Irkçılığın hukuki zemini

Almanya’da 1935 yılında kabul edilen Nürnberg Yasaları Yahudilerin toplumdan tecritlerini ifade eder. Yahudi karşıtlığının hukuki zemine dayandırılması Alman kamuoyu tarafından sessizlikle karşılanır. Kimse yasaların getirdiği kısıtlamalara karşı gelmeye niyetli değildi. Esasında, bu tam bir destek değildi… Genelde ortalama Almanlar, Yahudilerin Almanya’dan gönderilmelerini onaylamamaktaydı… Henüz! Ancak oluşan mahalle baskısı ile ‘hukuki ırkçılık’ gitgide yaygınlaştı…

Marsel RUSSO Perspektif
30 Mayıs 2018 Çarşamba

Almanya Kasım 1918’te Birinci Dünya Savaşından yenik ayrılır.

Gücünün, cephanesinin neredeyse tamamını yitirmiş, insan kaynağı sonuna yaklaşmıştır. Cephede gençleri yitip gitmiştir. Kentlerde kalanları büyük mahrumiyet içinde devam edemez bir hayatı idame ettirmeye çalışmaktadır.

Almanya, içinden geçmekte olduğu büyük sıkıntılara rağmen yenildiğini anlamadı. Çünkü yalnızca mütareke talebinden birkaç hafta önce ordunun Von Hindenburg ve Ludendorf gibi etkin komutanları Paris’in işgalinin an meselesi olduğunu söylüyorlardı.

Almanya büyük beklentilerle girmişti savaşa. İstisnalar vardı mutlaka, ancak halkın önemli bir bölümü bu savaşı gerekli görüyor, Almanya’nın tarihte hak ettiği yeri alması adına kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak değerlendiriyorlardı…

Savaşın sokaklara yansıması

Sebastian Haffner…

Varlıklı, muhafazakâr orta sınıf bir ailenin çocuğudur.

Akranları savaşın başında askere yazılacak yaşta değiller, ancak askerlik şubesinin kapısından içeri girenlere kıskançlık ile bakacak kadar bilinçliler… Savaş onlar için gizemli kuralları olan bir oyun: tutsak edilenlerin sayısı, ele geçen cephe derinliğinin uzunluğu, batırılan gemi veya ele geçen mühimmatın niceliği ile puan kazanılan bir oyun, adeta!

Savaş ve cepheden gelen haberler sokaktaki çocukların gururlarını öylesine okşuyor ki, onlara öylesine bir heyecan veriyor ki, barışın durağan sıkıntısını özlemiyorlar bile. Şimdi geriye baktıklarında, barış zamanında oynadıkları oyunlara gülüp geçiyorlar.

Haffner, savaş esnasında Alman gençlerinin iliklerine işleyecek bu heyecanın Nazi elitinin yaratılması esnasında çok işe yarayacağını söyleyecektir. Cephede savaşan askerlerden çok, evde, sokakta, bahçede savaş oyunları oynayan çocukların nesli Almanya’nın yarınlarına imza atacaktır.

Yazar Ernst Toller, ‘Ben Bir Almandım’ adlı kitabında savaş günlerini şöyle anlatıyor:

“Etraf pislik, çamur ve ceset doluydu. İnsanlar neye karşı veya ne için savaştıklarını unutmuş durumdaydılar. Her şey yaşamda kalmak üzerine kurgulanmıştı, hatta sonunda bu bile anlamsızlaşmaya başlamıştı. Dünyanın intiharı yaşanıyordu adeta, tüm bir neslin imhası ile geleceğin yok edilişi yaşanıyordu…”

Savaş deneyimi Toller’ı bir pasifist ve solcu bir devrimci haline getirecektir. Savaştan çok kısa bir zaman sonra, kısa ömürlü Sovyet modeli Bavyera Cumhuriyetinin kuruluşunda önemli bir rol oynayacaktır. Karşısındaki cephede ise, Gebhard ve Heinrich Himmler kardeşler yer alacaklardır.

Almanlar için savaşın sonu, barış talebi, Kaiser Wilhelm’in ortadan yok olması ve yenilgi sürpriz bir şok olarak geldi. Oysa senelerdir güçlü propaganda sayesinde sokaktaki adam ‘zaferin hemen yanı başında’ olduğu şeklinde uyutulmuştu. Savaşın komşu ülke topraklarında yaşanmış olması, büyük bir insan kaybına ve ekonominin tamamen çökmüş olmasına rağmen, ülkenin alt yapısının zarar görmesini engellemiş, halka zafer martavalları anlatılmasını ise kolaylaştırmıştı.

