Taşra Kabare’de ‘Düşperest’

“Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Türk Mûsikîsi icra eden bir genç varmış. Az gitmiş uz gitmiş, meyhane gazino düz gitmiş. Bir de dönüp arkasına bakmamış ki görsün; Düşlerinin peşinden düşmüş başkasının düşüne dönüşmüş. Bilememiş ki; maharet her devrin adamı olmak değil her devirde adam olmakmış. Devir değişir, ama hakikat değişmezmiş.”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
20 Haziran 2018 Çarşamba

Tiyatrodaki birlikteliklerini özel yaşamlarında da sürdüren Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş çiftinin bir kültür ve sanat yapım merkezi olarak 2015’te kurduğu Taşra Kabare, faaliyetine Ağustos 2016’dan itibaren, kendi mekânında devam ediyor. Taşra Kabare’nin isim babası Cemal Toktaş, “Taşra kelimesini burada, samimiyet, hoşgörü, misafirperverlik, birliktelik olarak doldurmaya çalışıyoruz” diye ekliyor.

Gerçekten de, Taşra Kabare’ye girildiğinde ilk hissedilen samimiyet ve misafirperverlik duygusu. Şefinden garsonuna, ünlüsünden ünsüzüne herkesin doğal davrandığı, herkesin yüzünün güldüğü sımsıcak bir ortam. Üst kattaki ahşap kapıdan girilen, kışın büyük bir bölümüyle bahar ve yaz aylarında öndeki üstü kapalı terasa taşan restoranda, makul fiyata hem değişik hem de çok lezzetli yemekler yeniyor. Restoranın dip bölümü, kulislerin olmadığı, oyuncuların ve müzisyenlerin sahneye seyircilerin arasından geçerek girdiği, oyunu ya da konseri içkinizi yudumlayarak izleyebileceğiniz bir kabare tiyatrosu olarak düzenlenmiş.

Kabare Katı’nın içinden inilen alttaki Sofa Katı’nda, etkinliğe göre 70 ilâ 100-110 seyirci kapasiteli, kolonsuz, değişken kara kutu formunda bir tiyatro salonu var. Biz, Sofa Katı’nda sahnelenen Taşra Kabare’nin yeni prodüksiyonu ‘Alacakaranlık Kuşağı’nı gelecek sezona bırakarak, Kabare Katı’nda Ayça Işıldar’ın Nergis Öztürk’le Cemal Toktaş’ın öyküsünden yola çıkarak yazdığı, Oğuz Utku Güneş’in yönettiği ‘Düşperest’i izledik.

Web sitelerinde Taşra Kabare, “Tiyatro oyunları - sinema filmleri - müzikli oyunlar üretmeyi amaç edinmiş, kesinlikle arabesk - pop - caz - alaturka bir yapılanma” olarak açıklanmakta. Tektaş’ın yazdığı ilk oyunları ‘Temizlik İşleri’nin pop, geçen sezon sahnelemiş oldukları ‘Ölüm Hastalığı’nın caz, yine geçen sezonun kabaresi İonesco’nun ‘Kel Şarkıcı’sının da alaturka halleri olduğunu söyleyen Nergis Öztürk, ‘Düşperest’in Taşra Kabare’nin arabesk hâli olduğunu ekliyor.

‘Düşperest’, musiki eğitimi almış, kendini sanatına adamış genç bir şarkıcının 1970’lerden günümüze müzik dünyasındaki yolculuğunun öyküsü. Beyaz takımlarını kuşanıp pırıl pırıl sesiyle şarkılarını söyleyen Cemalettin, değişen devre ayak uydurması gerektiğini söyleyen her yeni patronun isteğine direnmeden, alaturkadan arabeske, poptan new aga’e tarz, tür ve ‘kostüm’ değiştirerek kâh Cemal, kâh Cemo, kâh Jamie oluyor. Ancak saf ve temiz delikanlımız, Cemalettin olmaktan çıkıp her devrin adamına dönüştükçe düşleri, aşkları, idealleri ne olacaktır? Cemalettin kime, neye dönüşecektir?

