Yalın ve gerçekçi insan portreleri

Viktor APALAÇİ
4 Şubat 2009 Çarşamba

Büyük şehirde birbirlerinden kopuk olarak yaşayan üç kardeş, kaybolan annelerini bulmak için biraraya geldiklerinde, geçmişleri ile yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Monoton bir hayatın içine sıkışıp kalmış, bu mutsuz orta sınıf bireylerinin başa çıkamadıkları sorunlar, son derece iyi işlenmiş karakterler eşliğinde anlatılıyor. Günümüz tüketim toplumunu ve kapitalist sistemi, sıradan insanlar üzerinden eleştiren film, modern hayatın acımasız kurallarını gözlere seriyor

Bireye ve topluma eleştirel bakış açısıyla yaklaşan filmlerinden tanıdığımız, yönetmen, senarist ve mimar Yeşim Ustaoğlu, dördüncü filmi “Pandora’nın Kutusu” ile özgün, yalın, içten, gerçekçi ve insancıl bir öykü anlatıyor.

İstanbul’dan Karadeniz’e uzanan bir yol filmi formatında başlayan film, bir iç yolcuğulun öyküsüne dönüşüyor. Büyük şehirde, birbirlerinden kopuk olarak yaşayan ikisi kız, üç kardeş, kaybolan annelerini bulmak için biraraya geldiklerinde, geçmişleriyle yüzleşmek zorunda kalıyorlar.

Kent yaşamının içine savrulmuş, yaptıkları seçimi sorgulayan, boş şeyler uğruna birbirini inciten, şehir karmaşası içinde farklı hayatlar yaşayan kardeşlerin içinde bulunduğu çıkmazı, Yeşim Ustaoğlu beceriyle işliyor. Monoton bir hayatın içine sıkışıp kalmış bu orta sınıf bireylerinin hayatla kurdukları sağlıksız ilişki, başa çıkılamayan sorunlar, son derece iyi işlenmiş karakterler eşliğinde anlatılıyor.

Oya gibi işlenmiş bir senaryo, derinliği olan karakterler, mükemmel bir sinemamatografi eşliğinde işlenmiş. Karadeniz’den gelip büyük şehire yerleşmiş, ama modern yaşama ayak uyduramamış, taviz vere vere yaşamaya alışmış, mutluluğu yakalayamamış üç kardeşin kişiliğinde film, orta sınıf ahlakını sorguluyor.

Batı Karadeniz dağlarındaki bir köyde yaşayan, kocası tarafından terkedilen, Alzheimer hastası annenin kaybolma haberi, İstanbul’da birbirlerinden habersiz yaşayan üç kardeşi biraraya getirir. Yolculuk sırasında ortaya çıkan sorunlar, kardeş kıskançlıkları, kompleksler, zaaflar, zayıflıklar, gerginlikler, ruhsal sorunlar ortaya dökülüyor.

“Pandora’nın Kutusu” iletişimsizlik, kırılganlık, zayıflayan aile bağları ve yalnızlaşma temalarının hakkını veren, dokunaklı bir film.

MODERN HAYATIN ACIMASIZ KURALLARI

Film, son derece inandırıcı bir şekilde yazılmış insan portreleri resmi geçidi sunuyor. Kontrol manyağı Nesrin (Derya Alabora), oğlunu evden uzaklaştırmış, kocasının koynuna girmeye tahammülü olmayan, mutsuz bir kadındır.

Kızkardeşi, gazeteci Güzin (Övül Avkıran) bir aile kurmayı becerememiş, kendisine paçavra muamelesi yapan sevgilisine ailesinden fazla önem veren, orta yaşlı bir kadındır.

Hayatta bir baltaya sap olamamış, erkek kardeşleri Mehmet (Osman Sonant), esrar içen, bohem hayat yaşayan, işsiz bir adamdır. Sağlığında iyi bir ilişki kuramadıkları yaşlı annelerine (Tsilla Chelton), Alzheimer hastalığıyla boğuştuğu bu günlerde, üç kardeş bakımını üstlenmek durumunda kalacaktır.

Yaşlı kadınla sağlıklı bir iletişim kurmayı başaran tek kişi, isyankar torunu olacaktır. Film, hastalık ve yalnızlık girdabında boğuşan büyükannenin, son yolculuğunu anlatan ölüm yürüyüşünün öyküsünü anlatıyor.

Bu rolde, “Tatie Danielle” filminden tanıdığımız, 90 yaşındaki Fransız oyuncusu Tsilla Chelton, San Sebastian Film Festivali’nde kazandığı En iyi Aktris Ödülü’nü hak eden çarpıcı bir kompozisyon çiziyor. “Pandora’nın Kutusu” aynı festivalde Altın İstiridye (En iyi Film) ödülünü kazanmıştı.

Günümüzün tüketim toplumunu ve kapitalist sistemi, sıradan insanlar üzerinden eleştiren film, modern hayatın acımasız kurallarını gözlere seriyor. Yeşim Ustaoğlu, kuşaklar arası aile ilişkilerini de başarı ile inceleme konusu yapıyor.

Karadeniz’li bir sanatçı olarak Yeşim Ustaoğlu (tıpkı Özcan Alper’in “Son Bahar” filminde yaptığı gibi) Karadeniz’in doğal güzelliklerini gözlerimize seriyor. Jean-Pierre Mas’ın müziği filme çok şey katıyor.