Belman imzası mutlu günlerin, emeğin ve bu işe gönül vermenin anısı olarak kaldı fotoğraflarda

Uzun yıllar Türk Yahudilerinin en mutlu günlerine tanıklık eden isim oldu Foto Belman… Fotoğrafçılığın, henüz teknolojisinin ön plana çıkmadığı dönemlerde, sadece Yahudi toplumunun değil, sayısı konsolosların, yabancı misafirlerin ve ünlülerin de tercihi olan Foto Belman ayrıca Atatürk portreleriyle de biliniyordu. Bir döneme damgasını vuran, geride büyük bir arşiv ve tarih bırakan Jak Belman’nın hikayesini, kızı Viki Belman’dan dinliyoruz.

Dora NİYEGO Toplum
4 Ocak 2018 Perşembe

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Babaannemin adını taşıyorum, Viktoria. Rahmetli annem ve babamın kulaklarımda kalan seslenişleri hep ‘Vik’ oldum. Birbirleri ile konuşurken, cümlenin başı hep ben olurdum: ‘Vik’ geldi mi? ‘Vik’ gitti mi?’ Bütün sohbetleri ‘Vik’e bağlanırdı. Tek evlat olmam nedeni ile bana aşırı düşkündüler. Yaşam yolunda, sorunlarını da mutluluklarını da paylaştıkları tek varlıkları oldum. Onların bana karşı olan güven ve sevgilerini hep içimde büyüttüm. Aşıladıkları cesaret ile de, hep başarmaya odaklandım.

Bugün geldiğim noktada canımdan çok sevdiğim, gurur duyduğum kızım Julya, bir o kadar çok sevdiğim torunlarım Erol ve Pelin’i de eklediğimde, çok mutlu, çok seven bir anne ve anneanne olmanın yanı sıra, tutku ile sürdürdüğüm işimin de hayatımın en önemli parçaları olduğunu söyleyebilirim. 

Viki Belman bilinirliğimi, İlancılık Reklam Ajansında, müşteri iletişim koordinatörü olarak sürdürdüğüm görevime bağlayabiliriz. İletişim dünyasının çok saygın ve Türkiye’de ilk olan reklam ajansında, yıllardır görevli olmanın onurunu mutlulukla yaşıyorum.

 

Babanız neden bu mesleği seçti? Kaç yıl fotoğrafçılık yaptı? Hangi ünlülerin resimlerini çekti?

Babamın babası David Levi’nin, Galata’da mahalle bakkalı olduğunu söylemişti babam. Babamlar yedi kardeşti. İki ablası, iki ağabeyi ve iki kız kardeşi vardı. En büyük ağabeyi Moşe Levi idi. Kendisi gazeteci ve yazar olan çok sevdiğim rahmetli amcam Moşe Levi, soyadı kanunu çıktıktan sonra, Belman soyadını aileye alan kişidir.

Görsel sanat ve yazı sanatı sanırım aile genlerinde var çünkü amcam yazı yazma, dil becerisi ile kendine bir yol çizerken, babam ilkokulda resme olan kabiliyeti, kara kalem kullanma sevdasından sürekli resim yaparmış. Bu merak, hem amcam Moşe’nin, hem de babamın babası David Levi Belman’ın dikkatinden kaçmamış. O yıllarda Beyoğlu’nda fotoğraf stüdyoları, ailelerin en çok uğradığı mekânlarmış. En şık giysileri ile aile hatıraları çektirmenin çok değerli olduğunu, bugün artık bizler de biliyoruz. İşte o yıllarda, bir gün, babam babası ile Beyoğlu’na dolaşmaya çıkmış. Amaç, babama yaz dönemini geçireceği bir iş bulmakmış. Babam o gün, dönemin en şöhretli fotoğraf stüdyosu olan Rus asıllı Yahudi fotoğrafçı Oko Weinberg stüdyosunun vitrininde, ‘Çırak Aranıyor’ yazısını görmüş ve her şey böyle başlamış.

Oko Weinberg, geçici çırak değil de, kalıcı ve eğiteceği çırak arayışında olduğunu söylese de, babam ısrarla kendisini alması için yalvarmış. Yaptığı kara kalem resimlerden ve resim aşkından bahsederek Oko Weinberg’i kendisini alması için ikna etmiş.