Versailles’dan sonra Almanya

Versailles Anlaşması, barışın mimarlarının – ve özellikle de Fransa’nın – Almanya’yı bir daha eski gücünde görmek istemediklerini kanıtlar şekilde ağır maddelerle doluydu.

Savaşın hemen ardından oluşan hava içinde zar zor kurulan demokratik yapı, başta son iki sene içinde ordunun sevk ve idaresini yürüten General Luderdorff ve diğerleri tarafından hain ilan edilir. Sorumluluk o gürültü içinde genç Alman Cumhuriyetine ihale edilecektir. Sosyal Demokratlar ile Komünistlerin uzun zamandır işbirliği içinde oldukları ve Almanya’da Bolşevik-vari bir sistem kurmak için gizli çalışmalar yaptıkları söylentileri yayılır. Cephede birçok zorluk içinde savaşan askerler arkadan vurulmuşlardır.

Bu söylenti bir anda sokak ve meydanlarda çok alıcı bulur. Barış tekliflerini zafer uğruna geri çeviren Ludendorff ve onu destekleyen milliyetçi kesim, kendilerini kurtarma gayreti içinde saldırmaktadırlar.

Münih’te yaşayan Himmler ailesi de şok içindedir. Onlar da birçok muhafazakâr Alman ailesi gibi savaşın kazanılacağından son derece emin, birikimlerinin ciddi bir kısmını savaş bonolarına yatırmışlardır. Savaş Almanya’nın dünyadaki rolü ile ilgili tüm beklentilerini yerle bir etmiş, ondan öte sıkı sıkıya bağlı oldukları Bavyera Krallığının da sonunu getirmiştir.

Ailenin üç çocuğundan en büyüğü Gebhard, Fransa cephesinden mucizevi olarak sağlam dönmüş ve üniversitedeki derslerine yeniden başlamıştır. Bunlar çok karışık zamanlardır. Yığınla genç - ki bunların çoğu ya sakat ya da travmatik durumdadırlar -  cepheden dönmüş ve ne yapacaklarını bilemez halde huzursuzluk içinde yerel isyanlar çıkarmaktadırlar. İşte bu iklimde, Karl Leibknecht ile Rosa Luxemburg, Berlin’de yakalanır ve hemen orada sorgusuz infaz edilirler. 

Yahudi Bolşevizmi

Münih sağ görüşün olduğu kadar sol görüşün de yoğun olarak bulunduğu, savaşa dek Prusya geleneğine boyun eğmeyen Bavyera’nın başkentidir. Burada da sosyal demokrat bir hükümet Paris barış görüşmeleri esnasında kurulur. Ancak başbakanlığa seçilen Kurt Eisner suikasta kurban gider. Eisner’in esas adı Salomon Kosmanowskis’tir… Tıpkı Rosa Luxemburg gibi Yahudi’dir.

Savaştan sonra, daha sonra Nasyonal Sosyalizm hareketin merkezi olacak Münih’te yaşananlar, solcuların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarından milliyetçilerin yararlanması konusu ayrıca ele alınması gereken ibret verici derslerle ve acılarla doludur…

Sonuçta halkta Bolşeviklere karşı derin nefretin tohumları burada atılır. Bolşeviklerle Yahudiler ilişkilendirilmeye başlanır. Alman sol entelektüellerinin içinde birçok Yahudi olması, keza Rus Devriminin komuta kademelerinde de birçok Yahudi’ye rastlanması, ilk önce aşırı sağ, sonrasında ise Nazi propagandasına çok su taşıyacaktır.

Heinrich sıkça oturduğu yerden çok uzakta olmayan Münih’e giderdi. Orada yalnızca ailesini ve arkadaşlarını görmez, ayrıca aşırı milliyetçi bazı grupların çalışmalarına da katılırdı. 16 Ağustos 1922’de partinin yeni sözcüsü Adolf Hitler bir konuşma yapacaktı. Bu bir mitingdi ve çeşitli bölgelerden gelen, aralarında değişik milliyetçi grupların da bulunduğu 30 bin kişi toplanmıştı. ‘Almanya için – Berlin’e Karşı’ mitingin temasıydı. Hedef ise Weimar Cumhuriyeti ve emellerine ulaşmak için onu kullanan Yahudi Bolşevizm’iydi.

