Nasıl oluyor da olmuyor?

Mete YAYLALI Köşe Yazısı
16 Mayıs 2018 Çarşamba

Takım sporları dışında, ülke olarak bireysel sporlarda başarılı olduğumuz söylenemez. Kulüpler baz da başarılarımız olsa da, milli takım seviyesinde pek adımız geçmez. Yabancı oyuncu faktörüdür kulüp başarısındaki itici güç. Neden Türk sporcularla bu başarıyı gösteremiyoruz? Hâlbuki yurt dışında özellikle futbolda çok başarılı Türk gençleri var. Yani işi genetiğe bağlayıp çözüm üretemeyiz. Demek ki sorun bireysel değil toplumsal. Spor, toplumun kültürel bir yapı taşı. Toplumsal bir kültürün oluşması bireylerin kazandığı bilgi, inanç, gelenek, sanatsal ve sportif faaliyetler, hukuk, ahlaki değerler ve alışkanlıklara bağlıdır. Yani öğrenilen, saklanılan, kuşaktan kuşağa eğitimle aktarılan bir dizi kazanım olmalıdır. Ben buna “kültürel derinlik” diyorum. Sporu da toplumsal kültürün bir parçası olarak görürsek satranç tahtasına bakış açımızı değiştirip doğru hamleyi “spor kültürü derinliği” üzerinden yapabiliriz. Bireysel spor dalı dendiğinde en önemlilerinden biri de tenis. İpek Şenoğlu, Çağla Büyükakçay ve Marsel İlhan gibi dünya klasmanında ilk 100 içine girmiş oyuncularımız olmasına rağmen peşlerine yeni oyuncular takamadığımız için sürekliliği yakalayamıyoruz. Şenoğlu çiftlerde dünya 53 no olup Grand Slam serilerinde ilk Türk sporcusu olduğunda sene 2009’du ve 30 yaşındaydı. Büyükakçay teklerde dünya 60 no olduğunda sene 2016’ydı ve 27 yaşındaydı. İpek’ten sonra bir daha kimse bu klasmana ulaşamadığı gibi 2016’ya kadar da kimse Çağla’nın sırasına çıkamadı. Ne yazık ki Çağla burada fazla kalamadı ve geçen 2 yılda hâlâ, kendisi de dahil, herkes oraya çok uzak. Erkeklerde durum daha kötü. Özbek asıllı Marsel İlhan 87 no olduğunda sene 2011’di ve 24 yaşındaydı; ilk 100 dışına çıkıp 77 no olarak yeniden girdiğinde sene 2015’ti ve 28 yaşındaydı. Bugüne kadar hâlâ bu sıralamaya yaklaşan bile yok.

Neden saman alevi gibi kısa süreli bireysel başarıların devamı gelmiyor? İşte sorunun cevabı bu sportif derinlikte.

Uzaklara gitmeden komşuya, Yunanistan’a bakalım.

Kadınlarda 22 yaşındaki Maria Sakkari dünya 42 no’su. Erkeklerde 19 yaşında Stefanos Tsitsipas dünya 40 no’su.

Ülke dışına çıkıp da Yunan asıllı tenisçilere bakarsak, eskilerden Amerikalı Pete Sampras (annesi Yunanlı, babası Yunanlı-Polonyalı), Kıbrıslı Marcos Baghdatis ve yeni nesilde Avustralya vatandaşı 23 yaşında 23 no Nick Kyrgios. Sampras ve Kyrgios örnekleri hem bireylerin edindikleri spor kültürü hem de yetiştikleri ülkenin toplumsal spor kültürü bakımından güzel örneklerdir. Baghdatis de aslen Kıbrıslı olmasına rağmen 14 yaşından itibaren bütün tenis kariyerini Fransa’da sürdürdü.

Bireysel edinilmiş, öğrenilmiş ve sonraki kuşaklara taşınmış spor kültürünü detaylı incelemeye bu köşenin yeri yetmez ama günümüzdeki iki Yunanlı gencin aile bireylerine bakıldığında resim biraz belirginleşiyor.

Maria Sakkari’nin annesi eski bir profesyonel tenisçi Angeliki Kanellopoulou. 1965 doğumlu Angeliki, Roland Garros’ta iki defa üçüncü tur oynamış ve 1987 yılında dünya 43 no. olduğunda İpek Şenoğlu henüz tenise başlamış, Marsel yeni doğmuş ve Çağla’nın doğumuna daha iki yıl var. Angeliki’den bu yana 31 yıl geçmiş ama henüz bizim bir 43 no tenisçimiz yok. Tabii Angeliki de tesadüfen oralara gelmemiş. Onun da babası bir tenis antrenörü ve Maria’ya ilk dersleri büyükbabası veriyor. Maria ilk turnuvalarını oynamaya başladığında Angeliki’nin kızı olarak biliniyor.

Stefanos Tsitsipas’ın babası Yunanlı bir tenis antrenörü. Rus annesi Yuliya Salnikova hem Rusya hem de Yunanistan adına oynamış eski bir profesyonel tenisçi, olimpiyat madalyası var, Rusya Fed Cup takımı oyuncusu. Stefanos’un dedesi yani Yuliya Salnikova’nın babası Spartak Moskova ve Dinamo Moskova kulüplerinde profesyonel futbol oynamış, olimpiyatlarda altın madalya almış ve sonra da bu kulüplerde teknik direktörlük yapmış.

Yani yolu izlersek hem bireysel hem de toplumsal bir spor kültürünün sonuçlarını görüyoruz. Hep böyle midir? Elbette değildir. Sporla ilgisi olmayan ebeveynlerin yıldız çocukları çıkabilir ama hepsinin yetiştiği ortam spor kültürüne sahip bir toplumdur.

Biz neden yapamıyoruz?

Öncelikle bizim spor federasyonlarımızda spor kültürü almış bireyler görev almıyor ya da alamıyor. Sporun içinden gelenler olsa bile yetiştikleri çevre, aile yapıları bu kültürü aktaracak durumda değil. Uygulanan spor politikaları sporcuyu teşvik etmek değil yok etmek üzerine kurulu; ölen ölür kalan sağlar bizimdir. Bu yüzden süreklilik sağlanamıyor ve nesiller arasında kopmalar yaşanıyor. Her defasında yeniden yapılanma, uydurma sistemler, ahbap çavuş ilişkileri, maddi çıkar gözetmeler yüzünden gençler spordan kopmak zorunda kalıyor. Bu da altyapı ne olursa olsun üstte bir avuç oyuncunun yalnız kalmasına, destek bulamamasına, rekabet olmamasına yol açıyor.

Çok güncel bir örnek olsun sonra da yazıyı bağlayalım.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen WTA İstanbul Cup uluslararası kadınlar tenis turnuvası elemelerine, oynayabilecek iki milli Türk sporcu varken iki Avustralyalı kontenjandan sokuldu. Türkiye’de Türk parasıyla düzenlenen bir turnuvada Türkler yerine Avustralyalılara şans tanınıyor ve buna da Türk tenis federasyonu göz yumuyorsa biz daha çok Maria ve Stefanos konuşuruz ve bekleriz.

Atatürk her ne kadar yöneticileri katmadan “sporcunun çevik ve namuslusunu severim” demiş ama “spor ahlaktır” da demiş. Bir de demiş ki “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekâyı eğitmektir.”

Bundan dolayı olmuyor işte...