Cemalettin’in yaşadıkları üzerinden Türkiye’deki yarım yüzyıllık kültürel değişime, beğenilerin farklılaşmasına değer yargılarının dönüşmesine zekice göndermeleri de olsa, Nergis’le Cemal’inki aslında defalarca işlenmiş, tanıdık bir öykü. Ancak, Taşra Kabare ekibi bu bildik öyküden yola çıkarak, yılın en keyifli, en sevimli müzikal güldürüsünü yaratmış. Bu başarıda Ayça Işıldar’ın zeki metnini kıpır kıpır sahneye koyan, Kabare ile Tiyatro arasındaki o zorlu dengeyi her dem ayakta tutabilen, üst düzey oyunculuklarla izleyiciyle bire bir kurduğu sımsıcak iletişimin kolaycılığa kaçmasını ustaca dizginleyen Oğuz Utku Güneş’in büyük rolü var. Düş Bandosu’nun canlı müziklerini ve Hilal Polat’ın kostüm ve sahne tasarımını ve çok sayıda konuşmasız role derinlik katan Yiğit Aytuğar’ı da unutmayalım.

İstanbul seyircisinin yeni keşfettiği Şevki Çepa, Ankara Devlet Tiyatrosunun D.T.C.F. mezunu deneyimli bir oyuncusu. Kurumunun özel izniyle ‘Düşperest’de sahneye çıkan, oyunun bütün müziklerini bestelemiş, güftelerini yazmış olan Çepa’nın Cemalettin yorumu kadar, sesi ve şarkıcılığı da dört dörtlük.

Oyunun bütün diğer karakterlerini yorumlayan, kişilikten kişiliğe kostüm değiştirircesine geçen Cemal Toktaş ve Nergis Öztürk olağanüstü. Nergis’in ‘assolist’i ile Cemal’in patronları unutulur gibi değil. Her zaman üst düzey oyuncu olarak tanıdığım Nergis’le Cemal’i aynı sahnede izlemek farklı, heyecan verici, neredeyse mahrem bir deneyim. Gerçek yaşamdaki beraberliklerinin ne derecede sağlam olduğu, nasıl aynı zevkleri, aynı heyecanları paylaştıkları sanki sahneye birebir yansıyor. Sahnede ve sahne dışında birlikteliklerini daim olmasını dilerim.

Taşra Kabare’nin restoranı, nefis yemekleriyle yaz boyunca açık. Ancak tiyatro sezonunu da tam olarak kapatmıyor. Gelecek sezon da devam edecek olan ‘Düşperest’i yaz boyunca ara ara sahneleyecekler. Mutlaka izleyin. Hatta arada bir tekrar izleyin derim.

 

Baba Sahne’de ‘Aşk Ölsün’

“Kepçe kadar yüreğiyle, kaşık kadar haline bakmadan hayat denen bu kazanın altını üstüne getiren bir kadının hikâyesi... Yaptığımız seçimler bize mi aittir yoksa bize dayatılanlar mıdır? Yağan yağmurun sevmekle, sahile vuran dalgaların aşkla, rüzgarda dalgalanan başak tarlalarının sevilmekle alakası var mıdır? Durup hatırlamak ya da hatırlayamamak nasıl karşılık bulur?”

‘Aşk Ölsün’ 10 yıl önce başlamış bir sanatsal yolculuğun (şimdilik) son durağı. 2008’de Murat İpek’in yazıp yönettiği ‘Basit Bir Ev Kazası’, küçük çapta bir tiyatro efsanesine dönüşmüş, tek kişilik oyundaki performansıyla, ünlü bir sinema ve televizyon oyuncusu olasına karşın, tiyatro izleyicisinin az tanıdığı Günay Karacaoğlu’ya, Muhsin Ertuğrul, Sadri Alışık ve Afife Jale Ödüllerinde Komedi Dalında En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazandırmıştı.

Karacaoğlu, artık ‘zamanı geldiği için’ yaptığı evlilikte aradıklarını bulamayan, aşksız bir hayatı yaşanmış saymayan, hem cesur hem ürkek, hem gerçekçi hem romantik Songül’ün, kara mizah tadındaki kendini aşma serüvenini on sezon yorumlamıştı.

Oyunu yazan ve sahneye koyan, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu, 1969 İstanbul doğumlu Murat İpek on yıl sonra tekrar Songül’ün hikâyesine dönüyor.

