Lübnan girdaba geri çekiliyor

Önce hiç beklenmeyen bir şekilde Lübnan Başbakanı Saad Hariri, İran ile Hizbullah’ı hedef göstererek ve suikasta uğrama korkusunu dile getirerek, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir televizyon kanalı aracılığıyla istifasını duyurdu. Sırf bu cümle bile kendi içinde birçok soru işaretini barındırıyor.

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
8 Kasım 2017 Çarşamba

Yoğun bir haftanın ardından, cumartesi günü biraz dinleneyim, haberleri takip etmek yerine gündeme biraz ara vereyim, keyifli bir yemek, güzel bir sinemaya gideyim diye düşünmüşseniz, 4 Kasım Cumartesi bunun için yanlış bir gün olmuş diyebilirim rahatlıkla. Çünkü tam da o gün deyim yerindeyse yer yerinden oynadı.

Önce hiç beklenmeyen bir şekilde Lübnan Başbakanı Saad Hariri, İran ile Hizbullah’ı hedef göstererek ve suikasta uğrama korkusunu dile getirerek, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir televizyon kanalı aracılığıyla istifasını duyurdu. Sırf bu cümle bile kendi içinde birçok soru işaretini barındırıyor.

Hariri’nin koalisyon ortağı Hizbullah ise bu gelişme karşısında Lübnanlılara itidal çağrısı yaptı. Hariri’nin Suudilerin baskısıyla istifa ettiği hatta orada rehin alındığı konuşulurken, Hizbullah zararını en aza indirmek için çabalıyor. Ne de olsa hükümet düşerse, kendini militan bir grupken siyasi bir aktöre de dönüştüren Hizbullah, bu sayede kazandığı siyasi meşruiyetini kaybedecek. Mayıs ayındaki seçimlerin yapılıp yapılmayacağı ise şu an için belirsiz.

Daha gün bitmeden Suudi Arabistan’da dokunulmazlıkları olduğunu sandığımız, aralarında prenslerin de olduğu birçok üst düzey yetkili, yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alındı. Kral Salman’ın bu daha önce benzeri görülmemiş kararını, muhalefeti bertaraf etme ve kraliyet içindeki gücünü pekiştirme olarak okumak mümkün.

Tüm bu olaylar zincirine, içinde Suudi bir prensin olduğu helikopterin düşürülmesi ve Husiler tarafından Yemen’den Riyad’ın kuzeydoğusuna atılan ve hava savunma sistemleri tarafından imha edildi balistik füzeyi de eklersek hafta sonunu en azından Suudi Arabistan açısından tamamlamış oluruz.

Saad Hariri istifa konuşmasında ‘hedefteyiz’ anlamındaki ‘eye of the storm’ tabirini kullandığında, aklıma henüz iki hafta önce okuduğum bir yazı geldi. Institut d’Etudes Politiques de Paris’de Ortadoğu profesörü ve Fransa Dışişleri Bakanlığına bağlı Politika Planlama Biriminde daimi danışman olan, günümüzde Carnegie Endowment Washington’ın Ortadoğu programında konuk akademisyen olarak görev alan Joseph Bahout, 18 Ekim’de yaptığı değerlendirmede, Lübnan’ın komşusu Suriye’de olanlara rağmen neden savaşın içine çekilmediğini yorumlarken, gelecekte ülkeyi bekleyen tehlikelere de dikkat çekiyordu. Ve çok ilginçtir ki yazısının adı, tıpkı Hariri’nin istifa konuşmasında da kullandığı gibi ‘Eye of the storm’ idi. Ve görülen o ki Bahout öngörülerinde haklı çıktı, Lübnan uzun zamandır dışında kalmayı başarabildiği girdabın içine yeniden güçlü bir şekilde çekiliyor.

Hariri’nin istifasının ardından Joseph Bahout ile yaptığım görüşmede, kendisine Lübnan’daki son gelişmeleri değerlendirmesini rica ettim. Bahout, Hariri’nin istifasının İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimin oldukça yükseldiği ve özellikle dikkatlerin Lübnan’ın üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde meydana geldiğini belirtiyor. Bu son gelişmenin Suudi Arabistan’ın İran ile yeni bir sahnede -şimdiye kadar tarafsız kalmayı başarmış Lübnan’da- karşı karşıya gelmesinin ilk perdesi olduğunu da ekliyor. Suudi Arabistan’ın dış politikasındaki bu değişimin ardında uluslararası ve bölgesel iklimin de etkili olduğunu düşünüyor Bahout. ABD ve İsrail’in İran’ın Ortadoğu’daki etkisini azaltmaya karar vermelerinin Suudilerin İran’a yönelik bu adımları atma kararını etkilediğini söylüyor. Bahout ayrıca, ABD ve İsrail’in İran karşıtı tavrına rağmen, Suudi Arabistan’ın bunu gerçekleştirebilecek kaynaklara sahip olup olmadığının buradaki asıl sorulması gereken soruyu oluşturduğunun altını çiziyor. Hizbullah’ın Lübnan’daki gücünün küçük bir parçasını bile bırakmaya razı gelmeyeceği düşünüldüğünde, Suudi Arabistan’ın bu konuda ne kadar ileriye gidebileceği de, gitmek isteyeceği de, cevaplanması gereken bir diğer önemli soru oluyor.

Bahout’nun altını çizdiği gibi Lübnan, 2011’deki Arap Baharı’ndan itibaren, özellikle komşusu Suriye’de olanların ardından bu savaşın taraflarına eşit mesafede yaklaşmaya çalıştı. Tarihi boyunca birçok vekâlet savaşına sahne olmuş Lübnan’ın bunu sadece kendisinin istemesi yetmezdi tabi. İran, güvenilir bir askeri güç ve etkisini yaymasının önemli bir aktörü olan Hizbullah’ın dikkatinin Lübnan’ın iç işleri ile dağılmasını istemedi. Suudi Arabistan için ise Hizbullah ile yapılan koalisyon sonrası Lübnan öncelik sıralamasında geriye düşmüştü. Bahout’nun bahsettiği kaynak sorunu burada da kendini gösteriyordu. Şimdi ise Suriye savaşı sona yaklaşırken ve İran’ın bölgesel etkisini azaltmaya yönelik cephe güçlenirken, gözler bir kez daha Lübnan’a kilitlendi. Ve yaklaşmakta olan fırtınanın bu sefer Lübnan’ı es geçmeyeceği görülüyor.