Ben yaşlanıyorum, dünya yaşlanıyor…

Nüfusun yaşlanması sadece cemaatimizi ilgilendiren bir sorun değil, küresel bir olgu aynı zamanda; dünya yaşlanıyor. Ne emekli olan emekliliğinin tadını çıkarabiliyor, ne de ileri yaşlara kadar işinin başında olmak isteyen bunu başarabiliyor. Gençleri ise hem kariyerleri, hem de emeklilik dönemleri açısından çok farklı koşullarda bir dünya bekliyor. Hürriyet Gazetesi’nin cumartesi günkü nüshasına da değinmeden edemedim…

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
6 Ekim 2010 Çarşamba

İnsanlar birkaç yıl öncesine kadar “yıllar boyu çalıştım, artık gönlümce yaşayacağım, gönlümün istediğini yapabileceğim, aileme, torunlarıma, hobilerime daha fazla zaman ayırabileceğim bir emeklilik dönemine hak kazandım” diyebiliyorlardı.

Bir gazetede okudum, Türkiye’nin en başarılı ceo’larından birinin görüşü de şöyle; “85 yaşına kadar çalışacaksın, sonra bir gün işten eve geldiğinde öleceksin… Hayat budur!

Büyüklerimizden duyduğumuz ise can sıkıntısının ilacının çalışmak olduğu ve mezara kadar çalışmayı yaşam tarzı olarak benimsedikleriydi.  

Ne var ki dünya değişiyor; genelde ne emekli olan emekliliğinin tadını çıkarabiliyor, ne de ileri yaşlara kadar işinin başında olmak isteyen bunu başarabiliyor.

Çevremde her gün 50-55 yaşlarında iş arayanların, işsiz kalanların çoğaldıklarını görüyorum. İşte “cemaatimiz küçülüyor ve ekonomik olarak güçsüzleşiyor” diye bu konuya birkaç kez yazılarımda değinmemim nedeni de bu. (18.08.2010, “İnsana yatırım” başlıklı son yazım bir örnek).

Ne var ki, nüfusun yaşlanması sadece cemaatimizi ilgilendiren bir sorun değil, küresel bir olgu aynı zamanda; dünya yaşlanıyor.

Doğum oranlarındaki düşüş ve ortalama yaşam süresinin uzamasıyla dünya nüfusu önümüzdeki yıllarda, eskisinden daha hızlı yaşlanacaktır. Bir televizyon haberinden, Japonya’da örneğin 25 yıl öncesine kadar 100 yaşına ulaşanların oranı % 1 iken 2025 yılında bu oranın % 10’a ulaşacağını öğrendim. Dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip Japonların bu duruma sevinmeleri mi yoksa üzülmeler mi gerekecek?..

Nüfusun yaşlanması, aynı zamanda işgücünün de yaşlanması anlamına gelmekte. Yaşlanmanın çeşitli ekonomik boyutlarından söz edebiliriz. En önemli boyutu ise, çalışma çağındaki nüfusun azalması ve emekli sayısının artması sebebiyle emeklilik sistemleri üzerindeki etkisidir.

Bir süre önce Yunanistan’dan bir dostum ile birlikte idim; “Kriz aşılıyor mu, durum nasıl?” diye sorduğumda, “Yunanlılar ulaştıkları yüksek yaşam düzeyinden vazgeçmek istemiyorlar. Hükümetin de en kolay kısıtlamaya gittiği emekli maaşları oluyor, karışıklıkların nedeni de bu…” yanıtını aldım. Fransa’da da emeklilik yaşının iki yıl yükseltilmek istenmesi önemli tepkilere neden oldu.

