87. Yılında Lozan’ı daha farklı okumanın gereği

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli antlaşmalarından biri olan Lozan Barış Antlaşması’nın 87. yıldönümü birçok etkinliklerle kutlandı

Rubi ASA Dünya
28 Temmuz 2010 Çarşamba

Heybeliada’da bulunan ve İsmet İnönü’nün yazlık evi olarak uzun yıllar kullandığı köşkte düzenlenen konferansta sunuculuğu üstlenen Semra Deniz Kurnaz, açılış konuşmasında Lozan Antlaşması’nın Türk ulusu adına önemini vurguladı.

Sevr Antlaşması’nın ulusu yok edecek nitelikteki yükümlülüklerinin yerini alan Lozan’ın Cumhuriyet tarihindeki siyasi zaferinin önemini anlatan konuşmasında Kurnaz, bu antlaşmanın sonucuyla biçimlenen ulus devlet yapısıyla, genç Cumhuriyetin geleceğinde ne denli önemli bir yer kapsadığını belirtti.

Panel kapsamındaki konuşmacılardan İnönü Vakfı Başkanı, 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün kızı Özlem Toker de 1. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan bütün antlaşmalar tarihe karışmışken yalnız Lozan Barış Antlaşması’nın hâlâ yürürlükte olduğunu belirterek sözlerine devam etti.

Sevr Antlaşması sadece Türkiye’yi parçalamakla kalmayıp Fransa, İngiltere ve İtalya’dan oluşan üçlü bir komisyonun süresiz denetimi altında sokmuştu. Türkiye bu komisyonun onayı olmadan kanun çıkaramaz, para basamaz, ordu kuramaz, silah alamaz, silah fabrikası kuramaz, borç alamaz, yatırım yapamaz, fabrika kuramaz, baraj yapamazdı.

1.Dünya Savaşı sonrası olağanüstü koşullarda imzalanan Sevr, zaten neredeyse topraklarının büyük bir kısmını yitirmiş olan Türkiye’nin bağımsızlığını da sınırlanıyor, egemenliğini yok ediyordu. Böyle bir yenilgi antlaşmasından sonra kazanılan Lozan Antlaşması ile elde edilen haklarla ne denli önemli bir noktaya geldiği kıyaslandığında anlaşılır.

Aslında 24 Temmuz Lozan Antlaşması’nın 87. yılı olması yanı sıra Meşrutiyet’in ilanının da yüz ikinci yıldönümüydü. 1908 de başlayan bu dönem İttihat ve Terraki’nin de yönetime el koymasıyla ulusal bir kimlik kazanmış, azınlık ve etnik grupların oluşturduğu çok çeşitli toplum nitelikleri ortadan kaybolmasına neden olmuştur. Tanzimat döneminde amaçlanan liberal, kozmopolit, çoğulcu bir millet kavramı üzerine yapılanması düşünülen devlet yerini milliyetçi hareketlerle beslenen dar kapsamlı millet anlayışını doğurdu.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Milli Mücadele sonrası Kurtuluş Savaşı’nın ardından gerçekleştirdikleri Lozan Antlaşması ise oldukça zorlu mücadeleler sonucu elde edilmiş uluslararası bir başarıdır. Bağımsızlığın, üniter devlet olgusunun kanıtıdır.

Osmanlı Devleti’nin son Hahambaşısı olan Hayim Nahum, Lozan’daki barış görüşmelerinde Türk heyetinin danışmanı ve sonrasında Mustafa Kemal’in çalışma arkadaşıdır.  Nahum, iş bitirici, girişimci, içte ve dışta her hükümetle direkt bağlantı kurabilen özellikleri ile resmi sıfatı olmadığı halde resmi görevli gibi hareket eden, din adamından çok diplomat, bürokrat, siyaset adamı ve elçi olmuştur.

Burada antlaşma görüşmelerine başkanlık eden İsmet İnönü’nün yanı sıra heyetindeki şahsiyetlerin nitelikleriyle de sağlanan başarı yeniden oluşturulmuş bir ulus için çoğulcu demokrasisinin kanıtlanması amacını taşıyordu.

Oysa Lozan’la elde edilen laik demokratik ve ulusal cumhuriyetin ilk yıllardaki etkisi yıllar geçtikçe azalmış çeşitli dönemlerde İttihatçı geleneklere geri dönülerek sürdürülen ve günün koşullarına uydurulmuş azınlık politikalarıyla Anadolu’ nun gayrimüslimlerden arındırılması gerçekleştirilmiştir.

Günümüzdeyse AB katılım süreci yaşanırken Lozan’ın temel ilkelerine, özellikle azınlık politikalarındaki birazda gönülsüz dönüş Lozan’ı daha farklı okumayı gerektirecek niteliktedir.

Çeşitli görüşlerin sunulduğu panelde geniş bir izleyici kitlesinin yanı sıra, Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çeliker, Adalar Vakfı Başkanı Aykut Mutlu, Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, Adalar Kaymakamı Mevlüt Kurban, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve Türk diplomat, akademisyen, Yazar Bilal Şimşir de etkinliklerde hazır bulundular.