‘Basit Bir Ev Kazası’nın sonunda kocasının aldattığı ve terk ettiği Songül, ‘Aşk Ölsün’de hayatına kaldığı yerden devam eder. Daha doğrusu, intihar düşüncesiyle girdiği bir otogardaki kirli kadınlar tuvaletinde anılarını tekrar hatırlayarak geçmişiyle hesaplaşmaya çalışan genç kadın, sonunda tuvaletten çıkarak dolu dolu yaşamaya karar verir. Tatile çıkar, motosiklet almaya niyetlenir, işe girer ve sonunda, defalarca düş kırıklığına uğramasına karşın, büyük umutlarla yeni bir ilişkiye başlar.

Klasik bir ‘umutsuz ev kadını’ hikâyesi olarak gelişen ‘Basit Bir Ev Kazası’, nedenlerini ve sonuçlarını devamlı irdeleyen Songül üzerinden, kadının erkeğe bakış açısını, ilişkide nerede ve nasıl olacağını, ne kadar var olduğunu, ne kadar var olması gerektiğini sorgulayan bir oyundu. ‘Aşk Ölsün’deyse, aşkın içinde büyümüş, hayatın tecrübelerinden sonuna kadar yaralanmış bir Songül çıkıyor karşımıza. Artık toparlanmaya, bilinçlenmeye, aydınlanmaya başlamış, kararlarını verecek kadar güçlenmiş bir Songül. İstediğini sandığı evliliği yapmak üzereyken aslında bu kararın üzerindeki baskılardan kaynaklandığını fark ettiğinde, günümüz Türkiye’sinde böyle bir karar hayatına bile mal olsa, evlenmekten vazgeçmeyi göze alabilen bir Songül…

“Evet,” diyor Günay Karacaoğlu, “Songül töre, namus cinayetine kurban gidiyor. Geçen yıl tam 367 kadın öldürüldü! Kadını çok sevmekten kaynaklanan(!) ‘aşk cinayeti’ denen bir şey var, basında öyle kullanılıyor. Kulağa fena gelmiyor değil mi? ‘Ha aşksa tamam’. Evet! Aşk öldürecekse “Aşk Ölsün” diyoruz. Seni çok seviyorum diye ya da sen beni artık sevmiyorsun diye öldürmek kadar acımasız, vahşi bir şey olamaz.(…) Hep uzakta birilerinin başına geliyor bunlar.  Üzülüp geçiyoruz. Bazen de Özgecan gibi cinayetlerde duyarlılık artıyor, eğer o haber iyi servis yapılmış, reklam ve promosyonu ile haber değeri yükseltilmişse…”

Murat İpek’in yazdığı oyunu bu kez etkileyici sahne ve kostüm tasarımını da üstlenen Barış Dinçel başarıyla yönetiyor. Işık tasarımı Yakup Çartık’ın, müzik Çiğdem Erken’in. Songül’ü yine Günay Karacaoğlu canlandırıyor. Sadece Songül deyince başkasını düşünmek mümkün olmadığından değil, karakteri aynı oyuncunun üstlenmesi iki oyun arasındaki bağlantıyı ve devamlılığı sağladığından da şart bence.

Devamlılıktan söz etsek de, ‘Aşk Ölsün’, ilk oyunu izlememiş seyirci için de bütünlüğü ve tutarlılığı olan bir metin. Zaten o komik ötesi giriş sahnesinde, titiz temiz Songül’ün, kendini öldürmek niyetiyle girdiği tuvaleti temizleyip dezenfekte ettikten sonra klozete oturup günlüğüne yazdıkları, ‘Basit Bir Ev Kazası’nda başından geçenleri, geçmişte yaşadıklarını ve duyumsadıklarını özetliyor.

Karacaoğlu, tiyatro yazarı İsmet Küntay adına verilen 42. İsmet Küntay Tiyatro Ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu ödülü alan yorumunda, komik olarak başladığı performansını adım adım ciddiye, oradan da trajiğe müthiş ustalıkla götürüyor.

On yıl daha oynar mı? En azından önümüzdeki sezon kesinlikle devam edecek. Sakın kaçırmayın. Hepinize iyi seyirler.