Bomontiada’da Sahne Sanatları Festivali “A Corner in The World”

Fatih Gençkal, Claire Zerhouni ve Burcu Yılmaz tarafından kurulmuş olan, 2015’te ‘dünyadaki köşelerimiz’ teması ile bir sahne sanatları festivali olarak yola çıkan A Corner in the World’un Sahne Sanatları Festivali üçüncü yılında heyecan verici bir programla 2 - 13 Mayıs tarihleri arasında, Bomontiada Alt’da ve hemen karşısındaki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Yerleşkesi, Şebnem Selışık Aksan Sahnesinde yeniden karşımızda.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
16 Mayıs 2018 Çarşamba

Diğer festivallerden farklı iki özelliği var. Birincisi ve en önemlisi, seçkinin, geleceğin tiyatrosunu temsil eden, çağcıl tiyatronun gideceği yolu belirleyen ilginç ötesi işlerden oluşması. İkincisiyse bu geleceğin bizlere çok yakın coğrafyalarda, Türkiye, İran, Suriye, Lübnan, Cezayir, Fas ve Kosova’da araştırılması; çağdaş dans, tiyatro, müzik, görsel sanatlar ve bunların arasında salınan alanlardaki etkinlikler üzerinden incelenmesi.

Performans sonrasında oluşturulan seyircilerin gösteriyi yapanlarla söyleşi yapma olanağı, hem yaratının yaratıcılarını tanıma hem de izlerken keşfedilmemiş kimi derinliklere ulaşma fırsatı yaratarak gösterilere bir zenginlik daha katıyor. 

 ‘Geleceğin Tiyatrosu’ ifadesini son derece bilinçli olarak kullanıyorum. Bu sav sadece uluslararası seçki değil, ‘ellipsis’ ya da ‘ışık teorisi’ gibi A Corner in the World yapımı yerli oyunlar için de geçerli. İzleme olanağı bulduğum bütün performanslar, öncül, ayrıksı ve müthiş etkileyici.

 Festivalin çok yoğun içeriğinden, aklım seyredemediklerimde kalarak, görebildiklerimle ilgili izlenimlerimi birkaç hafta süreyle sizlerle paylaşacağım. Okumaya başladığınızda hepsi geçmişte kalmış olacak ama zaten amacım, ağzınızı sulandırarak gelecek festival için beklentilerinizi körüklemek.

‘Konuşmak İçin Bir Sebep’

Belçika’da yaşayan İran kökenli genç oyuncu Sachli Gholamalizad, film, televizyon ve tiyatro alanlarında aktif bir sanatçı. Bir üçlemenin ilk bölümü olan, 2013’den beri yazıp oynadığı bol ödüllü ilk tiyatro çalışması ‘Konuşmak İçin Bir Sebep’te annesiyle arasındaki sorunlu ilişkiyi inceliyor. Beş yaşındayken, kardeşleriyle birlikte annesi tarafından İran’daki savaş ortamından alınıp Türkiye üzerinden Belçika’ya götürülmüş. Türkiye’de kalan baba ancak iki yıl sonra yanlarına gidebilmiş. Genç kadın, annesini, Belçika’da yaşadıkları yıllar boyunca hislerini açıkça dile getirmemekle, çektiği zorlukları paylaşmamakla suçluyor. Annesi ise çocukları için yaptığı fedakârlıkları o yaşta bir çocuğa anlatmanın faydadan çok zarar olacağı cevabını veriyor…

Karanlık mekânda, masasının başında bilgisayarına yazmakta olan Gholamalizad’ın yüzünü ancak ekranlardan izleyebildiğimiz oyunda anneanne, anne ve kızın yaşamlarının katmanları ve çelişkileri farklı mecralar kullanılarak sahnede yeniden canlandırılıyor. Belçika ve İran’da kaydettiği kasetler, günlüğünden alıntılar, anılar, romanlar, ses kayıtları gibi çeşitli kaynakları birleştiren alışılmamış bir performans.

Sayısız göç ve mülteci hikâyelerinden biri olarak, köklerinden koparılmış çift kültürlü bir çocukluğun öyküsünü diğerlerinden farklı kılan Gholamalizad’ın yüreğinden kopup gelmiş olduğunu hissettiren benzersiz içtenliği. Oyun sonrası söyleşide fiziksel olarak tanıdığımızda, hemen içimizi ısıtan samimiyeti ve insan sıcaklığıyla hepimizin gönlünü fethetti.

