Hangimiz tenceredeki kurbağa değil?

Dalia MAYA Köşe Yazısı
22 Kasım 2017 Çarşamba

Siz de bazan kendinizi tenceredeki kurbağa gibi hissediyor musunuz? Hani bilirsiniz hikayeyi, kurbağayı kaynar suya atsanız sıçrar kaçar. Oysa normal suya koysanız, altında ateşi hafif hafif açsanız, içinde olduğu su yavaş yavaş ısınacağından kurbağa da gevşeyecek, suyun ısınmasına uyum sağlar gözükecek ve yavaş yavaş uyuşarak belki farkına bile varmadan son yolculuğa kendini bırakmış olacaktır. Bir noktada farkına varsa bile, artık ne bacaklarında kendini sudan fırlatmaya derman kalmış olacak ne de ruhunda böylesi bir güç.

Dünya büyük değişimlere gebe. Yok, gebe değil. Çok büyük değişimler hâlihazırda bütün dünyada gerçekleşmekte. Bizlerse çoğu zaman bu değişimlerin yaratıcısı olmayıp, kurbanı ya da seyircisi konumunda kalıyoruz. Birçok ülkede yönetimsel değişimler, halkları gitmek ya da kalmak arasında bir tercih yapmaya zorluyor. Kimsenin yaşadığı toprakları bırakmak, alışkanlıklarını değiştirmek, sevdiklerinden uzaklaşmak gibi bir temel isteği olmasa da, değişimin yarattığı etkiye bir tepki vermek zorunda kalıyor insanlar. Giderek bugüne kadar bildikleri yaşamdan farklı bir bilinmeze kanat açıyorlar. Oysa kalmak da artık birçok yerde bir bilinmezin içinde kalmak. İnsan kendisi ve daha çok çocukları, torunları için daha iyi, huzurlu bir yaşam kurgulayabileceği bir ortamda yaşamak istiyor. Oysa yarın her nerede olursak olalım, bilinmezliklerle dolu; bir sis perdesinin ardında saklı. Perde bazan aralanıyor, bazan perdenin arkasında bir şeyleri görüyoruz. Gördüğümüzü sanıyoruz. Oysa gördüğümüzü zannettiğimiz, gerçeği ne kadar yansıtıyor? Ya da perde aralandığında gördüğümüz, biz perdenin öte yanına geçtiğimizde hala geçerliliğini koruyacak mı? Kim bilebilir ki? Hangimiz bilebiliyoruz ki bundan beş yıl sonra şartlarımız ne olacak? Nerelerde, nelerle uğraşıyor olacağız? Bugün üniversiteye başlayan gencimiz dört yıl sonra mezun olduğunda, büyük hedeflerle çıktığı bu yolda aldığı eğitimin son hız değişen dünyada bir yeri kalıp kalmadığını bilmiyor mesela. Bu kadar kökten değişim olan bir dünyada, bırakın aynı şehirde farklı geçmişlerden gelenlerin birbirlerini anlamasını, anneler çocuklarını, çocuklar annelerini anlayamıyor. Aynı yerde bir arada ama bambaşka gerçekliklerde yaşıyoruz. Her birimiz ayrı bir dünya. Bazan çakışan, bazan çarpışan... 

Yaşam daha çok ‘anda’ gerçekleşiyor. Bizlerse, giderek daha çok ‘geleceği kurgulama’ peşindeyiz sanki. Değişim yaşamın tek değişmez kuralıyken, değişime sürekli direnç göstererek tepki veriyoruz. Direnç çarpışmayı getiriyor yanında. Çarpışma ise daha çok direnci. Oysa anda yaşamak geçmişi ve geleceği silmeyi gerektiriyor. Daha da ötesinde anda yaşamak beni ve seni de silmeyi gerektiriyor. Başkalarının ne yaptığına odaklanmadan, kendi içindeki potansiyeli yaratıcılıkla kapasiteye çevirmektir anda kalmak. Olanla uğraşmak değil, olanı görmek, analiz etmek, anlamak, idrak etmek, halletmek ve geçmek demektir.  Algı, analiz, sentez, yaratıcılık ve eylemdir anda yaşamak. Direnç göstermek geçmişi, geleceği, seni, beni koymaktır ortaya. Ve direnç ne kadar güçlü olursa,  bir sonraki etki de o kadar güçlü olacaktır.  
Her sorunu çözmek mümkün oysa hayatta. Ve her sorun en güzel şefkatte kalarak çözülüyor. Sarıldığımızda birbirimize sevgi ile, -mış gibi yaparak değil ama gerçekten sevgiyle sarıp sarmaladığımızda yaşamı, her nerede olursak olalım yaşamak güzel. Orada, o sevgiyle sarıp sarmalama yerinde, esamisi bile  okunmuyor anlamanın. Anlamak güzel, ama anlayıp anlamamak da önemli değil orada. Orası tüm sorunların, tüm anlaşmazlıkların, tüm ikiliklerin, tüm çoklukların, tüm ötekileştirmelerin yok olduğu yer. Orası, senin ben, benim sen, geçmişin gelecek, geleceğin geçmiş, hepsinin tam da şu an olduğu yer.  Orası her birimizin merkezde, tam ve bütün olduğu yer. Orada ne pasaport gerekli hareket etmek için, ne vizenin bir yeri var orada.

Her zamanki gibi çok naifsin diyeceksiniz. Ama bence insanı ancak sevgi kurtaracak. Bizler görmeyeceğiz ama bir gün, çok ilerde bir gün, ne sınır kalacak bu dünya üzerinde, ne milliyetçilik, ne başka bir ayrım. Bir türlü bitmek bilmeyen göçler, sınırlarda daha sıkı kontrolleri, vizelerde daha büyük sorunları,  milliyetçilik ve dincilik akımlarında çok daha vahim çatışmalara dönüşüyorsa da, bir gün,  tenceredeki kurbağa olmaktan vazgeçtiğimizde, her insanın zaten içinde olan sevgi tüm bu çarpışmaların, didişmelerin, savaşların, sınır ve sınırlamaların anlamsızlığını anlayacak. İnsanlık o gün dünyada cenneti yaratacak.