Geldik geçen mevsimin en iyi oyunlarını özetlediğimiz yazıların sonuncusuna

Melis Tezkan ve Okan Urun’un oluşturduğu, 2006 yılından bu yana beraber çalışan biriken’in yazıp yönettiği ‘Kıyamete Kadar Kapattım Kalbimi’ oyunu İlk kez 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelendiğinde, kimi tiyatro meraklısını şaşırtmış, hatta irkiltmişti. Benimse, Şahika Tekand’ın olağanüstü ‘Godot’sundan sonra en çok beğendiğim üç oyundan biriydi. Özellikle cinselliğe komplekssiz ve dürüst bakışı, ‘hizmetliler’in Genet’yi kısırlaştıran tavrından sonra ilâç gibi gelmişti.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
2 Ağustos 2017 Çarşamba

Oyunlarında şimdiki zamanın muğlaklığını anlatmak için, dejenerasyon, uyumsuzluk, fiziksel olarak kendini harcama ve düşük teknoloji kavramlarını kullanan biriken, sadece mantığın değil, duyguların, gönlün gözü ve kulağıyla izlenmesi gereken bu şiirsel oyunu da benzer deneysel biçemle yorumluyordu. Geceden; gecenin sırrı ve ifşayı birlikte taşıyabilmesinden esinlenen, kavganın, korkunun, aşksızlığın içinde kendilerini gecenin dönüştürücü gücüyle sınayanları sahneye taşıyan oyunda Defne Halman’ın pavyon şarkıcısı konsomatrisi, Okan Urun’un karakterin karmaşık cinsel kimliğine getirdiği çok yönlü, çok samimi ve çok derin yorumu müthişti. D22’den Can Kulan’sa olağanüstüydü. Oyunun bir sürprizi de sahneye oyunun ortalarında giren, Pasolini’nin ‘Teorema’sındaki Tanrı/Şeytan’ı anımsatan aşk ya da ölüm meleğine çok etkileyici bir yorum getiren Efecan Şenolsun’du.

Erken yaşlanan çocuklar

‘Yaşlı Çocuk’, Yeşim Özsoy’un, erken yaşlanmak zorunda kalan çocukların dünyası Ortadoğu’da, hayatlarının henüz başında hayata veda eden çocukların geride bıraktıklarından esinlenerek yazdığı son oyundu. Özsoy, Filistin’den İngiltere’ye, Yunanistan’dan Türkiye’ye dört farklı coğrafyada, yaşamlarını sürdürmeye çalışan dört gölgenin paralel kurguyla anlattığı hikâyeleri üzerinden, yakın dönemde hayata veda etmiş olan dört çocuğun yaşamlarını, yarım kaldıkları yerden devam ettiriyordu. Bu çocuklara yeniden hayat vererek, içimizi acıttığı için unutmaya yatkın olduğumuz, en doğal haklarıyken yitirmiş olduklarına ışık tutan yapmadıklarınınyapamadıklarının şiirsel öyküsü, tabiî ki müthiş dokunaklı bir finalle sona erecek, Yeşim’in onlara vermeye çalıştığı yaşam, ancak bir oyun boyunca sürerek ölümün gerçeğine dönüşecekti.

Yazar-yönetmen Yeşim Özsoy, yap-boz gibi sahnelediği oyununda müthiş etkileyici bir toplu performansla aslında son derecede sert öyküsünü, bağırıp çağırmadan, alçak sesle anlatıyor, iç içe geçirdiği hikâyeler birbirini açıp, tamamlayıp ortak bir trajik tabloya dönüşürken de, tokat gibi finaline ulaşırken de yine aynı dingin tonlamayla, izleyicinin yüreğini dağlayan hüzünlü bir şarkı olarak veriyordu.

