Filistin: Bu miras nereden geliyor?

Filistin topraklarında İngilizlerin manda yönetimi sürerken, David Ben Gurion dönemin Arap liderleri ile görüşmelerini sürdürüyordu. Ancak bu görüşmelerden hiçbir zaman somut sonuç çıkmadı.

Marsel RUSSO Perspektif
27 Eylül 2017 Çarşamba

Filistin Manda Yönetimi altında bu coğrafyada serpilmeye başlayan ‘yişuv’un yöneticileri burada rahat ve güvenli bir gelecek kurmak için Araplarla bir uzlaşıya varılması gerektiğini biliyorlardı. Bu uzlaşının her iki toplumu tatmin edecek bir şekilde formüle edilmesi esastı. Bunun aksi kabul edilebilir olamazdı. Dolayısı ile Ben Gurion ile Arap liderler arasındaki görüşmeler manda idaresi yöneticilerini memnun ediyordu etmesine de, varılan hiçbir somut sonuç yoktu.

İngilizler Yahudilerle Araplar arasında bir mutabakatı ancak sevinçle karşılayacaklardı. Etkisini derinleşerek sürdüren büyük ekonomik buhran, merkezden uzakta, devamlı para çeken bu bölgeye daha fazla yatırım yapılamayacağını haykırıyordu adeta. Ondan ötesi Avrupa’da ciddi bir gerginliğe doğru gidiliyordu. Almanya, yeniden dünya siyasetine ortak olma niyetindeydi ve bunu gittikçe artan bir gürültü ile yapıyordu.

Sürdürülebilir olmaktan çıkamaya başlayan Filistin’deki Britanya varlığı başta manda idaresi yetkilileri olmak üzere, Londra’da açıktan açığa sorgulanan bir durum olmaya başlamıştı. Bölgeye hem bu kadar maddi yardım yapılacak, hem de ne Yahudilere ne de Araplara hoş gelecek bir siyaset bulunamayacaktı! Bunun sonu Britanya için felaket olabilirdi.

Dolayısı ile Ben Gurion ile Arap liderler arasındaki görüşmeler manda idaresi yöneticilerini memnun ediyordu etmesine de, varılan hiçbir somut sonuç yoktu. El Alami ile olan görüşmesi başarılı olmamıştı. Bunun sonrasında, Cambridge mezunu, okumuş ve esprili bir kişilik olan George Antonius ile görüştü.

George Antonius Hıristiyan asıllı Lübnanlı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. 1921’de Filistin’e göç eder ve manda idaresinin eğitim ile ilgili çeşitli birimlerinde çalışır. Hacı Emin El Hüseyni’nin, ilk Britanya Genel Valisi Sir Herbert Samuel tarafından Kudüs müftüsü atanmasından sonra, danışmanlığını yapar. Arap milliyetçiliğinin temellerini atan ve toplumun bir eğitim reformu ile ayağa kalkabileceğini ve bölgede Yahudiler lehine bozulan dengenin ancak bu şekilde düzelebileceğini savunan bir siyaset adamı olarak mandanın yönetim birimlerinde saygın bir yer edinir. 1930’da, İngilizlerin Araplar aleyhine tasarrufta bulunduklarını iddia ederek idari görevinden istifa eder.

Ben Gurion’un

temasları

Ben Gurion’un Antonius ile olan görüşmesi El Alami ile olan buluşmasına göre daha başarılı geçer. Yahudi tezleri gündeme gelir, atalarının topraklarında bir gelecek kurmak istedikleri ifade edilir Ben Gurion tarafından. Filistin’deki Yahudi varlığının Arap varlığını engellemeyeceği, ‘yişuv’un Arap toplumu ile bir arada yaşayabileceği yinelenir. Çöllerle kaplı bu toprakların ancak birliktelikte değiştirilebileceği fikri işlenir.

Sonuçta, görüşme başarılı geçmiş olmasına geçti de, fikir değiş tokuşunun toplumlar arası ilişkiler anlamında pek bir katkısı olmadı.

