UNUT-MA-K

Toplum olarak yaşadığımız travmatik olaylar, zihinlerde nasıl bir yer edinir, nasıl bir iz bırakır? Unutmak mı daha iyidir, yoksa anıyı her zaman canlı tutmak mı? Kişisel hafıza mı daha etkilidir, toplumsal hafıza mı?  Bu seneki Limmud Kültür Festivali’nin en dikkat çekici sunumlarından biri olan UNUT-MA-K, işte bu konu başlıklarına değiniyordu

Marsel RUSSO Perspektif
3 Aralık 2009 Perşembe

15 Kasım Türkiye Yahudi toplumu için önemli bir tarih: Neve Şalom ve Beth Israel Sinagogları’na bombalı saldırıların yapıldığı, Müslüman ve Yahudi birçok insanımızın hayatını kaybettiği bir kilometre taşı… “Saldırıyı kimler, neyi amaçlayarak yaptılar?” Bu, elbette yalnız kriminal bir perspektif içinde değil, kamu vicdanı adına da yanıtlanması gereken birçok sorudan en ilkel olanı idi.  Bundan hemen sonra HSBC Genel Müdürlüğü’ne ve İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na düzenlenen saldırılar için de aynı soruyu gündeme getirmek gerekir, hiç şüphesiz.
Saldırılardan altı sene sonra bir grup genç arkadaş, Limmud Kültür Festivali kapsamında konuyu yeniden gündeme getirdiler ve insan ve toplumların UNUTMAK fiili ile olan önlenemez birlikteliğini irdelediler…
Sunumu gerçekleştiren Adil Anjel’in açılış konuşmasında ortaya attığı şekli ile “Kişisel ve toplumsal hafıza nasıl çalışır, nelerden etkilenir?”  ve “Unutmak iyi bir şey midir, kötü mü?”
Konu ile bilgilerine başvurulan uzmanların görüşlerini paylaşmak isterim:
Psikiyatr Yankı Yazgan, “Toplumsal olarak uğradığımız travmatik olaylar bizi öyle derinden etkiler ki, onları unutmak değil, gömmeye çalışırız…”  diyor ve tespitlerine şöyle devam ediyor: “İnsanların uğradıkları travmaların çeşitlerini irdelerken, bireylerin kimliklerinden dolayı uğradıkları toplumsal travmalardan, siyasi tercihlerinden dolayı uğradıkları – işkence dahil – travmalardan bile daha fazla etkilendikleri tespit edilmiştir. Beyin bunları çok derine kodlar, çünkü bunun içlerinde var oluş dürtüsünü tehdit eden bir durum vardır…”
Psikolog Ali Tekcan’a göre ise “Bireyler olayları unutmazlar, ancak kaynağını hatırlamakta zorlanırlar. Özellikle üzerinden uzun zaman geçtikten sonra, doğru bilgi ve yanlış bilgiyi ayırmakta sıkıntı çekerler. Medyanın da etkisiyle, sonradan doğru olmadığı ispatlanan olayları bile, ilk duydukları şekilde hatırlar ve ona inanırlar…”
Uluslararası İlişkiler Uzmanı Salih Bıçakçı, siyasilerin yeni bir düzen kurarken, ulusal birlik sağlamak uğruna bazı toplulukları dışarıda tutmak gerekliliği doğduğunda, onları ‘dışlamak’ ve ‘unutturmak’ yolunu seçtikleri üzerinde durdu. Ancak, şu da bir gerçektir ki, tarihçi Edhem Eldem’in belirttiği gibi, demokratik toplumlarda, siyasiler toplumsal hafızayı kolay kolay silemezler.
Bütün bu uzman tespitlerine katılmamak olası değil. Yahudi yaşantısı tamamen hatırlama üzerine kurulu iken, unutmak gibi bir gerçekle başa çıkmak çok zor.
“Yahudilerin çok eski ve büyük bir tarihi vardır. Bu tarihi taşımak kolay değildir” diyor Salih Bıçakçı ve devam ediyor: “Tarihi geleneği, özellikle bu kadar acı olayı yeni nesillere aktarmak insanlara çok ağır geldiği için, unutmak istiyorlar…” 