Çağcıl dünyanın çöküşüne fantastik bir bakış

Edinburgh’da yaşayan 1973 doğumlu Zinnie Harris, distopik bir gelecekte geçermiş gibi görünse de günümüzde Balkanlar’da, Afrika’da ya da Ortadoğu’da süregelmekte olan iç savaşların simgesi olarak tasarladığı ‘Savaş Oyunları’ üçlemesinin ardından, ‘How to Hold Your Breath / Nefesinizi Nasıl Tutarsınız’ adlı yeni oyununda, kapitalizmin ve çağcıl dünyanın çöküşüne yine fantastik gerçekçi bir dille eğiliyordu.

İlk kez tanıştığı biriyle seviştikten sonra onun ‘Şeytan’ olduğunu öğrenen Dana, bedelini ödemeden hiçbir şey almadığını, hiç kimseye borçlu kalmak istemediğini söyleyen adamın ısrarla 45 Euro ödeme yapma teklifini reddettiğinde, Şeytan modern ve güçlü Avrupa’yı şöyle bir sallayıp tüm ekonomisini bir çırpıda yıkarak bütün bankaların kapanmasıyla Dana ve hamile kız kardeşi Jasmin’i yabancı bir ülkede parasız, evsiz ve aç bırakacaktır. İki kardeş iyice dibe vurduklarında bile beterin de beteri olduğunu öğrenecek, Dana’nın Şeytan’a ait bilgileri öğrenmek için gittiği kütüphanedeki adamın, yol boyunca zaman zaman ortaya çıkıp ona yol göstermek için önerdiği ‘how to’  kitapları da onlara yardımcı olamayacaktır… Zinnie Harris, geçen yıl DOT’da ‘Kış Dönümü’ sahnelemesini izlediğinde olağanüstü bulmuş, ‘Nefesinizi Nasıl Tutarsınız’ın da Murat Daltaban tarafından sahnelenmesini çok istediğini söylemişti. Bu sezon Murat Daltaban, oyunu sahnelemek ve dekor tasarımını yüklenmekle kalmıyor Şeytan’ı da canlandırıyordu. Arka bahçeye açılan pencereleri de mekâna katan, merkeze bir küvet-yatak yerleştiren, tekerlekli merdiven-iskele elemanlarının simgesel olarak ev, kütüphane, tren ve tekneye dönüştüğü işlevsel olduğu kadar görsel olarak da etkileyici dekorunda, harikalar yaratan oyuncularıyla akıcı ve çarpıcı bir sahneleme oluşturuyordu. Kuşağının çok sayıda ödül almış önemli İspanyol yazarlarından Juan Mayorga, felsefe ve matematik eğitimi almış, doktora tezini, bütün oyunlarını etkilediğini söylediği Walter Benjamin’in felsefi düşünceleri üzerine yapmış. İmmanuel Kant’ın 1795’te yayınlanan, maalesef günümüzde bile ütopik kalmaya devam eden felsefî, siyasi ve toplumsal ‘Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme’sinden esinlendiği ‘La Paz Perpetua / Ebedi Barış’ı

Canan Şahin‘in çevirisi ve Yunus Emre Bozdoğan’ın rejisiyle Türkiye’de ilk kez Entropi Sahne’de izledik. Terörle mücadele birimi için sadece bir köpeğin seçileceği yarışmanın finalinde kıran kırana yarışan üç köpek, sınavı yapan yaşlı Labrador ve sevecen okşamalarıyla onlara yardım ve destek verir gibi duran, ama tasmalarının diğer ucunu hiç elden bırakmayan İnsan Varlığı üzerinden sistemle terörizmin ilişkilerini irdelerken Tanrı kavramından Kant felsefesine, içgüdüsel hayvansal vahşetten bilinçli insanî gaddarlığa değinen oyun, İnsan Varlığının kışkırtması sonucu, inançları için öldürenlerin, inançları için ölenleri katletmesiyle sonuçlanıyordu.

