Bir karar almak, an meselesi

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
12 Temmuz 2017 Çarşamba

Devlet büyükleri dışındaki insanların biyografilerinin azlığından yakındığımız geçmiş yıllardan sonra kendi yaşamının öyküsünü kaleme alanların ve yaşam öyküsü yazılanların sayısında ciddi artış oldu. Bir yaşam öyküsünü okurken yaklaşım tarzım, yaşama değilse de anlatılan öyküye egemen olan temaları anlamaya çalışmak olur. Bu egemen temayı, İzmir enginarının yaprağını yerken bulmaya çalıştığım özdeki hafif şekerli lezzete, bir başka deyişle o kitabın bana en lezzetli gelen özüne benzetebiliriz.

Hüsnü Özyeğin’in Rıdvan Akar’ın kaleminden çıkmış yaşam öyküsünü okuduğumdaki egemen temayı “bitmek bilmeyen ve giderek kompleksleşen kararlar dizisi” olarak gördüm (Bir Dünya Kurmak, Rıdvan Akar, Özyeğin Üniversitesi Yayınları, 2017). Kitap, Hüsnü Özyeğin’in hayatının çocukluğundan başlayarak hangi dönemeçlerden geçtiğini anlatıp bir liderin nasıl geliştiğini güzelce hikâye ederken, İK ve liderlik literatürü açısından ise adeta bir ‘karar verme’ metni oluşturuyor. Kitabı eğitim, filantropi, girişimcilik, aile ile işin bağdaştırılması gibi başlıklar altında okuyarak yeni metinler de oluşturabilirsiniz. Ben karar verme konusunda Hüsnü Özyeğin’in yaşam öyküsündeki bir dönüm noktasında verdiği karara odaklanacağım.

Özyeğin, ABD’deki eğitimini ve iş deneyimlerini tamamlayıp Türkiye’ye döndüğünde hangi işte çalışacağına ilişkin adımları da atmaktadır. İş dünyasının önde gelen kişilerinden birisi olan Nejat Eczacıbaşı’yla iletişim kurmuş, genç bir mühendis/MBA olarak bir randevu almış, olası bir iş teklifini almak üzere onun ofisine doğru gitmektedir. Hüsnü Özyeğin Eczacıbaşı’yla Şişli’deki randevusuna gitmeden önce Robert Koleji’ndeki 11-12 yaşlarından yatakhane arkadaşı (ve dönemin başarılı işadamı) Mehmet Emin Karamehmet’in o civardaki bürosuna uğrar. Kitapta tatlı bir dille anlatılmış olan bu ziyaretten çocukluk arkadaşının bankacılık sektöründeki iş teklifini kabul etmiş (ve Eczacıbaşı’nın olası teklifini bir anlamda reddetmiş) olarak ayrılır. İş hayatında dönüm noktası sayılabilecek bu adımı atması bir hayat içinde göz kapayıp geçene kadar geçen süre sayılabilecek süratte gerçekleşmiş bir karardır.

Özetlemeye çalıştığım bu karar süreci birçok soruyu doğurabilir. Kararlarımız, önerilen bir teklife evet ya da hayır demek, ne süratte alınabilir? Ani kararlardan kaçınmamız tavsiye edilirken, bu ciddiyette bir kararın adeta fazla düşünmeksizin böyle kolaylıkla verilmiş olması bizi ani kararlara yöneltmeli midir? Karşımıza çıkan fırsatları değerlendirirken optimal kararı nasıl verebiliriz? Başka fırsatları kaçırdığımız hissinin ağırlığını taşımaksızın, seçtiğimiz yolda nasıl ilerleriz?