İşte, babamın zaten var olan fotoğrafçılık aşkı, bu sanatçının yanında eğitime başlaması ile gerçek sanata dönüşmüş. Rus sanatçıdan Rusça öğrenmiş. Rahmetli babamın yüksek seviyede Rusça bilgisi vardı. Kendisi Rus Konsolosluğunun vazgeçilmez fotoğrafçısı oldu. Uzun yıllar bütün resmi organizasyonlarda, Rus Konsolosluğuna görev için davet edilen tek yetkili fotoğrafçı oldu.

Weinberg, babama Rusça öğretmekle kalmamış, ardından fotoğraf sanatı kitaplarından faydalanması için, onunla Fransızca da konuşarak ikinci dilinin de oluşmasını sağlamış. Babam, böylece yurt dışından gelenlerle de muhatap olabilmiş, özellikle de farklı ülke konsolosluk görevlilerine, fotoğrafçılık hizmeti verebilmişti.   

Sonraları Foto Süreyya, Foto Sabah tarafından kapışılan babam, birçok ünlüyü de fotoğraflama şansına erişti. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Celal Bayar, İsmet İnönü, Mevhibe İnönü, Cevdet Sunay gibi tarih yazanların yanı sıra, Yeşilçam ünlüleri ve Zeki Müren gibi nice efsane sanatçılarını da bu listeye ekleyebiliriz.

 

Babanızı, bir aile babası ve iş adamı olarak nasıl tasvir edersiniz?

Babam duygu adamı idi. Duyguları her şeyin üzerinde olan biri olması nedeni ile iş adamı değil, hep sanatçı oldu.

Babam aşırı derecede hassastı. Kendisi, sanatını icra ederken, gereken saygının gösterilmemesine duyduğu üzüntüsünü yansıtmamaya gayret ederdi.

Unutmayalım ki, zaman bazı şeyleri değiştirdi. Babamın sanatına başladığı tarih ile sanatına veda ettiği elli yıllık süreç içinde fotoğrafçılık, sanattan ziyade teknolojik çözümlerle sürdürülen bir mesleğe dönüştü. Bu dönüşüme adapte olmaya çalışmak, onun duygusallık boyutunu daha da üst noktalara taşıdı. 

Bu hassasiyetini espri ve şakalara dönüştürmeyi tercih ederdi hep. Yine de, konumunu ve görevini deklanşörün arkasında dimdik durarak devam ettirdi.

Ancak, aile babası olarak bize gereken zamanı ayıramamakta olmasının sıkıntısını da hep çekti. Buna da en çok rahmetli annem sabır ve anlayış gösterdi. Annem içinse, gerçekten zor oldu.

 

Fotoğrafçılık bir sanat. Babanız böylesine bir isim yaptığına göre, bu sanatı en iyi şekilde icra etmiş olmalı. Sizce onu özel yapan özellikleri neydi?

Babam, fotoğrafını çektiği kişilerin gözlerinin içine bakmayı ve onların mutlulukla bakmalarını sabırla beklerdi. Mutluluk ışıltısını yakalayamadığı fotoğrafları, sanki kendi kabahatiymiş gibi ‘yırtıp attığını’ ve ilgili kişilere de ‘film yandı’ pembe yalanını söyleyerek fotoğraf vermemeyi tercih ettiğini biliyorum. Çok kez buna şahit oldum. Bence onu en özel yapan şey, ‘resimlerini çektiği kişileri motive ederek mutlu görünmelerini sağlamak ve o anı ölümsüz kılmayı başarabilmek’ti. ‘Gülümseyin’ diye seslenmeden, deklanşöre basmadığını çok iyi biliyorum.

 

Fotoğraf çekerken birçok sürpriz veya ilginç olayla karşılaşmak mümkün. Babanızın size aktardığı öyle bir olay var mı?