Bütün milliyetçi gruplar, görüşleri ve olaylara yaklaşımları ne olursa olsun Berlin’e olan nefretlerinde birleşiyorlardı. Hitler burada Nasyonal Sosyalist İşçi Partisinin programını okuduğunda, bu çok büyük heyecan yaratır, ses getirir:

“Bütün etnik Almanlar için daha büyük bir Almanya, Versailles Anlaşmasının maddelerinin iptali, yeni kolonilerin ve nüfuz alanlarının oluşması, Yahudi kapitalizmine karşı ortak hareket. Bunun için gerekli olan demokrasinin askıya alınması ve ivedi olarak merkezi bir otoritenin tahsis edilmesidir. Hüküm sürmesi gereken totaliter bir rejim olmalıdır ve liderin halkın iyiliği için aldığı kararlar tartışılmamalıdır.” Çünkü tartışmalar vakit ve enerji kaybından başka bir şey değildir.

Özgürlük Mitingi

Bu fikirlerle yoğrulan genç beyinler, aralarında Heinrich Himmler de olmak üzere, 1935 yılının Eylül’ünde Nürnberg’de katıldıkları Nasyonal Sosyalist Parti’nin yıllık açık hava toplantısında, Hitler’i dinlerken, 6 milyon insanın ölüme sürükleniş sürecindeki ikinci aşamaya tanık oluyorlardı:

‘Özgürlük Mitingi’ ayın 10 ile 16’sı arası yapılıyor. Nazi hareketinin üyeleri Adolf Hitler’e bağlılıklarını sunuyorlar. Führer SS birliklerinin resmi geçidini gururla izliyor. Yaptığı konuşma saatler sürüyor. Büyük Almanya’yı anlatıyor. Almanca konuşan Avrupa’nın Büyük Reich altında toplanmasından söz ediyor. Toplantının tepe noktası ırkçı Nürnberg Yasalarının ilanı oluyor. O yaz, Yahudi karşıtı hareketlerde artış görülmüştü. Aşırı milliyetçi çevrelerin Yahudilere karşı olan tutumları toplumsal hayatın temeli olmaya başlamıştı.

Nürnberg Yasaları Alman Yahudilerinin toplumdan tecritlerini ifade eder. Yahudi karşıtlığının hukuki zemine dayandırılması Alman kamuoyu tarafından sessizlikle karşılanır. Kimsenin yasaların getirdiği kısıtlamalara karşı geleceği yoktur. Esasında, bu tam bir destek değildir… Genelde ortalama Almanlar, Yahudilerin Almanya’dan gönderilmelerini onaylamamaktadırlar… Henüz! Ancak öylesine bir mahalle baskısı oluşur ki bu fikir etrafında, ‘hukuki ırkçılık’ gitgide yaygınlaşır…

Nürnberg Kanunları sonrası dönemde Alman Yahudileri nasıl bir yaşantı içinde bulmuşlardı kendilerini?

Bazı tarihçiler, Nürnberg toplantısında ilan edilen kanunların aceleye getirilmiş bir ırkçı kurallar zinciri olduğunu ve konuyla ilgilenenlerden bunları ‘zaman içinde’ ıslah etmelerinin beklendiğini ifade ederler…

Ancak yaklaşan 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları, Nürnberg’de alınan kararları gölgeler dersek yanlış olmaz. Nazi yönetimi 1935 yılının arta kalanında ve 1936 yılının genelinde, Yahudi temasına beklendiğinden daha yumuşak yaklaşacaktır. Tarihçi Uwe Adams, 1936 yılını ‘sakin ve hukuki açıdan güvenli’ olarak tanımlar. 

Bu durum Alman Yahudilerinin Nürnberg toplantısını yanlış yorumlamalarına, dile getirilen söylemin sertliğini görmezden gelmelerine neden olur. Aralarında, naifçe, bu kanunların asimilasyona karşı bir koruma teşkil edeceğini, Ari ırk ile barış içinde komşu olarak yaşamanın çerçevesini çizdiğini düşünenler dahi vardır.

Kaynaklar:

Jewish Responses to Persecution – Volume 1, 1933-1938

Jurgen Matthaus & Mark Roseman

The Himmler Brothers, A German Family History

Katrin Himmler - 2007