berlin’de Gümüş Ayı Jüri Özel Ödülü, yine aynı festivalde 2008’de “In Love We Trust” ile Gümüş Ayı ödüllerini kazanan Wang, filmlerinde Çin toplumunun sorunlarına sosyolog duyarlılığıyla yaklaşıyor.

Mütevazi işçi sınıfı kenti Chongqing’i çağdaş Çin’i temsil eden bir fon olarak kullandığı “Chongqing’de Hüzün”de Wang, 25 yaşındaki oğlu Lim Bo’nun polis tarafından vurulduğunu öğrenince altı aylık deniz yolculuğundan dönen kaptan Lin’in öyküsünü anlatıyor.

Hayata dair, kaybolan aile değerlerine ve çocuklarımızla kurduğumuz ilişkilere dair ilginç şeyler söyleyen bu filmde, Wang gittikçe maddiyata bağlanan, maddi menfaatini herşeyin üstünde görmeye başlayan Çin toplumuna ciddi eleştiriler getiriyor.

Oğluna ne olduğunu öğrenmeye çalışan Lin, çabaları esnasında oğlu hakkında pek az şey bildiğinin farkına varır ve bir zamanlar yaşadığı kentte oğlunu yalnız birakmasının onun yaşamında yarattığı travmanın bilincine varır.  Son Cannes Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde yarışan “Blue Valentine / Aşk ve Küller”in iki oyuncusu Ryan Gosling ve Michelle Williams Altın Küre ödüllerine aday gösterildiler. Filmin 35 yaşındaki yazar – yönetmeni Derek Gianfrance, parçalanan bir evliliğin samimi bir portresini sunuyor.

Bir zamanlar tutku dolu bir ilişki yaşayan, bir kız çocuğu sahibi evli çift, evliliklerini kurtarmak umuduyla bir otele taşınıyorlar. Çiftin tanışmalarına, birbirlerine aşık olmalarına, yaşam ve umut dolu oldukları geçmişlerine tanıklık ederiz. Bir aşkın nasıl kaybolup gittiğini, tükendiğini araştıran bu son derece ilginç film, “Randevu”nun Kapanış Galası’nda gösterilecek.

YILIN GÖZDE FİLMLERİ

“Randevu” etkinliğinin en iddialı filmlerinden biri olan “Aşk Sarhoşu/Love and Other Drugs”, “Son Samuray”, “Kanlı Elmas” ve “İhtiras Rüzgarları”ndan tanıdığımız yazar – yönetmen Edward Zwick’in kariyerinin beşinci filmi. Başrollerini Oscar adayı Jake Gyllenhaal ve Anne Hathaway’in paylaştıkları, sıradışı ve derinden etkileyici bu romantik komedi ABD’de eleştirmenler tarafından bu türün kurallarını yeniden belirleyen en yenilikçi örneklerden biri olarak karşılandı.

Özgürlüğüne düşkün, hayatında kimseye bağlanmak istemeyen bir genç kadınla, kadınlar üzerindeki gücünü işi için kullanmaktan çekinmeyen bir erkekle tanışıyor ve hayatının sınavına adım atıyor. İlkelerinden taviz vermemeye alışkın ikilinin aralarında gelişen sürprizlere gebe ilişkide aşk galip gelecek midir? İlaç sektörünün çalışma yöntemlerine, ilaç üreticilerinin ve doktorlara bu ilaçların tanıtımını sağlayan plasyelerin ölümcül rekabetine ışık tutan film tıp sektörüne cesur eleştiriler getiriyor.

Promosyon ve ödüllerle, reçetelere kendi ürünlerinin yazdırılmasının peşindeki ilaç firmalarının yöntemleri sergilenirken, senaristler bir doktorun ağzından hekimleri de savunuyor. Parkinson hastası rolündeAnne Hathaway, ilaç firması müessili rolünde Jake Gyllenhaal ile müthiş bir ikili oluşturmuşlar.

2011 Oscarlarında Macaristan’ı temsil edecek olan “Bibliotek Pascal”da yazar – yönetmen Szabolez Hajdu, cüretkar ve tavizsiz karanlık bir peri masalını eşsiz bir sinematografi ve gerçeküstü tonlarla sinemaya aktarıyor. Ancak bu film “Randevu” haftasının en sıkıcı seyirliği idi.

Altın Ayı Ödülü sahibi İngiliz yönetmen Mat Whitercros son filmi “Seks, Uyuşturucu ve Rock’ın Roll”de müzisyen, şarkı yazarı, baba ve aşık bir kahramanın başarılı hayat öyküsünü anlatıyor.

“Köstebek”in Oscar ödüllü senaristi William Monahan’ın yazıp yönettiği, Colin Farrell ile Keira Knighley’i biraraya getiren ‘Londra Bulvarı” suç dünyasının derinliklerinde yaşanan bir aşkı anlatıyor.

“Randevu” frankofon sinefillere “Mutlu Azınlık”, “Yasadışı / İllegal” filmleriyle, İtalyan yapıtlardan hoşlananlara ise “Sadece Gökyüzü / Cielo Senza Terra” ve “Son Duman / 20 Sigarette” ile seslenecek.