Gelişmiş ülkelerde yapılan bazı istatistiklere göre on yıl öncesine kadar iki çalışanın ödediği sigorta primi bir emeklinin maaşını karşılamaya yetiyorken, bu oran yirmi beş yıl sonra bire on altı olacak, diğer bir deyişle çalışan on altı kişinin ödeyeceği prim sadece bir emeklinin maaşını karşılayabilecek. Önümüzdeki 50 yıl içersinde ise, dünyada çocuk nüfusunun oranı %21 düşerken; yaşlı nüfusun oranının da iki katına, yani %21’e yükseleceği öngörülmektedir. Nüfusun yaşlanması hem sosyal, hem de ekonomik bir takım sonuçlar doğurmaktadır. Yaşlanma, sosyal açıdan toplumdaki aile yapısını, yaşam düzenini, tavır ve davranış kalıplarını, kuşaklar arası ilişkileri ve toplumsal yaşamın diğer alanlarını etkilerken; ekonomik açıdan da yaşlı nüfusun desteklenmesinin topluma olan ekonomik maliyetini artırmakta, işgücünün demografik yapısını değiştirmekte ve etkilemektedir.

 Bu gözlemler özellikle ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerin gelecekleri açısından önemli birer handikap oluştururken, geçen yıl bir konferansını dinlediğim Bar İlan Üniversitesi’nden Gelecek Bilimcisi (Fütürist) Prof. David Passig tarafından; genç nüfus oranının yüksek olduğu Türkiye ve İsrail’de önümüzdeki yirmi yılda ekonomik bir patlamanın beklendiği dile getirilmişti.

Tüm bu öngörüleri, Türk Yahudi toplumu açısından daha dar bir çerçevede değerlendirdiğimizde, bu gruba ilişkin verilerin Türkiye genelinden çok, yaşlı Avrupa ile örtüştüğü görüyoruz.

Kesin olan bir şey varsa gençleri hem çalışma koşulları, hem kariyerleri, hem de emeklilik dönemleri açısından çok farklı koşullarda farklı bir dünyanın kendilerini beklediğidir.

Günümüzde, emeklilik yaşına gelen kuşak geleceği göremedi. Yaşanan sıkıntılar da bir ölçüde bundan kaynaklanmaktadır. Bu genel gidişatın değiştirilmesi büyük ölçüde olanaksız ise de sorunların hafifletilmesinde ve çaresizliklerin aşılmasında yardımcı olunması belki mümkündür.

Bir hatırlatma; bilgilendirme toplantılarının birinde, ‘artık insana daha çok yatırım yapacağız ve bu doğrultudaki gelişmeleri iki-üç ay içinde duyuracağız’ denmişti. Umutla bekliyoruz…

***

Hürriyet Gazetesi’nin cumartesi günkü nüshasında biri manşette, diğer ikisi ekonomi ve dünya sayfalarında yer alan üç farklı haberin odağındaki kişiler hasbelkader Yahudi dinine mensuptular. ABD’li siyaset bilimi profesörü Guenther Lewy sözde Ermeni Soykırımı’na karşı çıkarken, Fransa’nın Devlet Onursal Danışmanı/yazar Prof. Dr.Jacques Attali, Türkiye konusunda Avrupa’nın aptalca davranmayı bırakması gerektiğini savunuyordu. Bu saygıdeğer kişilerin, pek yerinde olarak dini kimliklerinin belirtilmemesine karşın, Savarona skandalına karışan Kazak işadamı Aleksander Maskeviç’in ‘Musevi asıllı’ olduğunun altı özellikle çizildi.

Konuya ilişkin bir okurumuzun Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’ye gönderdiği yazıyı aynen aktarıyorum:

Sürmanşetten Maskeviç Musevi/ Eh peki öyle olsun ama... / Ekonomide Jacques Attali / Dünya’da Guenther Lewy / Tümü bugün Hürriyet’te / Yok mu onların imanı dini, soyu sopu kökeni /Kötü Yahudi var iyisi yok değil mi?../Hırsızı var doktoru yok değil mi?.. /Olmuyor  hiçte bu saatten sonra imanla inançla  sansasyon / Ne yazık ki ne ilk  ne de son / Nafile beyhude  çabalar benimki /Üzüntülerimle.”

Faruk Bildirici gönderdiği cevapta bu tür gazetecilik anlayışına kendisinin de karşı olduğunu, gerekli önlemlerin alınacağını belirtmiştir.