21. yüzyılda büyük oyun

Tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Ortadoğu’nun uyum içinde yaşayan insan topluluklarını barındırması beklenirken, zengin doğal kaynaklarına rağmen bölge tam bir kaos içinde…

Marsel RUSSO Perspektif
24 Haziran 2009 Çarşamba

Ortadoğu, ya da daha genişletilmiş şekli ile Yakındoğu, anlaşılması zor bir coğrafya. Tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış bir bölgenin, ahenk içinde yaşayan insan topluluklarını barındırması, dengeli bir sosyal yapıda olması beklenir. Oysa durum hiç de öyle değil. Dünyanın geri kalanını dize getirecek zengin doğal kaynaklarına rağmen, batıda Balkanlardan başlayıp doğuda İndus Irmağı’na dek uzanan bölge tam bir kaos içinde…

Balkanlarda eski Yugoslavya’nın dağılması süreci henüz dengeli bir sonuç vermiş değil. Son olarak Kosova’nın, batının desteği ile neredeyse tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmesi, özellikle Rus – Amerikan ilişkilerinde sıkıntılara neden oldu.

Bunu Ukrayna’nın Rusya ile yaşadığı doğalgaz krizi izledi. Kimse bu krizin ardında yatan siyasi çekişmeleri inkâr etmedi. Geçtiğimiz yaz, Gürcistan’ın ayrılıkçı Osetya’ya düzenlediği operasyonlara Rusya’nın verdiği cevap hafızalardaki tazeliğini koruyor... Moskova, Tiflis üzerinden batıya ve özellikle Washington’a, arka bahçesinde kontrolü dışında yapılanmalara izin vermeyeceğini, biraz da sert ve yıkıcı bir şekilde hatırlatmıştı.

Azeri – Ermeni çekişmesi Dağlık Karabağ Bölgesi’nin geleceğine endekslenmiş durumda. Türkiye kardeş bildiği Azerbaycan ile olan ticaretini Gürcistan üzerinden yapmak durumunda. Kapalı olan Türk - Ermeni sınırı, Azeri yolunu Türkiye’ye tıkıyor. Ermeniler, kısıtlı olanakları ile yaşantılarını devam ettiriyorlar. Oysa sorunların siyasi boyutu olgunluğa erişebilse, hayat herkes için daha kolay olacak… Ancak nafile durum devam ediyor!

Irak’ta, Başkan Obama’nın Amerikan askerlerinin çekileceğini ilan etmesinden sonra durum sakin gibi. Gerçi hemen hemen her gün şu veya bu yerde patlamalar oluyor ve onlarca insan ne için öldüklerinin bilmeden kayıp gidiyor. Bu işten Şiiler ile Kürtlerin kazançlı çıktıkları şüphesiz. Sünni Saddam Hüseyin rejiminden sonra, yönetimde neredeyse hiçbir hakkı olmayan Kürtler Cumhurbaşkanlığını, Şiiler ise Başbakanlığı almış durumdalar. Kuzeydeki Kürt idaresinin de facto bir tanınmışlığa kavuştuğunu da görmek gerek. Dünyadaki ekonomik travmaya nispet, Kürt bölgesinin inşasına yönelik çalışmalar hızla devam etmekte.

Suriye’de Hafız Esad’ın ölümünün ardından parlamento tarafından başkanlık görevine getirilen Beşir Esad ile yaşam sanki daha kolay. İran ile Suriye arasında hüküm süren “kutsal” ittifak süregelse ve Şam, genel anlamda Tahran’ın ayak izlerini takip etse de, Suriye artık eski Suriye değil. Avrupa ve Amerika ile daha yakın… Gelişmeye başlayan ticari ilişkiler ılık bir esinti veriyor Akdeniz’in bu bölgesine. Ancak İsrail ile barışın yapılamamış olması ve Suriye’nin Lübnan’a olan aşırı ilgisi, sıkıntı yaratıyor.

Suriye, İsrail ile barış imzalayabilecek mi? Daha önce Mısır ve Ürdün’ün geçtiği bu süreçten geçebilecek mi?  Buna engel nedir diye sormak gerek? Olayları salt Suriye – İsrail ilişkileri bağlamında ele alacak olursak, başarılı bir analiz yapabiliriz. Golan Tepeleri’nin durumu konunun en can alıcı noktası. Bir de Şam’ın Hizbullah ve Hamas gibi terör gruplarına verdiği açık destek var ki, onun çözülmesi durumunda olası barış, tünelin ucunda görülür.