Bir hukuk adamı ve İstiklal Partisi üyesi olan Avni Abdül Hadi ile olan görüşmesi ise daha sıkıntılı geçti. Abdül Hadi’nin,  “Ben sizin yerinizde olsaydım bir Siyonist olurdum. Siz de benim yerimde olsaydınız bir Arap milliyetçisi olurdunuz!” şeklindeki sözleri, konuşmanın daha hemen başında, bir sonuca varılmasının mümkün olmadığının işareti olur…

Ben Gurion’un yaptığı temaslardan çıkardığı sonuç iç açıcı değildi. Manda idaresi altında yaşayan Arap ve Yahudi toplumları arasındaki görüş farklılıkları, kapatılması olanak dışı bir seviyeye gelmişti. Değişik Yahudi liderlerinin de Arap kanaat önderleri nezdinde yaptıkları görüşmelerden sonra, gelinen noktayı Ben Gurion anılarında şöyle ifade eder: “Bu durumun en önemli nedeni Yahudilerin bölgede nüfus açısından azınlık durumunda olmalarıdır. Arapların doğasında azınlıklara hoşgörülü davranmak, onları eşit olarak algılamak diye bir yaklaşım yoktur. Hatta ondan öte, düşmanca bir davranış sergilemek ve kendinden olmayanı sindirmeye çalışmak siyasi olmaktan öte, sosyal bir davranış şeklidir Araplar için. Bu çerçevede, Filistin’de Yahudilerin olmaması durumunda, Araplar arasında, Müslüman – Hıristiyan çekişmesi kaçınılmaz olarak yaşanacaktır.”

Ben Gurion’a göre isyan Araplara için çok geç, Yahudiler için ise çok erken başlamıştır. Bu tespit tarih tarafından onaylanmıştır. Gerçekten de Filistin’deki İngiliz idaresinin ilk yirmi yılında Yahudiler tarafından oluşturulmuş sosyal altyapı bundan böyle yıkılabilir olmaktan uzaktır. İçinden geçilen 30’lu yıllarda Arap toplumunun Yahudilerin ulaştığı toplumsal seviyeye meydan okuması olası değildi: Buna güçleri yoktu, ancak Yahudiler Filistin’de hâlâ azınlıktaydı ve kendilerini savunacak yeterli olanakları yoktu. Ulusal Yuvalarını oluşturma yolunda attıkları adımlar hâlâ İngilizlerin desteğine muhtaçtı. Bir keresinde, Ben Gurion, Ulusal Yuvanın ne zaman gerçek anlamı ile oluşacağını soran bir gazetecinin sorusuna kaçamak cevap vermeyi tercih etmiş ve burada bir sürecin söz konusu olduğunu söylemekle yetinmişti.

O dönemlerde Yahudi milliyetçiliğinin Filistin’deki iki ayrı siyasi görüşü de İngiliz desteğine inanıyor ve güveniyordu. Ne Ben Gurion ne de Jabotinsky, İngilizlerin Araplar karşısında Yahudileri yalnız bırakacaklarına ihtimal vermiyorlardı.

1930’lu yıllarda yaşanan ve on yılın sonuna doğru artarak gelişen terör olaylarının bugün bölgede hâlâ devam ediyor olması, o günlerden bugüne miras kalan sorunların halen yanıtsız kalması, manda idaresindeki tüm tarafların yorumlamaları gereken bir durumdur, şüphesiz. Yahudilerin Ulusal Yuva oluşturma süreçlerini siyasi ve sosyal bir modelle engelleyemeyeceklerini  anlayan Arapların başlattıkları ayaklanma veya Yahudilerin tabiri ile Arap terör hareketleri, ‘Teröre nasıl bir cevap vermek gerekir?’ veya Filistin’i iki halk arasında paylaştırmak bir çözüm olabilir mi? gibi soruların tartışmaya açılmasına zemin hazırlar. Bunlar, o gün olduğu gibi bugün de yoruma açıktır…

Arap terörüne

karşı çalışma

Arap terörüne karşı İngilizlerin kendilerini dahi tam olarak savunamamaları, Yahudi toplumunu kendi işini kendi görmeye, geliştirdiği toplumsal modeli korumak için savaşmaya itecekti. Öte yandan, azınlık olarak eşit haklar elde edemeyeceğini anlayan yişuv yönetimi, Yahudi göçü üzerindeki baskıların kaldırılması, daha fazla göçmenin manda idaresine kabul edilmesi için çalışmaya başlayacaktı. Arap milliyetçiliğinin yükselmesi ile Arap saldırıları aynı döneme rastlar. Peş peşe düzenlenen toplantılar siyasi ve toplumsal yelpazenin belirginleşmesini, değişik görüşlerin ortaya çıkmasını sağlar. Öğrencilerin ve kadınların katıldığı kongreleri, bu anlamda, Araplar arasında bir ilki oluşturdukları ve Yahudi tecrübesinden esinlendikleri için özellikle belirtmekte fayda var.