Bu çok sağlam metinin sahnelenmesinde Serdar Yeğin, Olgun Toker, Baran Güler ve Burak Demir, köpek içgüdüleri, köpek duruşları, hırlamaları, kavgaları, köpeksi davranışları olan, ama insan gibi konuşan, içinde düşünen insan öğeleri bulunan karakterleri müthiş başarıyla yorumluyorlardı. Mesafeli duruşuyla, kafasını giysisine dayamış olan köpeğin tüylerini silkeleyişiyle, hepsi erkek olan karakterlere karşın cinsiyetsizliği, siyasal ve toplumsal ahlaksızlığın simgesi duruşuyla Rüçhan Çalışkur muhteşemdi…

Bu benzersiz tiyatro mevsiminde İstanbul’a turneye gelen çok etkileyici oyunlar da vardı

Nilüfer Belediyesi ‘Tiyatro’, Serdar Biliş’in yönettiği, Ahmet Sami Özbudak’ın güncel Türkçeye uyarladığı çağcıl  ‘Romeo Ve Juliet’i 2016 – 2017 sezonu boyunca sahnelerken, oyunu her ay iki kez de Moda Sahnesi’ne getirdi. William Shakespeare’in büyükler birbirini boğazlarken küçüklerin yaşamaya çalıştığı aşkın trajik sonucunu, günümüzde bir lise sınıfına, birbirine düşman iki arkadaş gurubunun arasına getiren yorumun temelinde, metnin ruhuna birebir sadık, ancak anlatımında olabildiğince özgür biçemde yeniden yazan Ahmet Sami Özbudak’ın müthiş uyarlaması vardı. Özbudak, kahramanları öldükçe ölümsüzleşen bu aşk öyküsünün katmanlarını, Shakespeare’in dilindeki zarafeti bozmadan günümüze taşırken, uyarlamayı da aşan, beş perdelik özgün metnin zekice ayıklanarak 110 dakikalık yoğun bir seyirliğe dönüştüğü çok sağlam bir dramaturji çalışması yapmıştı.

Serdar Biliş’in fırtına gibi bir ekiple, efektler, müzikler ve video çekimleriyle destekleyerek sahnelediği bu ‘Romeo ve Juliet’ yönetmenin her zamanki müthiş parlak buluşlarıyla dopdolu olmasına karşın, bu kez tüm biçimcilik iki gencin trajik yazgısının emrine verilerek, ortaya son derece dozunda bir iş çıkmıştı. Bitmez tükenmez bir enerji ve müthiş bir uyumla 14 genç oyuncu, kostümler, maskeler, danslar, müzikler, şarkılar eşliğinde oyunu soluk soluğa, nefes almaksızın ve aldırmaksızın izletiyordu.

Anadolu Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in hâlâ ara vermeden devam ettirdiği Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığını 1999’da kazanmasıyla Eskişehir,  Manchester ve Edinburgh gibi Orta Anadolu’nun en yaşanır üniversite kentlerinden birine dönüşmekle kalmamış, Büyükerşen’in çabalarıyla oluşturulan Devlet Konservatuarı, Senfoni Orkestrası ve 2000’de yeniden açılan, hâlen altı ayrı sahnede onlarca oyunun sahnelendiği Eskişehir Büyükşehir Belediye Tiyatrosu ile Anadolu’nun en önemli sanat merkezi olmuştu.

Eskişehir Tiyatrosu 2017 yılında, Kâzım Sinan Demirer’in, sazını da sesini de çok iyi kullanarak, her bir şiire her bir türküye müthiş bir Veysel değeri kattığı, Aşık Veysel Şatıroğlu’nun yüce nefesine adanmış” oyunu ‘Dost’ ve Çek yazar Jaroslav Hašek’in, müthiş başarılı toplu oyunculuğuyla mekânın, oyuncuların, müzik ve koreografinin birbirini benzersiz şekilde tamamladığı, başrolde Sermet Yeşil’in harikalar yarattığı ‘Aslan Asker Şvayk’la İstanbul’a geldi. Sadece Büyükerşen’in gerçekleştirdiği mucizeler için değil, bu iki oyunu izlemek için bile Eskişehir’e gitmeye değer.

 

Yeni tiyatro mevsiminin de bu kadar verimli olması dileğiyle…