Ekonomik krizin filmi

Sırtını son derece sağlam bir romana dayayan senaryosuyla film, komediyle başlıyor, sosyal dram ile kara komedi arasında gidip geliyor. Şirketlerin kovulmasına karar verdikleri elemanlara durumu nazikçe tebliğ eden bir ‘felaket tellalı’nın öyküsü, felsefi açıdan karamsar ama üslup olarak komik bir tonla işlenen, acımasız bir kapitalizm eleştirisine dönüşüyor.

Viktor APALAÇİ
3 Şubat 2010 Çarşamba

Aslında yalnızlığa mahkum bir ‘ıssız adam’ olan bu karakteri, George Clooney; karizması, yakışıklılığı ve benzersiz rahatlığıyla sevimli kılıyor

Ekonomik kriz, yalnızlık, işsizlik, teknoloji, yabancılaşma gibi güncel ve evrensel temalar etrafında dönen konusuyla, “Aklı Havada / Up İn The Air” son derece modern bir film. Yılın en iyileri arasında gösterebileceğim bu mini-başyapıt, iş yaşamı şehirde şehire seyahat ederek, şirketlerin kovdukları elemanlara durumu nazikçe tebliğ eden bir ‘felaket tellalı’nın öyküsünü anlatıyor.

Yılların deneyimli yönetmeni İvan Reitman’ın 32 yaşındaki oğlu Jason Reitman’ın başarısının sırrı filmin senaryosunu son derece sağlam bir romandan alması. Walter Kirn’ün aynı adı taşıyan romanı komedi gibi başlıyor, yaşamsal temalar ve tüketim toplumu üzerine önemli dersler veriyor.

Modern sanayi toplumundaki acımasızlığı, insanların yalnızlığını, felsefi açıdan karamsar ama uslup olarak komik bir tonla işleyen “Aklı Havada”, (Michael Moore’u akla getiren) amansız bir kapitalizm eleştirisine dönüşüyor.

İlk iki filmi ‘Juno’ ve ‘Thank You For Smoking’ ile adını umut vaad eden genç yönetmenler arasına yazdıran Jason Reitman, ekonomik kirizin etkisiyle işsiz kalan insanların daramını, iyimserliğini koruyan yumuşak ve akıcı bir uslupla, sempatik ve sevimli bir bir filmi dönüştürmeyi başarıyor.

Yaşanan ekonomik krizin etkisiyle, işten atılmasına karar verilenlere bu durumu tebliğ eden 40’lı yaşlarını süren uzmanın öyküsünü anlatan film, krizde dahi ayakta kalmanın önemini vurgulayan, iyimserliğini koruyan bir mesaj eşliğinde anlatıyor.

Kara komediyle sosyal dram arasında gidip gelen son derece ustalıkla yazılmış bir senaryo (Oscar’ın en kuvvetli adayı), ekonomik kriz, işsizliğin artış göstermesi gibi güncel sosyal yaraları, insanların yaşadığı zorlukları hoş, sevimli, gösterişli bir komediye çeviriyor.

GÜNCEL SOSYAL YARALAR

Yılın 320 gününü uçakla seyahat ederek geçiren, uçuşlarda tanıştığı kadınlarla kısa süreli maceralar yaşayan, bekâr, evsiz, yalnız mı yalnız biradamın tüm sıradanlığı içinde başlayan film, hayatın anlamını sorgulayan, bir aşk, bir eş, bir yuva arayışı ile hayatındaki boşluğu kavrayan bir adamın öyküsüne dönüşüyor.

İnsan ilişkileri üzerine önemli tespitler yapan senaryo, renkli insan portreleri resmi geçidini andırıyor. Bulutların arasında yaşayan, şirketlerinde işten çıkarılanları “kovuldunuz” demeden, itiraza izin vermeyecek kadar çabuk, cilalı cümlelerle ileten, vardığı her kentte tavladığı kadınlarla tek gecelik ilişkiler yaşayan, otellerde lüks göçebe hayatı sürdüren, dünyaya yukarılardan bakan yakışıklı gamsız Ryan (George Clooney)’un tek arzusu on milyon uçuş milini katetme ayrıcalığına kavuşmak.

Ryan’ın hayatını aniden giren iki kadın, yaşantısını değiştirir. Kendisi gibi ömürünü seyahat ederek geçiren güzel ve alımlı bir iş kadını Alex’te (Vera Farmiga) hayatının kadınını bulduğunu zannederken, kendisinden gizlenen acı bir gerçekle sarsılır.

Çok iyi okullarda okumuş, işinde en üst noktaya gelmeye talip, hırslı, enerjik verimlilik uzmanı, Natalie (Anna Kendrick), tasarruf yapmaya çalışan şirket patronunu, Ryan’ın yöntemi yerine “kovuldunuz” mesajını bir tür telekonferans sistemiyle gerçekleştirmeye ikna eder. Eski ve yeni uygulamayı yerinde görmek için Natalie’yle birlikte çalışan Ryan, yüz yüze ilişki kurmadan, sistemin cellatı olarak, postalanan bir dosyayla, maaşsız, sigortasız kovulan personelin, intihara dek giden çaresizliğine tanık olur.

KAPİTALİST SİSTEMİN CELLATI

Renkli insan portreleri resmi geçidinde (bizzat kendi rollerini oynamayı kabul eden) işten çıkarılma tebliğinin muhatapları var. Bunların dışında, en ilginç karakterlerde (‘Juno’nun babası olarak tanıdığımız) JK Simmons ile (‘Felekten Bir Gece’nin harika aktörü) Zack Galifianakis öne çıkıyorlar.

Ryan’ın kardeşinin düğünü için ve aile bağlarına geri dönmeyi denediği için doğup büyüdüğü Winsconsin’e gittiği bölümde, taşranın yalnızlığına, renksizliğine, çaresizliğine tanık olurken, evlilik korkusu yaşayan damat gibi ilginç bir karaktere rastlıyoruz.

Hayatındaki boşluğu kavramaya çalışan, Amerikan rüyasının boş bir rüya olduğunu gören Ryan’ın içinde barındırdığı cevher, filmin sürpriz finalinin de ortaya çıkıyor. Özgürlüğüne, bağımsızlığına sıkı sıkıya sarılan, aslında yalnızlığa mahkum bir ‘ıssız adam’ olduğunu, geç de olsa kavrayan Ryan karakteri filmin lokomotifi.

Orta yaşında keşfedilen George Clooney, yakışıklılığı, karizması, sevimliliği ve benzersiz rahatlılığıyla, insanları işten çıkarmak gibi bir mesleği sevimli kılmayı başarıyor. Yalnızlığın korkulacak bir akibet olduğunu ve hayatının kadınına rastlayıp, kendisine aşık olduğunu gördüğünde, Alex onu fena halde düş kırıklığına uğratır. Bu rolde harikalar yaratan Vera, ‘The Departed’deki başarısının tesadüfi olmadığını kanıtlıyor. Verimlilik uzmanı hırslı çaylak Natalie’de Anna Kendrick, rolü gereği sinir bozucu olmayı başarıyor.