Holokost’a uzanan yolda bir endüstri devi: IG Farben

Rafi Kohen

Holokost
3 Nisan 2013 Çarşamba



 

Son yıllarda eşine rastlanmamış bir kriz yaşıyoruz. Dünya insanları, bilhassa günümüz tabiri ile “Birinci Dünya Ülkeleri”nin vatandaşları, birikimlerini hatta yarınlarını kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıyalar.

Bizi bugünlere getiren birçok sebep olabilir. Aşırı kazanç ve servet ihtirası muhakkak ki, bu nedenlerin başında geliyor.

Tarih, para-güç denkleminin doğurduğu negatif hırsın, çoğu zaman insanlık adına kabul edilmezlerin, teyit, hatta teşvik ettiğini, acımasızca anlatıyor bizlere.

Uygarlık ne kadar alçalabilir?

Gözümüzü hemen tarihin en karanlık dönemine çeviriyoruz: Büyük buhran ve onu takip eden 2. Dünya Savaşı.

1930’larla başlayan bu ideolojik kaos ve akabinde gelen savaş felaketi, süreç içinde yerini mekanik, teknolojik hatta ticari amaçlarla, insanların öldürüldüğü bir soykırıma bıraktı. Yaşananların tekilliği ve öncesizliği buradan geliyor. Söz konusu olan endüstriyel ve bol karlı bir soykırımdı.

Hitler ve yoldaşları, programları ile ne kadar suçlu iseler, onların ulusal ve uluslararası sponsorları aynı derecede suçlu ve sorumlu olmalıydı. Ancak adalet kılıcını ideologlara ve askerlere sallarken, savaş sonrası gelişmeler, sözüm ona katıksız itaat dayanağı ile hareket eden bürokrat, bankacı ve sanayicileri, belki de Alman toplumunu ulusal utançtan kurtarmak için göz ardı etti.

Bu birçok sanayi oluşumunun akılda kalan en önemlilerinden biri “IG Farben Karteli” idi, şüphesiz. Namı diğer “Hell’s Cartel” veya “Cehennem Karteli

 

IG FARBEN’İN KURULUŞU

20. yüzyılın başında Alman Kimya endüstrisi, dünya sentetik boya piyasasının %90’ını elinde bulundurmakta, toplam imalatının %80’inini de ihraç etmekteydi. Zamanla ilgi alanları günün gelişen ihtiyaçları doğrultusunda, tıbbi ilaçları, tarım ilaçlarını, fotoğraf filmlerini, sentetik yakıtı ve elektrokimyasalları da içine alarak genişleyen şirketler, 1913 yılında, ürün yelpazesinin çeşitliliği bir yana, rekabetin kızışması sonucu, beklenmedik dış rakipleri engellemek ve ürünlerinde dünya hakimiyetini garantilemek amacı ile birleşme, kartelleşme görüşmelerine başladılar. Her ne kadar I. Dünya Savaşı firmalara önce kâr sağlasa, sonra darbe vursa ve bunun sonucu operasyon gecikse de, biraz da mecburiyetten, 25 Aralık 1925 tarihinde Bayer Başkanı Carl Duisburg ve BASF Başkanı Carl Bosch’un önderliğinde beklenen birleşme tamamlandı ve plan doğrultusunda kartel “IG Farben” adı ile hayata geçti.

Ana hissedarları şöyle sıralamak mümkün:

BASF (%27.4)

Bayer (%27.4)

Hoechst-Cassella-CFR Birleşik (%27.4)

Agfa (%9)

Cfge (%6.9)

CF Weiler Ter Meer %1.9)

1926 yılına gelindiğinde IG Farben 1.4 milyar mark sermayeli, 100,000 çalışanı, bünyesinde Nobel ödüllü bilim adamları olan bir kimya canavarına dönüştü. Kolları ile dünyayı kavrayan kartel, uluslararası ortaklıklara imza atmakta, Rocfeller’ın Standard Oil’i, Dupont, DOw Chemical gibi Amerikan devleriyle özel temaslar kurmaktaydı. Bu özel ilişkiler sayesinde kimse, savaş endüstrisinde kullanılacak binlerce ton kimyasalı Kartel’e satmakta sakınca görmedi.