Evet, oldukça çok olay var; birkaçını aktarayım... 1967 yılı idi sanıyorum. Bir görevli asker babama gelerek, önemli bir görev için Ekrem Akömer (Emekli Paşa) tarafından davet edildiğini ve kendisini alıp götüreceğini söyledi. Babam heyecanlandı, askeri arabaya binerek gitti. Konu sonradan anlaşıldı. Türk Can Kurtarma Cemiyeti ve Aktif Balıkadam Kulübü kurucusu olan emekli Paşa, güven duyacağı fotoğrafçı olarak babamı tespit etmiş ve fotoğraf çekimi için onu davet etmiş. O gün babam bir sürpriz yaşadı: Meğerse balık adam çekimi yapacakmış. Bize heyecanla anlattığı anısını çok iyi hatırlıyorum.

Bir başka sürprizi de, Neve Şalom katliamı ardından, cenaze törenini detaylı çekmek için Neve Şalom Sinagog binasının karşı binasının damına çıkıp, görüntü almak için yaşadı. Kendisi damdan olayları takibe uğraşırken, basından biri kendisinin fotoğrafını çekerek, ‘Mossad Ajanı cenaze görüntülerini damdan takip etti’ şeklinde haber yaptı. Konu anlaşılınca da, kendisi ile bir röportaj yapıp özür dilediler.

 

Fotoğrafçıların çoğu, eski makineleri toplar ve saklar. Babanız böyle bir koleksiyon bıraktı mı?

Sağlığında vardı. Ancak, ne yazık ki çalındı. Çalınmasına çok üzülmüştü babam.

 

Babanız düğün resimleri çekerken hiç yanında bulundunuz mu? Gördüklerinizi ve hissettiklerinizi anlatır mısınız?

Bulundum elbette. Babam yardımcısız çalışırdı. Düğün sırasında, aracı ile gelen damat ve ailesi, ardından gelen gelin ve ailesini koşarak takip eder ve de tören boyunca tek başına, hiçbir anı kaçırmadan resim çekmeye çalışırdı. Babamı izlerken, “Bu değerli anıları çekmenin ne kadar zahmetli olduğunu fark eden var mıdır?” diye hep merak eder, anlamak için de etrafıma bakınırdım.

Onun ellerine sarılıp sırtını sıvazlayan, emekleri için kucaklayan dostlar olduğunda, onun mutluluğunu görür, sevincim kat kat artardı. Sadece bir görevli olarak bakıldığında ise, ne kadar hassas olduğunu bildiğim için de hüzünlenirdim.

 

Yıllar önce, düğünlerden sonra, gelin damat ve tüm aile fotografçıya gidilir ve resim çektirilirdi. Bütün eski düğün fotoğraflarının yan köşesinde Foto Belman yazar. Neden hep Foto Belman?

Bu benim en hassas olduğum konu. İyi ki sordunuz, cevabını vereyim. 

Yılın tüm pazar günlerinde yapılan ortalama üç - dört düğünün yanı sıra, on üç yaş töreni, sünnet ve benzeri törenlerin yapıldığını biliyoruz. Diğer günlerde yapılan törenleri saymadan, ortalama bir hesap yaparsak, cemaate hizmet verdiği elli yılın, sadece elli iki haftasını dikkate aldığımızda, en az 10 binin üstünde mutluluğa atılan adımlarda hep babam vardı. Babam sanata olan saygısı ile attı o imzayı. Doğru da yapmış. Belman imzası, bu mutlu günlerin, emeğin ve bu işe gönül vermenin bir anısı olarak kalmalıydı bu görsellerde. İyi ki de kaldı. Böylece babam elli yıllık bir tarihe imza atmış oldu.

Önemli bir ayrıntıyı da söylemeden geçemeyeceğim. Babam bir Atatürk sevdalısıydı. Hep Atatürk ile ilgili kitaplar okurdu. Tüm yoğunluğuna rağmen, boş zamanlarında kendini Atatürk portrelerine adamıştı. Bu nedenle 1989 yılından itibaren, Atatürk Düşünce Derneğinin üyesi oldu. Gönüllü olarak çalıştı bu dernekte. En önemlisi ise, yapmış olduğu otuz beşin üzerinde Atatürk portresini bu dernek için sergiledi. Bu eserler de ‘Belman’ imzalıdır.

Başta Şalom olmak üzere, babamı ‘BELMAN’ olarak sevgi ile anan tüm dostlarımıza teşekkürler.