‘Leenane’in Güzellik Kraliçesi’

İngiltere’ye yerleşen İrlandalı inşaat işçisiyle temizlikçi eşinin iki oğlundan biri olarak 1970’te Londra’da doğan Martin McDonagh, oyunlarında çocukluk ve gençlik yıllarında yazlarını ailece geçirdikleri İrlanda’nın Connemara bölgesinde duyduğu öyküleri kullanmış.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
28 Mart 2018 Çarşamba

16’sına geldiğinde, aynı yaşta yazar olmak için okulunu bırakan ağabeyi John Michael’ın izinden evi terk etmiş, ağabeyi Kaliforniya’ya senaryo eğitimi almaya gidince oyun yazmaya yönelmiş ve dokuz ayda yedi oyun yazmış.

1990’ların başında Connemara’daki Leenane köyünde geçen ‘The Beauty Queen of Leenane,  A Skull in Connemara ve The Lonesome West’ hem aynı yörede geçtikleri, hem de kimi olaylar ve karakterlerden her üç oyunda da bahsedildiği için ‘Leenane Üçlemesi’; Connemara yakınlarındaki Galway Körfezindeki üç Aran adasında geçen The Cripple of Inishmaan, The Lieutenant of Inishmore ve The Banshees of Inisheer ise Aran Üçlemesi başlıkları altında toplanmış. The Beauty Queen of Leenane ilk kez 1996’da sahnelendiğinde, kimsenin tanımadığı, o güne kadar işsizlik yardımı ile yaşamış olan McDonagh, aniden ünlü oluvermiş, yaşayan en önemli İrlandalı yazarlardan biri kabul edilmiş.

2004’ten beri sinemaya da yönelen McDonagh kısa filmi ‘Six Shooter’ ile Oscar kazanmış, bir suç ve kiralık katil öyküsünü çılgın bir kara komedi olarak yazıp yönettiği ‘In Bruges’ (2008), gerek izleyicilerin gerek eleştirmenlerin beğenisini kazanmış, festivallerde ödüller almış. 2010’da Amerika’yı mekân tutan ilk ve tek oyunu ‘A Behanding in Spokane’i yazmış. İlki kadar eğlenceli ve özgün suç güldürüsü ‘7 Psikopat’ (2012), In Bruges’le oluşan beklentilerin haklı olduğunu ispatlamış. Üçüncü uzun metrajı ‘Three Billboards Outside Ebbing Missouri / Ebbing Missouri Çıkışında Üç Reklam Panosu’, absürt güldürüye göz kırpan “fırlama” kara mizah duygusunu yitirmeksizin dramatik bir öykü bile anlatabileceğinin göstergesi.

McDonagh, İstanbul seyircisinin yabancısı değil. ‘Leenane’in Güzellik Kraliçesi’ 1999 – 2008 arasında İstanbul Devlet Tiyatrosunda, ‘The Lieutenant of Inishmore’ 2003’te Kenter’lerde ‘Yalnız Batı’ 2011’de Yanetki’de sahnelendi. ‘Kayıp El’, ise halen DasDas Tiyatroda.

McDonagh’ın, didik didik ettiği aile ve ana-kız ilişkilerini dramatik anlatımdan iyice kaçınarak, hınzır bir kara komedi olarak ele aldığı Leenane’in Güzellik Kraliçesi, bütün karakterlerine beklenmedik bir sevecenlikle yaklaşan, öyküsünü sımsıcak ve inandırıcı bir dille anlatan bir oyun.  

İstanbul Devlet Tiyatrosunda ilk sahnelenmesinin ardından bir tiyatro olayına dönüşen oyun, 2001 Afife Tiyatro Ödüllerinde, En Başarılı Prodüksiyon, En Başarılı Yönetmen Cüneyt Çalışkur, En Başarılı Kadın Oyuncu Sumru Yavrucuk, En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncu Rüçhan Çalışkur ödüllerini almıştı.

Leenane’in Güzellik Kraliçesi’nin ilk kadrosu, artık aramızda olmayan yönetmeni Cüneyt Çalışkur’un anısına tekrar bir araya gelerek, 10 yıl sonra tekrar sahneliyor.