Devrim sonrasında İran’ı terk ettiklerinde önce ailece Türkiye’ye geldiklerini, bu sebeple oyunu Türkiye’de sahnelemenin kendisi için önemini anlattıktan sonra, gözleri yaşararak, burada bulunan her mültecinin neler yaşayacağını düşünerek, hissederek müthiş duygulandığını ifade etti.

Annesiyle sevgi-nefret ilişkisini sorguladıklarında, ‘Konuşmak İçin Bir Sebep’i otobiyografik öğelerden yola çıkarak yazmış olsa da, oyuna kurgusal öğeler de kattığını, annesinin aslında çok neşeli bir kadın olduğunu, kendisinin de gerçek yaşamda oyundaki kadar katı olmadığını ekledi.

Kendi öyküsünü tam olarak algılayabilmek için geçmişe de dönmeye gerek duyduğunu söyleyen Gholamalizad, üçlemenin bitirmiş olduğu ikinci bölümünde İran’a, beş yıl öce dedesinin öldüğü zamanlara döndüğünü söyledi. Dedenin ölümü sonrasında aralarında annesinin de olduğu beş çocuğun bir parça arazi için birbirine girdiklerini, miras kavgası sürerken, Hazar Denizi kıyısındaki toprak parçasının gittikçe sular altında kalarak yarıya indiğini anlattı.

Her ne kadar ‘feminizm’ batıda başlamışsa da, İran’daki kadınların kendine has bir feminizmi olduğunu, üçüncü bölümde iki güçlü İranlı kadına odaklanacağını belirtti.

Sadece müthiş farklı, samimi ve etkileyici oyunuyla değil, çok sevdiğimiz yaratıcısıyla da unutamayacağımız bir gösteriydi. 

‘Benim İçin Sen Eğit’

‘Benim İçin Sen Eğit’, Müslüman-Arap dünyasında yaygın bir dua olan ‘Fa’addebhou li’nin kelimesi kelimesine çevirisi. Bir adam ‘doğru yolda’ değilse, babası onun için dua eder: “Tanrım, biliyorsun oğlumu eğitmeye çalıştım. Ama başaramadım. Tanrım, onu benim için sen eğit.”

Beyrut’ta Lübnanlı ve yabancı öğretmenlerle koreograflardan aldığı klasik, caz, Dabke ve çağdaş dans eğitimlerinin ardından tiyatro ile dans arasında gidip gelen Nancy Naous, çağdaş dans alanında yoğunlaşmayı seçerek, adını devamlı gidip geldiği Beyrut ile Paris arasındaki 4129 kilometrelik mesafeden alan, geleneksel dans ve jestleri de  inceleyen modern dans topluluğu 4120.corps’u kurmuş.

Tiyatro ile çağdaş dans alanlarını içi içe geçiren, toplumsal, siyasi ve dini şiddetin bedenimizdeki yankılarını araştıran Nancy Naous’un, tasarladığı, koreografisini yaptığı ve yönettiği son eseri ‘Benim İçin Sen Eğit’, 2017- 2018 sezonunda Fransa’da prömiyer yapmış.

Tek erkek kardeşinin evin geleceği olarak yüceltildiği, bir erkeğin üç kıza bedel sayıldığı bir ailede büyüyen Naous, dans tiyatrosuna yakın duran bu çalışmasında “Erkek olmanın anlamı nedir?” diye sorarak, Arap dünyasında, hem çok tutucu, hem tarihsel, kalıtsal ve güven verici kesinliğe sahip, ama aynı zamanda da açık, yaratıcı, onu hem yücelten hem de korkutan bir özgürlüğe tutkun, erkek bedeni kavramını inceliyor.

Arap toplumunda erkek olarak doğmak önemli sorumluluklar getirir. Doğumundan itibaren erkek bedeni hürmet görür, yüceltilir ve övülür. Eril sorumluluklar dini, siyasi ve toplumsal yönden büyük bir yük oluştururken çocuk beynine kazınan ideallere ulaşma arzusuyla verimli, dimdik, nüfuz eden, hükmeden, fetheden biri olmak üzere eğitilir.