Kısa bir sure sonra kartel ailesine yeni bir üye katıldı: IG Farben USA. Yeni kurulan firmanın yönetim kurulu ilginç kişilerden oluşuyordu. Bunlardan birkaçı şöyleydi:

Karl Bosch

Edsel Ford (Ford Motors; daha sonra politik sakınca görerek çekildi)

H. A. Metz (Bank of Manhattan)

C. E. Mitchell (Federal Reserve New York)

Walter Teagle (Federal Reserve New York)

 

KARTELİN GÜÇLENİŞİ

1931 yılında merkezini Frankfurt’a taşıyan kartel, 218,000 çalışanı ile dünyanın dördüncü en büyük şirketi konumuna yükseldi ve Almanya’nın siyasi gündemine yön verecek duruma geldi. Aynı dönemlerde, büyük buhran ülkede umutsuzluk ve infial yaratmış, radikal söylemler gittikçe güçlenmeye başlamıştı. Kartel bir karar vermek zorundaydı: geleneksel politika ve politikacılar mı desteklenecek yoksa yaklaşmakta olan “devrim trenine” mi binilecekti?

Çıkarlar, bu aşamada, Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisini işaret ediyordu. Yegâne miting yeri Münih meyhaneleri olan bu radikal grup kartelin teknokratlarının desteği ve 400,000 Mark maddi yardımı ile bambaşka bir şekle büründü.

Parti bir üründü ve kartelin pazarlamacıları bütün becerilerini bu ürün üzerinde göstermeye başladılar.

1933 yılında Hitler ve ekibinin seçimleri kazanmasında belki de en büyük payı sponsorların çalışmalarında aramak gerek.

Hitler diktatörlüğüne giden yolun taşları döşenmeye başlamıştı. Askeri yatırımlar kartele önü görülmez müthiş gelirler kazandırıyor, Amerikan borsasına kote IG Farben USA’nın hisse gelirleri, Nazi Almanyası’na akmaya başlıyordu. Kartelin kontrolündeki 380 ulusal, 500 uluslararası şirket hem kendi, hem Nazi Almanyası’nın imajını cilalayıp, adeta büyükelçilikler gibi hareket ederken, aynı zamanda istihbarat da sağlıyordu… Kartel’in geniş arazileri ise Alman ordusuna manevra tatbikatları için tahsis ediliyor, bir yandan da, bilim adamları patlayıcı etkisi yaratan birçok deneme gerçekleştiriyorlardı.

Bu hizmetlere karşılık, Hitler önce ilhak ettiği Avusturya’daki, daha sonra da, ele geçirdiği ülkelerdeki bütün kimya tesislerini kartele devir edecekti.

Amerikalı Senatör Homer Bone’un, 1943 yılında dediği gibi “Farben Hitler’di , Hitler de Farben!

IG Farben artık devlet içinde devletti.

 

ZİKLON B GAZI

Kartelin tesislerinde üretilen önemli bir ürün, bizlere tanıdık Ziklon B gazı… Prussic asit kökenli bu zehir, aslen su, tarım ürünleri, gemi ve depolar gibi kapalı alanları dezenfekte etmek amacı ile Kartel’in bilim adamları tarafından icat edilmiş bir kimyasal ilaçtı. Lisansı Kartel’in alt kuruluşlarından Degesch’e ait olan Ziklon B, 1942 yılından itibaren bambaşka bir amaca hizmet edecekti…

Naziler, uzun zamandır Yahudiler ve bunlar gibi istenmeyen, sakıncalı unsurları imha etmek için arzu ettikleri etkinlikte bir sistem geliştirememişlerdi. Toplu olarak kurşuna dizme infazcıların psikolojisini bozmakta, karbonmonoksit ile gazlamak ise zaman alan, pahalı ve güvenilmez bir sistem olarak görülmekteydi. Dizel motorlar sık sık bozuluyor, soğukta donuyor, işlem uzun sürüyordu.

Ziklon B, bütün bu sorunları çözen kazara ortaya atılan bir formüldü. Öldürme süresi kısa, temini kolay ve ucuzdu.

IG Leverkusen (bugünkü Bayer Leverkusen) fabrikasında imal ediliyor, dağıtımı Bayer satış bürolarınca gerçekleştiriliyordu. Savaş boyunca iki milyon kişi Ziklon B gazı ile öldürüldü.