HOLOKOST YORGUNLUĞU
Holokost yorgunluğu işte buradan kaynaklanıyor, şüphesiz. Yahudi toplumları, gelecek nesillere geçirilmek üzere önlerine konan Şoa gerçeğini artık satın almak istemiyorlar. Bunu yok saymıyorlar, ancak Bıçakçı’nın isabetli bir şekilde tarif ettiği gibi, bu ağırlığı taşımayı bir yerde ret ediyorlar.
Peki, buna hakları var mı? Holokost’un tekilliğini tartışma konusu haline getiren, o süreç içinde katledilen milyonlarca Yahudi üzerinden ucuz siyaset yapan, onun Yahudi ötesi mesajını indirgemeye ant içmiş bu denli antisemit iş başındayken, bu soru ile yüzleşmek kolay değil!
Edhem Eldem’in konu ile ilgili tespiti toplumumuzu bu anlamda biraz suçlar nitelikte:
“Türk Yahudileri, Şoa gibi büyük bir hatırlama gerektiren bir travma yaşamadıklarından, kendilerine olumlu bir hafıza icat etmişlerdir…”
Bunun üzerinde durup düşünmek gerek. Doğrudan toplumumuzu etkileyen birçok olayın listelendiği ve bu olaylarla ilgili hatırlanma yüzdelerinin bulunduğu çeşitli tabloları bu sayfada bulacaksınız…
Yahudiler, diasporaya dağıldıkları günden bu yana hep geniş halk kitleleri içinde azınlık konumunda yaşamışlar, eşit vatandaşlık hakları ile donatıldıkları modern zamanlarda dahi, yaşamı paylaştıkları geniş toplumların kendilerine tanıdıkları hak ve özgürlükler dahilinde kalmışlardır. Toplumların kendilerine sundukları, yazılı olmayan sosyal teamüller çerçevesi içinde kalan bir yaşantı kurmuşlardır. Bu yaşantının kalitesi, demokrasinin ilgili toplumlarda ne kadar gelişmiş olduğu ile doğrudan orantılı olmuştur.
Esasında bu şekilde yaşayan toplumlar için kolektif bellek var olmanın bir teminatıdır. Bunu kendisine adil davranmayanlardan öç almak adına değil, kendi geleceğini güvence altına almak adına yapma durumundadır.
Bu bir görüş… Alternatif görüş ise tarihçi Rıfat Bali’den geliyor…

“BİRAZ UNUTMAK İYİDİR”
“Burada (azınlık) yaşayacaksanız, biraz unutmak iyidir; unutmayıp da ne yapacaksınız? Hep diken üzerinde mi yaşayacaksınız? Biri size bir şeyleri geri mi verecek, ya da özür mü dileyecek? Hayır! Dolayısı unutup rahat edersiniz!”
Ancak Bali hemen ekliyor ve diyor ki, “İnsanlar salt kimlikleri yüzünden başlarına gelen kötü olayları unuttukça, kimliklerinden de ödün verirler…”
Bizler tarih bilinci çok da yüksek olmayan, geçmişlerini bilmeyen nesiller yetiştiriyoruz.
Bunun temel nedeni son derece bencil ve dolayısı ile son derece insansı… İnsanlar, kötü olayların, başlarına tekrar gelmeyeceğini kendilerine inandırmayı tercih ederler, çünkü artık rahat yaşamaktadırlar. Tarih bu önermenin ne kadar gerçek olduğunu kanıtlayan birçok olaya tanıklık etmiştir. Rıfat Bali, bu durumu şöyle özetliyor: “Bugünü rahat yaşamak için geçmişi feda ediyorsunuz…”
İşte tam burada, Edhem Eldem’in yine çok can alıcı bir tespitine yer vermek gerek:
“Bilmek veya inanmak istediğini değil, hiç bilmediğini meraktan araştıran bir nesil yetiştirmemiz gerekir. Ancak bu sayede, hafızaya kıymet veren insanlar yaratabilirsiniz! Yoksa ortaya papağan nesiller çıkar…”
Çalışmanın sonunda, Adil Anjel’in yönelttiği şu sorular, uzun uzun düşünülmeye değer:
“Unutalım mı, unutmayalım mı? Hatırlayacaksak, ne kadar hatırlayalım?” 
Tarihçi İlber Ortaylı, “Son İmparatorluk Osmanlı” (Timaş Yayıncılık 2006) adlı kitabında, toplum bilincini şekillendiren en önemli unsur geçmiştir diyor ve devam ediyor: “Tarih çim sahası değil ki kazık çakıp çitle çeviresin. Ben bu kadarını seviyorum, gerisini yakalım veyahut bana ne! diyemezsiniz.”  Dolayısı ile geçmişe sahip çıkmak, yarınların doğru yaşanması için önemlidir.
Hahambaşımız Rav İsak Haleva’nın, gazetemizin 11 Kasım’da yayınlanan sayısında yer alan sözleri, esasında nerede durulması gerektiğini açıkça ifade ediyor:
“Tanrı’nın insanlara bahşettiği en büyük hediyelerden biri unutmaktır. Bir yakınızın kaybını sonsuza kadar aynı şiddette hissetseydik, kalplerimiz buna dayanamazdı. Ama unutmak demek, aklından tamamen çıkartmak demek değildir. Anma dualarına katılmak, bütünleşmenin bir parçasıdır. Ve biz, beraber olduğumuzda, daha güçlüyüz…”