Tarih geriye akmaz

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
10 Ocak 2018 Çarşamba

Memleketim insanını muhafazakârlaştırmak için gösterilen çaba malum. Yıllardır neler yapılmadı bu hususta? Ancak bugün geldiğimiz noktada devletin tüm imkânları bu konuda seferber edilmesine rağmen, amaca bir türlü erişilemediğini görüyoruz. Neden? Çünkü tarih geriye akmaz.

2018’i çoğunluk evlerde karşıladı. Televizyonlarda bizden önce yeni yıla giren ülkelerdeki meydan kutlamalarını izleyen bizler, kendi memleketimizde bundan yoksun kaldık; büyük bir çoğunluk televizyonlarına mahkûm bırakıldı. Ertesi gün ratinglere baktık ki o ekranlarda en çok tercih edilen O Ses Türkiye’ler, Sibel Can’lar olmuş. Evet, ekseriyeti muhafazakâr bir partiyi seçen milletimin ekseriyeti yılbaşında eğlenmek istiyor. Bu, seküler-dindar ayrımı yapamayacağınız bir hadise haline gelmiş görünüyor. Yıllardır ‘tesadüfen’ yılbaşına denk getirilen ‘Mekke’nin Fethi Günü’nün bu yıl esamisi bile okunmadı. Hz. Muhammed’den beri hiç kutlanmamış, memleketim icadı bir gündü Mekke’nin Fethi Günü ve yılbaşına alternatif kabilinden güneş yılıyla hesaplanırdı. Heyhat, artık gençler inanmıyor.

Durumu doğrulayan ikinci bir veri de, bu yıl Hz. İsa’nın doğum günüyle yılbaşını denk tutup yılbaşı kutlamayı haram kılanların bu kez ortalıkta pek görünmemesiydi. Üstelik Noel Baba kıyafeti giyen kimse de dayak yemedi takip edebildiğim kadarıyla. Bugünlere hindi satışını yasaklama meraklısı belediyelerden geldik, hatırlayalım. Nasıl geldik? Halkın dini, popüler olan, kitaplarda emredileni de, camide vazedileni de geçiyor: Halk, nasıl inanmak isterse öyle inanıyor. Yeri geliyor Batı âdetini, yeri geliyor Hıristiyan ritüelini, Musevi kutsal kişisini kendi kültürüne uyarlayarak benimsiyor. Ahmet Yaşar Ocak Hoca’nın Hıdırellez’in Aya Yorgi’nin İslamileştirilmiş versiyonu olduğu iddiasını hatırlayalım bir, halkın önemli bir kesiminin hem Hıdırellez’de hem de Müslüman olmasına rağmen Aya Yorgi’de dilek tuttuğunu yazalım yanına; çift dikiş atarcasına.

Yeni yılın da benzer bir hikâyesi var. Her ne kadar yılbaşının Noel’le aynı olduğunu iddia eden grup kabul etmese de, 1 Ocak’la Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralık’ın alakası olmadığı gibi, Hz. İsa’nın tam olarak ne zaman doğduğu da bilinmiyor. Hz. Nuh’un oğullarıyla cep telefonuyla konuştuğunu iddia eden sözüm ona akademisyenlerin ellerinde başka bir ‘veri’ yoksa şimdilik bilgilerimiz bununla sınırlı. Ancak bu sınırlı bilgilerimiz arasında Noel ve Paskalya’nın mevsim dönümlerine, bu zamanlarda düzenlenen festivallere denk geldiği de var: Pagan halkların Hıristiyanlaşmasını sağlayacak hoş bir gönül alma gibi durmuyor mu sizce de, yoksa sadece bir tesadüf mü hepsi? (Bu konularda meraklı olanlar için ‘Osmanlı’da Batıl İtikatlar ve Büyü’ kitabımda pek çok başka örnek de var.)

Ne kadar inançlı olursak olalım, inancımızı yaşamak doğrultusunda ne kadar hevesli olursak olalım, önümüzde kimilerinin görmediği, belki de görmek istemediği duvarlar var. Bunların ilki, halkın seçimi. Evet, halkın tercihi bizde sadece seçimlerde gündeme gelse de dini inanışlarda da etkisini gösteriyor. Halkın dini anlayıp yorumlaması, yaşayışı her zaman kitabi olmuyor. Ağaca neden çaput bağlanıyor, türbede neden mum yakılıyorsa, tam olarak da o yüzden inançlar birbirinden etkilenebiliyor. Bu inançlar din bilginlerinin açıklamalarıyla veya din adına konuşma yetkisini kendine bir şekilde atfeden hacı hocalarla sıklıkla çelişebiliyor. Ne kadar yılbaşının kutlanmasını istemeseler de bazıları, Müslümanlar da yeni yılın gelişini severek kutluyor. Halk, tercihini gelenekselleşmesi hedefiyle icat edilen Mekke’nin Fethi Günü yerine yılbaşından yana koyuyor.

İkincisi, hayatın aktığı yöne dair. Sanayi Devrimi’nden beri farklı bir üretim tarzı içindeyiz, bu üretim tarzı insanları yeni yaşama şekillerine yöneltti; zamanımızı inançlarımıza veya keyfimize göre değil, üretimin getirdiği şartlara göre ayarlar olduk. Bu hepimiz için böyle. Bugün en muhafazakâr taşra ilçesinde bile bir esnaf namaz vakti kolay kolay dükkânı kapatıp camiye gidemiyor. Adım başı cami yapmak değil çözüm, öncelikle bu gerçekle yüzleşmek gerekiyor. Tam olarak da bu yüzden “Pazar günü çalışalım, Cuma’yı tatil yapalım” önerisi ısıtılıp ısıtılıp öne sürülürken gerçekleştirmek için kimse bir türlü adım atmıyor; çünkü kimse üretimden kopmak, dünyanın geri kalanının arkasında kalmak istemiyor.

Aynı şekilde, insanların yılbaşını kutlamalarından hiç hazzetmeyip bir şekilde evlerine dolmalarını sağlasanız da yine ekseriyeti televizyonda yılbaşına özel hazırlanan programları izliyor. Çünkü kâr amacı güden birer işletme olan özel televizyon kanalları, reklam pastasından daha büyük pay almak için halkın talebine uygun içerik üretiyor ve o içerik, yılbaşı eğlencesi. Para getiren bir şey olduğu için yılbaşı programları hazırlanıyor, bu da bugün bir parçası olduğumuz piyasa ekonomisinin getirdiklerinden biri. Tüm dünyanın yıl algısı aynı olunca, kutladıkları gün de aynı oluyor, olay da bundan ibaret. Nihayetinde bu, dini ritüelin değil, Batılı bir âdetin kendi malımız haline getirilmesi. Kaldı ki Mekke’nin Fethi Günü diye bir gün icat etmek de gayet Batılı ve modern bir tavırdır!

Hâsılı kelam, son birkaç yüzyılda yaşadığımız bilimsel ilerlemeler, ekonomik yapımızı, toplumsal örgütlenmemizi, günü nasıl böldüğümüze kadar hayatımızı tamamıyla değiştirdi ve buradan geriye gidiş yok; dindar toplum yaratmak için yapılan tüm yatırımlar günün gerçekliğine yeniliyor. Çünkü tarih geriye akmıyor.