Araplar, İstiklal Partisi altında

birleşirler

Bir dizi hararetli toplantı sonunda, Araplar arasındaki radikal milliyetçiler İstiklal Partisi altında birleşirler. Kısa sürede liderlik kavgalarından dolayı etkinliğini yitirse de, İstiklal, tıpkı Yişuv içindeki Revizyonistlerin yaptığı gibi, değişik bir soluk getirir Arapların gündelik sıkıntılarına… Ve daha çok feodal değerlere sadık, yapı olarak çoğunluğu kırsalda yaşayan Arap toplumuna, milliyetçi değerlere sahip çıkması gerektiğini öğretir.

Açılan bu yeni pencere, esasen, ilk Genel Vali Herbert Samuel’in kendisini Kudüs Müftüsü olarak atadığı günden bu yana, İngilizler tarafından Arap toplumunun lideri olarak görülen Müftü El Hüseyni’nin etkinliğinin sorgulandığı döneme rast gelir. Birçok Arap kanaat önderi Hüseyni’nin siyasi arenadaki etkisini şahsi çıkarları için kullandığını, rakipleri ile girdiği nüfuz mücadelesinin topluma zarar verdiğini ifade etmekteydi. Popülaritesi örselenen Müftü’nün, derdine çareyi bulması için çok uzaklara bakması gerekmeyecektir.

El Hüseyni

Yahudi göçünü gündeme getirir

El Hüseyni, siyasi anlamda yaşadığı çöküntüye dur demek için, Yahudi göçünü yeniden gündeme getirir… 1933 yılında Filistin’in dört bir köşesinden topladığı binlerce genci meydanlara yığar. Sene sonundan beri 30 bin Yahudi Filistin topraklarına giriş yapmıştı. Bu İngilizlerin, Araplara verdikleri taahhütlerin dışındaydı. Bu duruma karşı kurgulanan Arap protestoları günlere, haftalara yayılır. Göstericiler Kudüs, Nablus, Yafa ve Hayfa gibi kentlerde, İngiliz polisi ile çatışmaya girerler. Sonuçta, 30’dan fazla gösterici ölür, 200’den fazlası ise yaralanır.

Araplar arasında gitgide soluğu kesilen Hıristiyan toplumunun temsilcilerinden Halil al-Sakakini anılarına şöyle bir not düşer:

“ Bugün Filistin savaş alanına döndü… Her yerde yoğun gösteriler var. Polis karakollarına, demiryollarına ve garlara saldırılar artarak devam ediyor. Yüzlerce ölü ve yaralı var. Hastaneler kapasitelerini aşıyor. Toplumda korkunç bir gerginlik hâkim, tansiyon çok yüksek… Yarının ne getireceğini ancak Allah bilir…”

Protestolar, Yahudilere ve onlara arka çıkan hükümete karşıdır. “Tüm dünya, Arap ulusunun kolay lokma olmayacağını görecektir” der Sakakini… Olayların hükümeti ve kararlarını nasıl etkileyeceğini bilmiyordu, ancak Yahudilerin panikledikleri kesindi. “Ya her iki toplum da öfkelerini dizginleyecek ya da kavga büyüyecek ve güzelim Filistin tanınmayacak hale gelecek… Her iki durumda da, hayat yaşanmayacak kadar zor olacak…”

Gerçekten de Arap saldırıları gitgide artmaya başlar. Polis, bunun önüne geçmek bir yana, olayların arkasını bile toplayamaz hale gelmiştir. Bu durum ve ‘yişuv’da artan rahatsızlık, İşçi hareketi ile Revizyonistlerin arasını gitgide açar… İngilizlerin Arap saldırılarına karşı etkisiz ve tepkisiz kalmaları, Revizyonistleri harekete geçirir. Bu sırada, David Ben Gurion’un yakın çalışma arkadaşı, Yahudi Ajansı Başkanı Haim Arlosoroff öldürülür. Ben Gurion’un bu cinayetten Revizyonistleri sorumlusu tutması, taraflar arasındaki iplerin tamamen kopmasına neden olur. İngilizler her zamanki gibi saldırının faillerini yakalayamaz…

Ortada artık gitgide belirgin hale gelen bir terör üçgeni vardır. Araplar ve Yahudiler birbirlerine ve aynı zamanda, düşmanlarını savundukları veya siyaseten desteklediklerini düşündükleri İngilizlere saldırmaya başlarlar. Revizyonistlere göre, Filistin artık İngilizlerden kurtarılmalıdır. Yahudi göçü özendirilmeli ve bir çoğunluk inşa edilene dek artarak devam ettirilmelidir. Ancak, bu topraklardaki bir Yahudi çoğunluğu tartışmalara son noktayı koyacaktır.

