Zam... zaman... matsa... ne zaman?

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Küresel ısınmanın etkisi bizi hangi yakın zamanda etkileyecek, tam olarak bilmiyorum. Ama iklim farklılıklarının hızlı bir değişim içinde olduğu bir gerçek. Bilinmeyen; insan üzerindeki etkisinin ne olacağı... Örneğin, başım ağrıdığında, masamın üçüncü çekmecesini açar, bir hap yutar, nedenini sudan bir bahane olan ‘hava’ya bağlardım. Ya, şimdi? Kış ortasında bahar yaşandığında baş ağrısını neye yorumlayacaksınız? Lodosla poyrazın çarpışması gibi bir durum.
* * *
Unutkanlık da küresel ısınmaya mı bağlandı? Beynim bazen Mors Alfabesi gibi çalışıyor. Bir kelime söylüyorum, sonraki ismi hatırlamıyorum. Derken üçüncü isim geliyor, bir sonraki ‘stop’. İyi ki, ofiste mükemmel bir ekibiz de, herkes boşta kalan ‘nokta nokta’ları doldurup cümleyi tamamlıyoruz. Odada bulunan herbirimizin zeka düzeyi de rüştünü ispat ettiğine göre ortada bizden kaynaklanan bir sorun gözükmüyor. Sözüm meclisten dışarı, olay bazen işverenlerden de kaynaklanabiliyor. Eve iş götürseniz, doğal; geç saatlere kadar kalırsınız normal; sabah biraz gecikirseniz; kıyamet. Maaşın tanımı ‘40 günde devr-i alem’. Zam ise, Mors Alfabesi’nde gizli. Tabii yazdıklarım hicivden öteye gitmiyor. Yine de mizahın belli oranda gerçekleri yansıttığı söylenir.
* * *
Küresel ısınma hafife alınacak bir konu değil. Geçen hafta gazetemizin ‘Analiz’ sayfasında değinilmişti. Bu kez de ‘ekonomi’ sayfasında. Çocukken evde, odadan çıkarken ışığı kapatmamız, ellerimizi yıkayıp dişimizi fırçalarken musluktan suyu boşa akıtmamamız gerektiği  tembihlenirdi. O zaman gerekçe, tutumlu olmaktı.  Aynısını zamanı geldiğinde biz de çocuklarımıza öğrettik. Bu arada ‘üretici’ nesilden ‘tüketici’ nesle doğru giden yol alınmaya başlanmıştı bile...
* * *
Ağaç dikimi ile başlayan Tu Bişvat, Purim’in habercisi sayılıp ardından Pesah’ın gelişini hatırlatır. Geleneksel kutlamaların en güzel yanlarından biri de sade vatandaş olarak toplumdaki gelişmelerden birebir haberdar olmanızdır. Bu yıl Şabat gecesine denk düşen Tu Bişvat’ı ‘yüz kişilik bir aile’nin Hahambaşı ile birlikte neşe içinde geçirmesi hoş bir farklılıktı.
En çok sevdiğim bayramlardan biri olan Purim, bu sene hem Sefarad, hem Aşkenaz tarzında “binbir gece masalları” şeklinde kutlanacakmış. Ne güzel!
Birkaç sene evvel, bir akım başlamıştı. Ulusal basının tüm gazeteleri sırayla ‘azınlık’ konusunu işlemeye başlamıştı. Aynı cümleleri her bir gazeteciye tekrarlamak sıkıcı hale dönüştüyse de, gelen genç meslekdaşları doğru aydınlattığıma sevinmiştim. Öte yandan da, kendimi nesli tükenmiş dinozorların kıymete binmesi şeklinde hissetmiştim. Tıpkı, bunun gibi, bir zamanlar Yahudi nüfusu 200 bin iken sorunlar daha azmış. Giderek azalıp 20 binlere vardığımızda sorunlar çoğalıyor. Bu nasıl bir denge? Beş nesil bu şehirde aynı matsa’yı yedik. O haftayı bekledik; o tatla büyüdük, hem de iyi birer yahid olarak.