Sahnelemeyi, dekor ve kostümleri bir ortak çalışma olarak üstlenen ekipte, anne Meg’i Rüçhan Çalışkur, kızı Maureen’i Sumru Yavrucuk, Maureen’in ilk, tek ve büyük olasılıkla son sevgilisi Pato’yu Hakkı Ergök, Pato’nun aklı bir karış havada kardeşi Ray’i de Yurdaer Okur tekrar yorumluyorlar.

Connemara’nın Leenane köyünde hastalık hastası yaşlı anne Mag, iki kızının evlenip uzaklaştıkları evden çıkamamış geçkince kızı Maureen’i elinden kaçırmamak için geleceğini, umutlarını ipotek altına alarak, sürekli duygu sömürüsü yapmakta, köle gibi kullanmaktan da sinsice keyif almaktadır. Ana – kız arasındaki sevgi – nefret ilişkisi, Maureen’in Pato’ya âşık olmasıyla iyice su yüzüne çıkacak, Mag’in kızının elinden alınmasından, Maureen’in de sevgilisini yitirmekten korkmaları, iyice çığırından çıkan olayları ürkünç ve bir o kadar da komik şekilde sonuçlandıracaktır.

Yenilenmiş sahnelemede, Devlet Tiyatrolarının ‘büyük oynama’ tarzını iyice geride bırakan ekip, oyuna yalın, doğal ve çağcıl bir yorum getiriyor. Hem annesine karşı çıkmaktan, hem de hayatının son fırsatını değerlendirememekten korkan ezik Maureen olarak Yavrucuk müthiş bir performans sergilerken, Rüçhan Çalışkur, kölesine acı çektiren, günden güne insanlıktan çıkmasını, umutlarını birer birer yitirmesini izlemekten zevk alan huysuz yaşlı cadının sinsice gizlediği yalnız bırakılmak, bakılmamak, ilgilenilmemek korkularını olağanüstü bir yorumla aktarıyor. İki kadının traji-komik güç savaşında piyon olan erkeleri de Hakkı Ergök’le Yurdaer Okur başarıyla canlandırıyorlar.

Sonuç olarak, Leenane’in Güzellik Kraliçesi’nin tüm aşırı süslemelerinden arındırılmış, iyice içselleştirilmiş yeni halini eskisinden daha fazla sevdiğimi söylemek isterim. 1 Nisan CKM, 5 Nisan Mecidiyeköy artısahne, 15 Nisan KKM Gönül Ülkü & Gazanfer Özcan Sahnesi, 23 Nisan Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, 30 Nisan Profilo Kültür Merkezinde. Kaçırmayın.

 

Semaver Kumpanya’da Hakan Tabakan’ın yeni oyunu  ‘Işıklar Söndüğünde’

Hakan Tabakan Adana Kolejinde on, öğretmenlikte yirmi yılı geride bırakmış bir eğitmen. Kendisi gibi hayatında kitaba özel yer açanlarla bir buluşma noktası oluşturmak amacıyla çocukluğundan bu yana okuduğu yaklaşık 5 bin kitabı açtığı sahaf dükkânına taşıyan, edebiyat, sinema, tarih tutkunu gerçek bir kitap kurdu. Tiyatroyla da iç içe yaşayan, öğrencileriyle oyun sahneleyen, yazdığı oyunlar Devlet Tiyatrosu arşivine giren Tabakan’ın 2017’de yazdığı ‘Işıklar Sönmeden’, halen Semaver Kumpanya repertuarında olan

‘Mağrur Fil Ölüleri’nin ardından, profesyonel bir toplulukça sahnelenen ikinci oyunu. 

‘Işıklar Sönmeden’, sıradan bir bankada; onaylanması gereken gizli bir dosyanın, nasıl bir oyunun içinde olduğunu bilmeyen banka çalışanlarının ve ailelerinin hayatlarını kökünden değiştirmesi üzerinden, insanların para ile ilişkilerinin acımasızlığını ortaya koyan bir çalışma.