Sahnede, biri uzun saçlı, ince yapılı, kıvrak (Alexandre Paulikevitch), diğeri kısa saçlı, yapılı, kaslı (Nadim Bahsoun) iki erkek bedeni.     

‘Eğitim’, yapılı eğitmenin erkeksi ve sert yaptığı, uzun saçlı öğrencinin yumuşak ve narin tekrarladığı, kuvvet ve güç gibi erkeksi karakteri ortaya çıkaran eril şablonlardan oluşan hareketlerle başlıyor. Koreografik boks adımları giderek yerlerini Lübnan ulusal halk oyunu Dabke’nin sert ayak vurmalarına bırakıyor ve hiç duraksamayan çılgın tempo, öğrencinin oturduğu kısa bir ‘es’e kadar durmaksızın hızlanıyor.

‘Es’den itibaren bu ‘erkeliğe geçiş ayini’ şekil değiştirmeye, eğitmen-öğrenci ayırımı azar azar yok olmaya başlıyor. Narin dansçının taktığı siyah bıyık, kaslının saçını kızıla boyayıp aynı boya ile yüzüne bir peçe çizmesi ve Baladi (bizim oryantal dansa yakın)  koreografisinin öne çıkması, eril-dişil kavramlarının iyice karışmasına sebep oluyor. Işıkların iyice karardığı finalde, Baladi’nin devinimleriyle birbirine iyice yaklaşmış olan iki beden tamamen soyunarak sanki cinsiyetlerinden, cinsiyetin onlara yüklediği tüm sorumluluklardan arınıyorlar.

Tabii ki Nancy Naous’un anlatısı tek bir yorumla kısıtlanmayacak kadar zengin fikirlerle dolu. Örneğin, iki bedeni tek bir erkek karakterinin eril ve dişil yansımaları olarak algılamak, tüm gösteriyi bu iki zıt eğilimin birbirinde diğerini araması olarak izlemek ve neredeyse tek bir vücuda dönüştükleri finali nihayet ulaşılan bir kişisel sentez olarak okumak da mümkün. ‘Benim İçin Sen Eğit’i dansı haram kabul eden bağnaz dindarlığa bir isyan çığlığı olarak görmek de mümkün. Ancak bütün bunlar, izlencenin tematik yapısı hakkında bir fikir verse de, sahnedeki olayı anlatmak mümkün değil. Nadim Bahsoun ve Alexandre Paulikevitch’in o bitmez tükenmez enerjileriyle fırtına gibi performansları ancak izlenerek yaşanabilecek benzersiz bir olay. Baladi’nin kadınsı estetiğinde feminen tarafı rahatlıkla uygulayan Alexandre Paulikevitch’e karşısın, aynı estetiğe büyük zarafetle ancak tamamen erkeksi olarak ulaşan Nadim Bahsoun’un performansının finale doğru her türlü cinsel öğeden adım adım sıyrılmasını izlemek nefes kesici.

İzlerken “Marvel ya da DC. Comics’in yapay kahramanlarına ne gerek var? İşte karşımızda kanlı canlı iki Süpermen var” diye düşündüm.

Bir kez izleyenin bir daha unutamayacağı olağanüstü bir olay! Gelecek yazımızda devam etmek üzere hepinize iyi seyirler dilerim.

 

İSKOÇYA TİYATRO ELEŞTİRMENLERİ ÖDÜLLERİ 2018 ADAYLIKLARI

İskoçya’nın en prestijli tiyatro ödüllerinden “Critics’ Awards for Theatre in Scotland”ın 2018 adayları açıklandı.

Edinburgh Festivali ve DOT ortak yapımı ‘Rhinoceros / Gergedan’ oyununun yedi dalda adaylığı var:

En İyi Prodüksiyon

En İyi Yönetmen (Murat Daltaban)

En iyi Toplu Performans

En İyi Erkek Oyuncu

En İyi Sahne Tasarımı

En İyi Teknik Sunum

En İyi Müzik ve Ses Tasarımı (Oğuz Kaplangı)

Adaylıkların ödüllere dönüşeceğini umarak gururla tebrik ediyoruz.