Paylaşmak

Avram VENTURA Köşe Yazısı
20 Eylül 2017 Çarşamba

Bir engelimiz olmadığı sürece, neredeyse bütün yaz boyu, eşimle birlikte sabahları erken saatlerde yürüyüşe çıktık. Sürekli aynı yolu izlediğimizden her gün benzer yüzleri görebiliyorduk. Bu yürüyüş sırasında, karşılaştığımız insanlardan biri ilgimi çekti. Onunla ne zaman rastlaşsak bize dalından yeni kopardığı elindeki incirlerden birer tane ikram ediyor, her defasında da, bu sizin nasibiniz diyordu. Eşim niçin diye merak edip sorduğunda anlattı: Bu incir ağacını, yıllar önce babası dikmiş. Oğluna da sürekli şunu söylermiş: “Bu bahçedeki incirlerin hepsi zaten senindir, ancak yola taşan dallardakileri ise topladığın anda oradan kimler geçiyorsa nasipleridir, onlara ikram edersin!” Adam da babasının sözünden çıkmamış. Bu sabah saatlerinde bahçesinin önünden kimler geçiyorsa onlara birer tane incir veriyormuş. Bizim de birkaç kez karşılaştığımız gibi… İlgi ve ikramına teşekkür ederek yürüyüşümüzü sürdürdük, ama adamın söyledikleri doğrusu aklımdan çıkmadı.

Düşündüğümüzde, birkaç incirin maddesel bir değeri olmayabilir. Canım çektiğinde istediğim kadarını da satın alabilirim, ama daha günün ilk ışıklarında gördüğümüz böyle olumlu bir ilgi ve yaklaşımın beni mutlu ettiğini söylemek istiyorum. Bunun parasal bir karşılığı elbette ki yok! Özellikle herkesin çıkarını düşündüğü günümüzde, kim ürettiğinin bir kısmını başkalarıyla paylaşır, bunu görev edinir, zamanını ayırır ki?.. Keşke her birimiz hiçbir bedeli olmayan bir selamı, bir gülümsemeyi olsun çevremizle paylaşabilsek!

Kutsal kitapların da, ürettiklerimizin belirli bir kısmını paylaşmamız gerektiğini, bu olumlu davranışı özendirdiğini, hatta bir zorunluluk olarak gösterdiğini anımsatmak isterim.

Bir Aborjin bilgesinin konuşmasını dinliyordum. Birkaç tümcesi şöyle: “Tanıdığım bazı eli açık insanların hiç paraları yok. Olması gerektiği gibi… Paramız olmadığında bambaşka bir yaşam tarzı oluyor. Bizim dilimizde ‘teşekkür ederim” ya da ‘lütfen’ gibi sözcükler yoktur. Çünkü bizden beklenen elimizde olan şeyleri vermemiz ve paylaşmamızdır. Bu içimizden gelen bir duygu, kim olduğumuzun bir parçasıydı. Günümüzde ise bir şeyi istemek ve yalvarmak zorunda kalıyoruz. ‘Bu, benim!’ kavramı her alanda geçerli. Bizim olan her şey için de… Bu durum, toplum olarak, ırk olarak bizi öldürüyor.” 

Paylaşma duygusu, ne yazık ki günümüzde çok az insan için bir anlam içermektedir. Bencil ve çıkarcı yanımız çoğunlukla daha ağır basıyor. Bu yüzden kimi tinsel değerler aşınıyor, ilişkiler sınırlanıyor, dostluklar sınanıyor. Kendimizi kalabalıklar içinde daha yalnız duyumsuyoruz. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, paylaşmak deyince yalnızca maddesel değerlerden söz etmiyoruz. En az onlar kadar önemli olan sevgi, sevecenlik, yardımseverlik, duygudaşlık gibi erdemlerimizi geliştirmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.

Paylaşma duygusu doğuştan gelen bir özellik değildir. Çocuklar her şeyi sahiplenmek ister. Onları yetiştirirken bu duyguyu aşılamak, eğitmek öncelikle anne ve babaların görevi olmaktadır. Özellikle bu davranışlarından bir haz almalarını sağladıkları anda, çocukların bu yaklaşımları yaşam boyu sürecektir.

Babasının önerisini dinleyen ve her sabah karşılaştığı insanlara incir ikram eden adamın davranışı gibi…