Türk Musevi Cemaatine kurumsal bir bakış/ Ne Kadar Sorumluyuz?

Mois GABAY Toplum
12 Mayıs 2010 Çarşamba

Günlerden pazar, saat sabahın 10.30’u… Erkenden Hahambaşı seçimi için oy kullanmak üzere arka sokaktaki Şişli Sinagogu’nun yolunu tuttum. Daha yoldayken tanıdıklara rastladım, çoğunluk sabahtan anneanneler, dedeler, torunlar arabalarla sinagoga gelmişler. İçeride bir uzun  kuyruk… İşe de yetişmem lazım ama en azından kuyruk hızlı ilerliyor, kurulan sistem doğru işliyor…  Kapıdan içeri girdiğimde bir ses: “Bakın benim kimliğimde Yahudi yazmıyor mu, ne demek listelerde adım yok?” Seçim komisyonundaki arkadaş dindaşımızı sakinleştirmeye çalışıyor,  içerden çıkana kadar sanırım sorunu hallettiler. Duyduğuma göre diğer sinagoglarda da katılım daha sabahtan yoğunmuş, mutlu oldum.  Sonuç ne olursa olsun en azından demokrasi kazanacak…

Son bir aydır cemaatimizin yaşadığı değişiklikler, yeni cemaat başkanı ve yeni yönetim, devlet büyüklerimizin cemaatimize ziyaretleri, hahambaşılık seçimi… Bütün bu gelişmeler aklıma ‘cemaatimize karşı ne kadar sorumluyuz, ya da kim kime ne kadar sorumlu?’ sorularını getirdi. Bundan birkaç hafta evvel Cemaat Başkanı Sami Herman ve Başkan Vekili İshak İbrahimzade gazetemize bir ziyaret gerçekleştirdiler. O günden aklımda kalan en önemli mesaj Herman’ın şu sözleriydi,  “Artık  dindaşlarımızı cemaat mekânlarımıza beklemek yerine, biz onların ayağına gideceğiz, onların sorunlarını yerinde çözeceğiz.”  Hatta konuşmanın sonunda, kendilerine cemaat fertlerini mümkünse yönetimin iş günlerinde Tahtakale, Osmanbey gibi kimi yoğun semtlerde yerinde ziyaret etmelerinin bunun yanında her Şabat farklı bir semtte yönetimden farklı birinin evinde düzenlenecek aile ortamında bilgilendirme toplantılarının kamuoyu oluşturmada öneminden bahsetmiştim. Peki, cemaat yönetimimizi büyük bir şirket bizi de bu şirketin paydaşları olarak görürsek her iki tarafın da birbirine olan sorumlulukları sizce nelerdir? Cemaatimizin birincil sorumluluğunu tüm dindaşların güvenli bir şekilde cemaat mekânlarımızda ibadetlerini yerine getirmelerini, beraber olmalarını sağlama ve doğumdan ölüme kadar olan süreçte dini gerekleri sağlayan bütün imkânları oluşturmak şeklinde özetleyebiliriz. Peki, biz cemaat fertlerinin birincil sorumluluğu nedir? Bizim birincil sorumluluğumuz ise öncelikle kendimizi bu şirketin birer paydaşı hissetmek ve şirketin gidişatından haberdar olmaktır. Paydaşların birbirlerine olan sorumlulukları da vardır. Bunlardan en önemlisi bir diğerinin zor durumunda onun yardımına koşmak, onu çağın şartlarında kültüründen kopmasına engel olmaya çalışmak örnek gösterilebilir. Cemaatimiz asıl gücünü oluşturan birçok cemaate örnek olacak gönüllü ordusu ile bu sorumluluğu uzun yıllardır en iyi şekilde yerine getirmektedir.

Cemaatimizin son zamanlarda yaşadığı değişim sürecinde bu olumlu tablonun yanında farklı ortamlarda cemaat yönetiminin uğradığı ağır eleştirileri de demokrasinin bir icabı olarak görmekteyiz. Eleştiri sorgulamayı getirir ama eleştirinin kabul edilebilir ve yapıcı olanı ilerlemeyi getirir. Yönetimi eleştirmek öncelikle şirkete paydaş olmayı gerektirir. Şu an yönetimde bulunanların da bizim gibi birer ailesi olduğu, bu görevi sorumluluk bilincinde yaptıkları ve aslında bizden biri oldukları unutulmamalıdır. Öte yandan cemaatimizde birçok kurum ve makamın altında imzası olan büyüklerimizin de bu özverilerini artık daha çok toplumla paylaşmasının yanlış anlamaları engelleyeceğine inanıyorum. Bizim gibi sorgulamanın en üst seviyede olduğu bir toplumda arzu edilen her makamın seçimle işbaşına gelmesidir, ancak şartlar her zaman buna izin vermemektedir. Bunun yanında seçim bile olsa kimi zaman bu kadar zor bir görevi hakkıyla üstlenebilecek bir adayı bulmanın çağımızın şartlarında ne kadar zor olacağı unutulmamalıdır. Hahambaşılık makamının ülkemizde devletin en üst seviyesi ile birincil muhatap olduğu düşünülünce Hahambaşımızın dini birikimi dışında hatiplik özelliği, cemaatimizi iyi tanıması, düzgün Türkçesi ve toplumu ile empati kurmuş olması ek özellikler olarak göze çarpmaktadır. Hahambaşılık seçimine iki ayrı adayın katılması cemaatimiz için olumlu bir gelişmedir. Bu durum seçime katılımın artmasına da etken olmuş ve cemaatimiz kendine yakışır bir demokrasi örneği göstermiştir.

Umarım bugün seçimle başlayan dayanışma ilerde cemaatimizin tüm ihtiyaçlarında aynı katılımlılıkla devam eder. Bu konuda bize düşen görev, en azından oy attığımız sinagoga bundan daha evvel ne zaman geldiğimizi hatırlamak, tepki vererek, içerde olarak yönetime katkı sağlamaktır. Unutmayalım ki, cemaat yönetimi kimi sorunları çözebilir ancak sayımızın azalması, kültürümüzden uzaklaşmak, bazı kardeşlerimizin maddi yönden zor durumda olması gibi birçok konuda biz de birer paydaş olarak yönetim kadar birbirimizden sorumluyuz. Sadece cemaatimizin bizden haberdar olmasını beklemeyelim, biz de haber verelim, birlikte işleri kolaylaştıralım. Bizi biz yapan değerleri Tora’mızı, Şabat’ı, Kaşerut’u beraber öğrenelim ve savunalım. Cemaatimizin verdiği eğitimlere hep beraber katılalım, asimilasyona izin vermeyen bir ortamı hep beraber yaratalım. Bizi yok etmeye uğraşan etkenlerden evvel biz birbirimizi uzaklaştırarak yok etmeyelim. Şu anki yönetimin en büyük başarısı şu an kendini cemaat ferdi hisseden dindaşlarımın sayısı eğer bir sonraki yönetime geçişte  iki katına çıkmışsa işte bu olacaktır. Sadece bizi destekleyeni değil tüm cemaati kucaklayan bir anlayış birlikteliğimizi arttıracaktır.

 Oy veren herkese tekrardan teşekkürler, hem demokratik bir seçime ön ayak olduğunuz hem de yalnız olmadığımızı hissettirdiğiniz için…