Tabakan, günümüzde geçen öyküyü zamanda küçük bir ötelemeyle küreselleşmenin geldiği en uç noktaya kaydırıyor. Oyun, kadınla erkeğin artık iş düzeninde tamamen eşitlenmiş olmasına karşın, erkek egemen ayırımcılığın hâlâ farklı planlarda sürdürüldüğü, din, dil, ırk, milliyet gibi kavramların anlamını yitirdiği, Rus, Macar ya da Bulgar herkesin iç içe yaşadığı, karmaşık bir toplumda geçiyor. Herkesin aynı dili, gücün ve paranın lisanını konuştuğu bir toplum.

Günümüz insanları, çağı yakalayarak daha iyi, daha varlıklı bir yaşam standardına ulaşmak amacıyla duygusal ve vicdani çekincelerini kontrol altına alabilen, risk almaktan kaçınmayan, anında karar vererek zamanı yönetebilen, devamlı tetikte, uzlaşmacı, faydacı bireylere dönüşmüştür. Böyle bir dünyada başarı hız ve değişimle ölçülmeye başlanmış, hıza ve değişime uyum sağlayamayanlar dışlanmış, idealizm, vicdani sorumluluk gibi kavramlar geçerliliğini yitirmiştir.

Sistemin kişilik üzerindeki yozlaştırıcı etkisine rağmen, bir insanın birey olarak var olduğunu kendine ispatlamak için kişisel bir başkaldırıya yeltenmesi mümkün müdür?  Ölümcül yaralar alınmadan girilen bu savaştan sağ çıkmak, ya da en azından onurunu kurtararak çıkmak olası mıdır?

Oyunun başkişisi Anastasya işte böyle bir ikilemle karşı karşıyadır. Bankanın parlayan genç yöneticisi olarak, onayına sunulan dosyayı imzalaması aslında pek de başını belaya sokacak bir işlem değildir. Sorun, olayın kanunlara aykırı olup olmaması ya da Anastasya’nın vicdani inançlarına ters düşüp düşmemesi de değildir. Ama Anastasya, kararsızlığının domino etkisi yaratarak, kendisini, etrafındakileri, sevdiklerini ya da nefret ettiklerini giderek ölümcül bir sarmala sürüklediğini fark ettiğinde bile, o imzayı atmamakta, atamamaktadır… 

Yönetmen Volkan M. Sarıöz, az biraz sürreel bir tat katarak metnin son derece sert ve çarpıcı gerçekliğini yumuşatmaya çalışan yazarın çizgisinde, oyunu Başak Özdoğan’nın tasarladığı gerçeküstücü öğeler içeren stilize mekânda, Mustafa Karakoyun’un ışık, Ayşenur Arslanoğlu’nun kostüm tasarımları, Okan Kaya’nın müziğiyle sahneliyor.

Akıcı çalışmasında, öykünün içerdiği karanlığı fiilen kullanmak, olguları şarkılarla daha da belirgin kılmak ve oyunun her anında, ekibinin koro görevini üstlendiği şarkıların solistliği dışında hiç konuşmayan palyaçoyu, susan bir anlatıcı, sessiz bir tanık olarak her sahneye eklemek gibi çok sayıda parlak buluşu var.

Can Deniz Erzaim, Elif Nur Kerkük, Güçlü Yalçıner, Mehmet Konu, Melis Yıldıran, Mertcan Ertürk, Metin Alpargun, Nilsu Akman, Onur Şenol, Ozan Erdönmez, Reyhan Özdilek, Rukiye Yenigül, Selen Şenay ve Uğur Senkeri’den oluşan kalabalık kadrosunun oyunculuğu da müthiş başarılı.

Sonuç olarak, artık Türk Tiyatrosunun önde gelen yazarlarının safına geçmiş olan Hakan Tabakan’ın çok sert ve bir o kadar da sağlam metni, müthiş etkileyici bir sahnelemeyle karşımızda. Mutlaka izlenmeli.

29 Mart, 6, 7, 12, 19, 20 ve 26 Nisan ve mayıs, haziran aylarında Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosunda. İyi seyirler dilerim.