Savaşın bitiminde, Kartel üst yönetiminden Wilhelm Mann, Nürnberg Mahkemesi’ndeki sorgusunda Ziklon B’nin kampta ne amaçla kullanıldığından haberdar olmadığını ifade ederek bütün suçlamaları geri çevirmişti. Kimyager olan ve kampları sık sık ziyaret eden Mann’ın gaz odalarından bihaber olması, pek akla mantığa sığmıyor. Gerçek ihtiyacın tonlarca üstünde imal edilen zehir ne için kullanılmış olabilirdi ki?

Savaşın sonuna doğru Kartel yönetimi bilhassa Auschwitz ile ilgili belgelerin çoğunu yok etmişti; fakat Mann’ın kanıtlarını yok etmeyi başaramadığı çok önemli başka bir skandal vardı: insanlar üzerinde yapılan deneyler .

Auschwitz Kampında “ölüm meleği” olarak bilinen Dr. Josef Mengele’ye test edilecek ilaçlar ve maddi yardım doğrudan Winfried Mann’dan geliyordu. Deney sonuçları, DNA çalışmaları kartelin Nobel ödüllü bilim adamı Heinrich Horlein’e ulaştırılıyordu. IG Farben bu dönemde, sağlıklı deneyler yapabilmek için, kamp yönetiminden yüzlerce denek satın almıştı…

IG Farben’in gündemimize düşmesinin başka önemli bir sebebi de çalıştırdığı köle çilerdi.

Monowitz alt kampı Auschwitz bünyesinde dokuz yüz milyon mark yatırımla kurulan sentetik yakıt, kauçuk üreten bir fabrikaydı. Kuruluş aşamasında, firma yetkilileri istatistikler hazırladılar. Kamp koşullarında, standart bir Alman İşçisi ile mukayese edildiğinde, verimlilik %75 oranındaydı, maliyet ise çok düşüktü. İşçi ömrü üç ay olarak hesaplanmış, ancak devamlı tedarik oldukça bunun bir sorun teşkil etmeyeceği rapor edilmişti. Sabahın dördünde toplu görüş ile güne başlayan köleler, 15 saat süresince, akıl mantık ötesi şartlarda ağır işlere tabii tutuluyorlardı.

Monowitz kölelerinin yaşamları net hesaplar üzerine kurulu idi, çünkü çok önce hazırlanmış bir planın kobayı idiler: çalıştırarak öldürme süreci! Burada çalışmak için tren istasyonlarında uzunca elemelere tabi tutulanlar gaz odalarından kaçabilmişlerdi belki, ancak makus kaderlerinden geri dönüşleri olmayacaktı…

IG Farben Monowitz yönetiminin kimseyi gereğinden fazla hayatta tutmak dürtüsü olmadığı gibi, formenler cezaları bizzat gerçekleştiriyordu. Kimin hayatta kalacağı, kimin Birkenau krematoryumlarına gönderileceği Kartel’in atadığı doktorların iki dudağının arasındaydı. Çalışan esirlerin kampa giriş esnasında arkalarında bıraktıkları varlıkları ise ayrıca Kartel yönetimince değerlendiriliyordu.

Kartel’in başka bir işletmesi olan Fürstengrube kömür madeninin çalışma şartları, Monowitz’i bile gölgede bırakıyordu. 120 cm tavan yüksekliğinde dizlerine kadar suyun içinde saatlerce çalışan kölelere biçilen ömür 5-6 hafta arası, hesaplanan aylık kilo kaybı ise adam başı 7-8 kg idi. Madendeki formenler öylesine acımasızdılar ki, SS’ler merkez komutanlığına, uygulanan yöntemlerle ilgili şikâyet raporu düzenlemek gereğini hissetmişlerdi.

Bir SS komutanının Monowitz’de dediği gibi eninde sonunda herkes ölecekti ama kartelin eline düşenlerin süresi daha uzun ve meşakkatli idi.

Mayıs 1945. Savaş bitti.

Hitler ve yoldaşları intihar yolunu seçmişler, ele geçenler Nürnberg mahkemelerinde yargının yolunu tutmuşlardı. 1947 yılında IG Farben davası başlayınca, bu işten bir şey çıkmayacağı konusunda hemen herkes fikir birliğine varmıştı. Kartel’in Amerika ilişkilerine ait belgeler alelacele ortadan kaldırıldı. Yöneticilerin birçoğu suçlarından aklandılar. Suçlu bulunup cezaevine gönderilenler ise en fazla iki sene sonunda serbest bırakıldılar.