Çok düşünmenin, fazla ölçüp biçmenin kararların doğruluğunu çok etkilemediğine ilişkin iş dünyası literatürü az değil. Ancak bu fazla düşünüp taşınmayı pek önemsemez gözüken literatüre bakınca, hangi koşullardaki kararlar için olduğunu ve kararın kimler tarafından verildiğini yeterince ayırd etmediğini görebiliriz. Örneğin, yıllardır tanıdığı bildiği hastasının durumundaki değişikliği kolayca fark eden bir hekimin saniyeler içinde durumdaki değişikliğe uygun yönde tedavi stratejisini toptan değiştirmesini düşünelim. Karar görünüşte saniyeler içinde alınmakla beraber (i) hastayı (ya da o hastalığı) yıllardır değişik bağlamlar içinde tanıma ve probleminin ne tür bir seyir alacağını tahmin edebilme, (ii) farklı durumlarda yeni müdahaleler yapabilecek yetkinliğe sahip olma, (iii) hasta ve hekim arasındaki yıllara dayalı ilişkinin (ya da hekimin yıllara dayalı ‘ekspertiz’inin) getirdiği güven gibi etkenler süreyi belirlemektedir. Karar sürecinin kaç saniye ya da dakika sürdüğünü kronometre ile ölçtüğünüzdeki zaman ile ölçülemeyecek, o zaman dilimine sığdırılamayacak bir birikimi temsil eden bu etkenler için ‘ustalık/ekspertiz’ ya da ’10.000 saat’ açıklaması geçerli olabilir.

Peki, Hüsnü Özyeğin’in yatakhane arkadaşının bankacılık teklifini süratle kabul edip kariyer yönünü değiştirmesindeki etkenler ne? Özyeğin’in ekspertizini nasıl tarif edeceğiz? Şimdi doğru mu yanlış mı bilemediğimiz ama sonucundan karar verenin memnun olduğu bu kararı geriye bakarak değerlendirmek birçok yanlılık içerecek olsa da düşünmeye devam edelim.

Karar, bir anlamda bir etkiye (soru, teklif, davet...) bir tepki (tercih, yanıt, karşılık...) vermek olarak tanımlanırsa, etki ile tepki arasındaki sürenin ne kadar olduğu kadar o sürenin miktarından (kaç saniye?) ibaret olmayabilir. Daha doğrusu o saniyelerin gerisindeki zaman dilimini hesaplarken, Özyeğin ile Karamehmet arasında kararın on yıllarda öncesinden (Robert Koleji’nin yatakhanesi) başlamış bir bildiklik ve yakınlığın rolünü eklemek gerekir. Bildikliğin ve yakın ilişkinin başladığı yer (okul gibi) kadar hayatımızın hangi zaman dilimine denk geldiği (ergenlik) kritik önem taşır. Geleceğe taşıdığımız, aradan yıllar geçse ve pek de aktif bir temasımız olmasa bile zihnimizde yeri değişmeyen ilişkilerimizin önemli bölümünü ergenlik döneminde oluştururuz. Yıllar sonra karşılaştığımızda aradan onca zaman geçmemiş gibi devam ettirebildiğimiz bu ilişkiler etki ile tepki arasındaki zaman dilimini görünüşteki saniyelerin milyonlarca katına çıkartmamızı sağlar. Güven duygusunun verdiği rahatlık, o ilişkinin (ve benzeri ilişkilerin) uzmanı olmamıza izin verir. Etki ile tepki arasındaki zaman dilimi, karar verene kadar geçen süre, psikiyatr Viktor Frankl’ın deyimiyle ‘özgürlüğümüz’, bir an (moment) gibi gözüken bir yaşamdır. An’ın ötesine geçebilmemize (duygusal zekâ literatüründeki ‘metamoment’) olanak sağlayan ise yaşamışlıktır. Yaşamışlık: ilişkilerimiz, onlara verdiğimiz önem ve değer, gösterdiğimiz özen, bir anlamda bakım ve besleme... Bir ortaokul çocuğunun gelecekteki iş hayatında kritik bir etkisi olacak yatakhane arkadaşını ‘seçmesi’ mümkün olmadığına göre, yaşamışlık başkalarıyla beraber olmaya, anlamlı ilişkiler kurmaya neredeyse doğuştan bir ilgi duymaya dayanır.

Hüsnü Özyeğin’in yaşam öyküsünü okurken ilişkilerin kararları belirleyici bir rol oynadığı birçok başka nokta göreceksiniz. Bazen kesilip atılan, bazen yıllarca özenle büyütülen sayısız ilişki (yakınlık, uzaklık, kopuş, birleşme) hepimizin hayatının önemli önemsiz kararlarını yönlendiriyor.

Kitaba ilişkin izlenimlerimi Louis Pasteur’ün sık alıntılanan sözü özetliyor: “Talih hazırlığını yapmış zihinleri tercih eder.”