Aynı coğrafyada önemli bir duruma sahip olan Lübnan ise tam bıçak sırtında bir ülke. Barındırdığı görece olarak kalabalık Hıristiyan nüfusu üzerinden batı ile hiçbir diğer Müslüman Arap ülkesinin kuramayacağı kadar sağlıklı ilişkiler kurabilecek konumda… Ancak tarihin son 30 yılı öyle değişik olaylara sahne oldu ki, Lübnan bugün acınacak bir konuma mahkûm edildi.

Suriye’nin uzun yılları aşan işgaline kimse ses çıkartmadı. Siyasetçiler, toplumun kanaat önderleri sokaklarda öldürüldüler; failleri bulunamadı. İşin arkasında Suriye’nin olduğu alenen ortadayken, devletler topluluğu buna ses çıkartmadı. Hizbullah’ın güçlenmesine, devlet içinde devlet olacak şekilde – silahlanmak dahil – yapılanmasına kimse dur demedi, ya da diyemedi. Şam üzerinden Tahran’a dek uzanan bir yolda, Şiiler, bu topraklarda hiçbir zaman elde edemedikleri bir güce ulaştılar… Hem de Beyrut hükümetleri ile dalga geçercesine…

2006 yaz aylarındaki İsrail – Hizbullah çatışması buna bir örnek. Lübnan ordusunun bu savaş günlerinde nerede olduğu halen yanıtlanması gereken bir soru olarak duruyor. Hizbullah’a Lübnan adına bu yetki devrini kim, kendisine tanınan hangi hakka dayanarak yapmış? Bunlar halen yorumsuz bekliyor.

Geçtiğimiz ay içinde Lübnan’da yapılan seçimleri batı yanlısı aday Hariri’nin kazandığı ilan edilmiş ve Hizbullah halkın seçimine saygı duyacağını açıklamış. Buraya kadar çok güzel: Ancak Beşir Cemayel cinayeti ile başlayan ve Refik Hariri’nin öldürülmesine uzanan yolda, kimsenin ülkedeki suikast geleneğini yok saymaması gerek. Lübnan’da her an, her şey olabilir.

Ürdün’de Kral II. Abdullah, babasının denge siyasetini başarı ile sürdürüyor. Hamas’ın Filistin halkı içinde güç kazanması Ürdün’ün geleceği için kaygı verici boyutlara ulaşabilir. Ekonomik açıdan olsun, siyasi açıdan olsun pek de gelişmemiş bir profil çizen ülkede halkın idare aleyhine yönlendirilmesi durumunda, nelerin yaşanabileceği belirsiz. Ancak şu ana dek uygulanan sosyal politikaların böylesi bir durumu gündem dışı tuttuğu da bir gerçek.

Hamas’ın güç kazanmasından rahatsızlık duyan ülkelerden biri de kuşkusuz Mısır. İsrail ile imzaladığı barış anlaşmasını hayatı ile ödeyen Enver Sedat’ın yerine geçen ve ülkeyi 30 yıla yakın bir süredir yöneten Hüsnü Mübarek’in izlediği politikalar şu ana dek halkta kabul görmüş durumda. Ancak Mübarek sonrası dönem için durum pek de iç açıcı görünmüyor. Oğlunu varis ilan eden ve kendinden sonra yönetime geçmesini isteyen Mübarek’in bu tercihi ne kadar taraftar toplayacak? Suriye’de yaşanan Beşir Esad örneğinin benzeri Mısır’da yaşanacak mı? Yoksa rejim için tehlikeli ilan edilen - ve yıllardır zaman zaman alenen, bazen de örtülü bir şekilde savaşılan – Müslüman Kardeşler etrafı karıştıracaklar mı? Zamanı gelince Hamas üzerinden bölgeye sarkan İran, olayların neresinde duracak?

Benzer endişeleri sırtlarını batı ve özellikle Amerikan gücüne dayamış petrol zengini Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri de taşıyorlar. Zenginlik başa bela mıdır? Eğer doğru kullanılmazsa, refah toplumun ileri gitmesine değil de, tembelliğe itilmesine neden oluyorsa, bu soruya verilecek yanıt, evettir şüphesiz. Körfezdeki ülkeler sanki bu durumdalar. Çoğu Arap aydını bu ülkelerin kulaklarını, genelde halklarının ve özelde de Filistinlilerin dertlerine kapamakla suçluyorlar.

İran’da seçimler neleri değiştirecek?