Dünyada yeni bir düzen oluşmaktaydı. Kore’de komünistlerin başarısı, Sovyetler’in Avrupa tehdidi, eski düşman Almanya’nın “batıda” kalanını, yeni ismi ile Federal Almanya’yı müttefikler sınıfına soktu. Ülkenin acil yöneticilere, sanayi ve kalkınmaya ihtiyacı vardı.

Batılı müttefikler, 1952 yılında IG Farben’in tasfiye işlemini başlattılar. Mal varlıklarının çoğu yeniden yapılandırılan eski kurucu ortaklara devredildi: BASF, Bayer, Agfa 

Ondan öte, Hoechst, Fransız Rhone Roulenerorer ile birleşti ve Aventis adını aldı... Bu oluşum daha sonra Sanofi tarafından satın alındı ve bugün hepimizin tanıdığı Sanofi - Aventis doğmuş oldu. Bu durum biraz ironik çünkü Rhone Poulenerorer, IG Farben’in savaş sırasında el koyduğu tesisler arasındaydı.

Bu şirketler 1950’lerin Alman ekonomi mucizesinin baş aktörleri oldular. Wilhelm Mann ve Heinrich Hörlein, Bayer AG’nin yönetim kuruluna girdiler.

Monowitz’in planlayıcısı ve kurucusu, gizli kimyasal silah programının yöneticisi, Nazi Almanyası’nın Şövalye Haçı ile ödüllendirilmiş dehalarından Otto Ambross, Telefunken’den Knoll AG’ye kadar birçok Alman firmasının yönetim kurulu üyeliğini ve baş danışmanlığını yapmaya başladı.

Carl Wüster BASF Yönetim Kurulu Başkanlığı’na getirildi. BASF son yıllarda petrol fiyatlarındaki oynaklık sebebi ile sentetik yakıt alanında yaptığı yatırımlarla çığır açtı… IG Farben’in rüyası böylece, 20. yüzyılın İkinci yarısında gerçekleşmiş oldu.

Savaş sırasındaki hizmetlerinden dolayı Fahri SS Albayı payesi ile onurlandırılan Heinrich Bütefisch, birçok kimya şirketine danışmanlık yaptı.

2000’li yıllarda yalnızca 3 şirketin cirosu 100 milyar avroyu geçmişti.

Eski yöneticilerin birçoğu savaş sonrası yaptıkları katkılara istinaden Devlet Üstün Hizmet madalyası ile onurlandırıldılar.

2003 yılında kartel tamamen lağvedildi. Tasfiye süresi esnasında hukuki zorluklar gerekçe gösterilerek, üstlenilmesi gereken tazminatların çoğu göz ardı edildi. Bir tek BASF Holokost fonuna belli bir oranda katkıda bulundu. Yeni firmalar parçası oldukları geçmişlerinden kaçınmayı yeğlediler. Kartel ve uzantıları bugüne kadar savaş sırasındaki faaliyetlerinden dolayı hiç bir zaman özür dilemediler. Bu perde onlar için kapanmıştı.

6 Şubat 1959 tarihinde eski IG Farben yöneticileri bir buluşma gecesi düzenlediler. Gecenin ilerleyen saatlerinde, purolarını yakıp içkilerini yudumlarken acaba aralarında neler konuşmuşlardı?

Nazi rejimindeki günlerini mi, yoksa Nürnberg mahkemelerinden nasıl kurtulduklarını mı yad ediyorlardı? Yoksa bir zamanlar yönettikleri “Cehennem Karteli”ni mi anıyorlardı? Ya da amaç ve çıkarları uğruna ölümlerine sebep oldukları insanların anısına kadeh kaldırıp, pişmanlıklarını mı ifade ediyorlardı?

İnsanlık ne kadar alçalabilir?

Bu sorunun yanıtı, IG Farben’in tarihin karanlık sayfalarına gömülen hikâyesinde saklıdır.

Bizim tek bilmemiz gereken, bugünün modern ve uygar insanları olarak görevimiz, omzunda eğitim, kültür, profesyonellik apoleti olan kişilerin dahi çıkarları uğruna insanlıklarını ne denli kaybedebileceklerini, bu vesile ile unutmamak, unutturmamaktır.