Araplara yeni lider:

Muhammed

İzzettin El Kasım

Araplar ise Muhammed İzzettin El Kasım’ın kişiliğinde yeni bir lider bulmuşlardır. Suriye’nin Laskiye kenti yakınlarında küçük bir köyde 1880 yılında doğan El Kasım tıpkı Kudüs Müftüsü Hacı Emin El-Hüseyni gibi Mısırdaki El-Ahzar Üniversitesini bitirir ve köyüne dönerek imam olarak çalışmaya başlar. Libya’nın İtalyanlar tarafından 1911 yılında işgal edilmesi onu etkiler ve Hıristiyanlara karşı cihat ilan ederek bulunduğu yerde bunun için para ve adam toplamaya başlar, ancak Osmanlı idaresi tarafından engellenir. Daha sonraları savaşın ilk yıllarında birçokları gibi ilk önce Osmanlı Ordusuna katılır ve burada askeri anlamda ilk eğitimini alır. Savaşın sonlarına doğru ise, Osmanlıların yenilmesi ve doğduğu toprakların Fransızlar denetimine gireceğinin belli olmasından sonra, köyüne döner ve buradaki gençleri Fransızlara karşı bir savaşa hazırlar. Dağa çıkar ve ilk gerilla hareketini düzenler. O dönemler, Filistin Topraklarının İngiliz idaresine geçtiği, kontrolün tam olarak sağlanamadığı kaos dönemleridir.

Daha sonraki yıllarda, El Kasım, Hacı Emin El Hüseyni tarafından görevlendirilecek, köy köy dolaşarak yandaş toplayacak ve ilk terörist hücrelerin oluşmasında, silahlanmasında ve eğitilmesinde önemli  görev üstlenecektir. Hedef Yahudilerin ve İngilizlerin sembolleşen yerleridir: Bu, Kibbutz Yagur veya Nahalal gibi yerleşimler de olabilir, bir tren istasyonu ya da basit bir vagon da… Hatta özenle dikilen ağaçlar dahi olabilir. Amaç, artarak devam eden Yahudi göçüne dikkat çekmek, Arap rahatsızlığını sokağa taşımaktır.

El Kasım ilk hayal kırıklığını, Filistin’de yaşayan soydaşlarını yüz üstü bırakan Faysal’la yaşamıştı. Şimdi, Milletler Cemiyeti kararları uyarınca, manda idaresinin sona erdiği Suudi Arabistan’da, Irak, Suriye ve Ürdün’de ve hatta İngilizlerin göz bebeği Mısır’da bağımsızlık rüzgârları esmekteydi. Ancak kendisine yurt olarak seçtiği Filistin halen baskı ve zulüm altındaydı, dahası uzunca bir süre için bu böyle devam edeceğe benzemekteydi.

İşte bu durumdan kaynaklanan öfke, El Kasım ve yandaşlarını Cenin yakınlarındaki tepelere çıkaracak, buradan yaptıkları saldırılar ilk organize Arap hareketleri olacaktır. Daha önceki ayaklanmalar, kışkırtmalar sonucu oluşan düzensiz halk hareketleriyken, El Kasım ile başlayan ciddi örgüt işi faaliyetlerdir.

El Kasım’ın giriştiği çatışmalardan birinde İngilizler tarafından öldürülmesi onu kahraman mertebesine taşıyan bir olay olur. Tıpkı çok önceleri Tel-Hay’da öldürülen Yossef Trumpeldor’un Yahudi gençlerine esin kaynağı olduğu gibi, El-Kasım da Arapların idolü haline gelecek ve gelişecek Arap İsyanının manevi gücü olacaktır. Yıllar sonra, uçak korsanı Leyla Halit, mücadeleyi El Kasım’ın bıraktığı yerden devir aldıklarını söyleyecektir: “Onun nesli isyanı başlattı, bizler sonuca imza atacağız…”

 

Alıntılar: One Palestine Complete, Tom Segev, The Jewish Virtual Library