Bir de İran var tablonun içinde. İslami doktrini gücünün erişebildiği yere kadar ulaştırmayı kendine görev edinen, eski uygarlıkların mirasını taşıyan, derin bir devlet geleneğine sahip bir ülke… Irak’taki Şiiler ve kendisine yakın Suriye üzerinden, Hizbullah ve Hamas sayesinde Ortadoğu’yu kontrolü altına almak için yanıp tutuşan bir İran’dır bu!  Nükleer güç haline gelmesine az zaman kalmış, batıyı ve Amerika’yı kendisine düşman – rakip değil – ilan etmiş bu İran’dan neler gelebileceği hakkında spekülasyonda bulunmak olası!

İsrail, nükleer İran’ın, Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın talihsiz söylemleri çerçevesinde hareket etmesinden tedirgin. Körfezdekiler dahil olmak üzere Arap ülkeleri, İran’ın güçlenmesinden ve Filistin sorunu üzerindeki Arap etkisinin İran’a geçme ihtimalinden endişe duyuyorlar… Ancak durumu çıkarları doğrultusuna çevirmek için de pek bir harekette bulunmuyorlar. Son İsrail – Hamas çatışmasında, Arap başkentlerinin takındığı tutum İran’a sanki burada daha geniş yer açmış durumda.

Geçtiğimiz hafta İran’daki seçimleri ve bunun sonucunda gelişen olayları bu açıdan da irdelemek gerek… Popülist politikaları ile İran’ı iflasın eşiğine getiren, dünyanın genelinden koparan ve kamuoyunun gözünde marjinalleştiren, doğal gazdan petrole uzanan zenginliği, nükleer İran’ı oluşturmak adına savuran ve halkını – tabiri yerindeyse – sefalette eşitleyen Mahmud Ahmedinecad’ın ikinci kez cumhurbaşkanlığına seçilmemesi, elbette ki birçok ülkede sempati ile karşılanırdı.

Ancak öyle olmadı. Aralarında reform yanlısı, kadınlar ve gençler tarafından desteklenen aday Mir Hüseyin Musavi’nin de bulunduğu muhalifler seçimden yenik çıktılar. İran’da zaten çok güvenli olmayan seçim geleneği, bu sürece müdahale edildiği yönündeki görüşlere ağırlık kazandırdı. Halk, dini lider Hameney’in sert uyarılarına rağmen sokaklarda… Muhtemelen, İmam Humeyni’nin Paris’teki sürgünden Tahran’a dönmesi sürecinde yapılan gösterilerin çapında protestolar izleniyor.

Bu protestoların çok bir şey değiştirmeyeceğini söylemek abartılı olmaz. Gündelik hayat olsun, devlet işleri olsun, zaten makamı aşırı şekilde siyasileşmiş dini lider Ali Hameney tarafından yönlendirildiğine göre, seçimlerden radikal değişiklikler beklemek hayal. Öte yandan, gösteriler, özellikle toplumun itilmiş kesimi olan kadınların ve dünyayı yakalama arzusu içindeki gençlerin yarınlarından endişeli olduklarını kaydetmeleri açısından önemli. Yetkililerin bunu doğru okuyamamaları ve olayları “batı ve Amerikan kışkırtması” şeklinde dosyalamaya çalışmaları, sorunları dış mihraklara yükleme şeklinde kendini gösteren klasik oryantal bir tarz.

Bu olayların içinde kendine yol çizmeye çalışan bölge dışı oyuncular yok değil. Örneğin Hindistan ve Çin, Hint Okyanusu’nda ve Asya’nın doğusuna kayan bölgedeki güç savaşlarını buraya taşımak ve bölgede köprü başları oluşturmak niyetindeler…

Avrupa ülkeleri, başta İngiltere, Fransa ve biraz da Almanya, bölgede yüzyıl öncesine dayanan ihtiraslarını değişik taşlar üzerinden yaşatmaya çalışıyorlar. Amerika ile Rusya ise, bırakır gibi yaptıkları zarları hiçbir zaman ellerinden çıkarmadıklarını gösteriyorlar!

19. yüzyıl ortalarında Hindistan – Afganistan ekseninde başlayan ve Arap yarımadası, İran, Kafkaslar ve Balkanlar’ın bir bölümünde petrolün bulunması ile batıya kayan Büyük Oyun bölgede hâlâ devam ediyor. Tarihi oyuncuların hemen hepsi masanın etrafında… Yenileri de var elbette… Kimi yakınlaşmalar, kimi çekişmeler gözleniyor. Oysa oyun, komplo teorilerinden uzak, kendi kuralları içinde oynanıyor: Devletler arası ilişkilerde dostluk veya düşmanlıktan söz etmek doğru değildir… Burada esas olan çıkarlardır…