HAYATA MEYDAN OKUYAMADIM

94 yaşındaki Henry Korman, Polonya’nın Radom şehrinde dünyaya geldi. Şimdi Kuzey Almanya’nın Hannover şehrinde yaşıyor. Ailece gönderildikleri Auschwitz’e ilk kez geri döndüğünde, yanında kuzeninin, 17 yaşındaki oğlu Ethan vardı.

Sara YANAROCAK Kavram
14 Haziran 2017 Çarşamba

1939 yılında liseyi bitirdiğim zaman kafamda geleceğimle ilgili bir sürü planım vardı. Ailemin bir şapka fabrikası vardı. Burada her türlü şapka üretilirdi. Ama devlet yöneticileri antisemitizmi destekleyip, kilise de aynı konuyu körükleyince durum iyice kötüleşti. Önce evimize el koydular, sonra da işyerimize.

Bizler ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorduk. Aslında başımıza neler geleceğini tam olarak bilemiyorduk.

Amcam 1917 yılında Filistin’e göç etmişti. Ama hastalanınca onu Polonya’ya geri göndermişlerdi. Onun yeniden Filistin’e geri dönmesi için uğraşıyorduk. Belki bizim için de böyle bir fırsat doğabilirdi. Ama İngilizler buna geçit vermediler. Çünkü o dönemde Filistin topraklarında İngiliz Mandası yönetimi vardı.

Bence İngilizler, bu konuda son derece kabahatli… Yüzlerce Yahudi’nin ölümünden onlar sorumlu. Özellikle büyük ölçüde Polonya Yahudi’sinin hayatı mahvoldu.

Bizi önce Radom Gettosuna kapattılar. İlk yıllarımı oradaki Yahudi Komitesinde çalışarak geçirdim. Ama getto yöneticilerini, teker teker Auschwitz ölüm kampına göndermeye başladıkları zaman, bir silah üretim fabrikasında çalışmaya başladım. Böylece kafam daha rahat olacaktı. Bir fabrikadan diğerine savrulurken, sonunda ben de kendimi Auschwitz’de buluverdim. 1942 yılıydı ve getto artık tamamıyla tahliye ediliyordu. Ebeveynimden ve üç kız kardeşimden ayrılmıştım. Onların hepsini Treblinka’ya göndermişlerdi.

Auschwitz’e vardığımız zaman, hepimizi sığır vagonlarından aşağı indirdiler. Gözümüze çarpan ilk şey kapının üzerindeki madeni yazıydı. “Arbeit Macht Frei”  yani ‘çalışmak özgürlük getirir’. Hiç bir şey bilmediğim için, bir çalışma kampına getirildiğimizi sandım. Bana işimin ne olduğunu sorduklarında, boyacı olduğumu söyledim. Çünkü yolda, basit ve yararlı bir mesleğe sahip olduğumu söylemeye karar vermiştim. Eğer sadece lise mezunu olduğumu söyleseydim, doğrudan gaz odalarına gönderilecektim.

Mengele ile karşılaşma

Orada ilk kez karşılaştığım kişi Mengele’dir. Bizi sıraya sokmuşlardı. Soyunmamızı ve tek sıra halinde dizilmemizi emretmişlerdi. Böylece herkesi tek tek inceliyor, güçlü görünenleri ayırıyorlardı. Diğerlerini ise doğru gaz odasına gönderiyorlardı. Bana ne iş yaptığımı sordu. Boyacı olduğumu söyledim. Mengele başparmağını yukarı doğru kaldırdı. O zaman bana çizgili, gri bir mahkûm üniforması verdiler, koluma da bazı numaraları dövme ile kazıdılar. Numarayı hiç hatırlamıyorum. Hâlâ kolumda ama ona hiç bakmam. Çünkü beni çok kötü hatıraların kollarına sürüklüyor.

Auschwitz’den sonra Mauthausen’e, ardından Gozen ve Hannover’e nakledildik. En sonunda da Bergen-Belsen’e götürüldük. Sonunda özgürlüğümüze kavuşmuştuk. 14 Nisan 1945 günüydü. O kadar zayıftım ki ayakta duramıyordum. Başımı dik tutabilmek için güçlük çekiyordum.  İngiliz birlikleri bizi kurtarmaya geldikleri zaman artık hep yerde yatıyordum.

İngilizlerin o dönemde bize olan yaklaşımlarını takdir ediyorum ama yine de onların hatalarını göz ardı edemem. İngilizler, Filistin’de Yahudilere çok kötü davrandılar. O savaş sırasında onların yüzünden binlerce Yahudi ölüm kamplarında can verdiler. Ayrıca Amerikalıları da suçluyorum. 1944 yılına kadar, Avrupa’da olan biten her şeyi bildikleri halde, sessiz kalmayı tercih ettiler. Hitler ‘Mein Kampf’ (Kavgam) adlı kitabı yayınladıktan sonra bir dakika bile beklememeleri gerekiyordu.

Kız kardeşimin de,  Belsen Kampında olduğunu, Stockholm’da kimya eğitimi alırken öğrendim. Kardeşimin izini kovalarken, onun da öldüğünü öğrendim. Artık Avrupa’ da ailemden geriye hiç kimsenin kalmadığını öğrendim. Artık bu dünyada kalan tek yakınım, 1920’lerde Amerika’ya göç eden halamdı. Böylece Amerika’ya gidip, babamın kız kardeşi ve ailesiyle birlikte yaşamaya başladım.

Hiçbir zaman psikolojik yardım almadım. Hiç bir profesyonel psikiyatr ile görüşmedim. Bunların bana faydalı olacağına inanmıyordum. Benim terapim, sadece okullara gidip, öğrencilere yaşadıklarımı anlatmaktan ibaret oldu.

Onlara öğretmenlerine saygı duymalarını ve gelecekle ilgili olumlu ve belirgin planlar yapmalarını tavsiye ediyordum.

 

 

Geri dönüş

1996 yılında doğduğum yer olan Radom’a gittim. Evimizi gördüm. Avlusunda bir süre oturdum, ama yüreğim kanıyordu. Olup bitenlere meydan okuyamıyordum. Sokakta yürüdüm ama bu geçmişin içinde yürümek gibiydi. Kaybolan, yok olan, uzaklarda kalan bir şeyler vardı ama bunlar yine de öylesine yakındı ki… Bu cadde, koşarak okula gittiğim yoldu. Babamın fabrikasına bu yoldan gidilirdi. Orayı çabucak terk ettim. Kendi kendime; “Ben buradayım ama diğer herkes nerede? Ailem nerede?” diye acıyla soruyordum.

Şimdi Hannover’de yaşıyorum. Almanya’da, katillerin ülkesinde neden mi yaşıyorum? Çünkü burası artık farklı bir ülke oldu. Sonunda burada artık beni herkes dinliyor. Olanı biteni onlara anlatabiliyorum. Oysa Amerika’ya gittiğim zaman, kimse bana hiçbir şey sormuyor. Ben de anlatmıyorum.

Ama eminim ki bir gün Auschwitz’e gidip her şeyi öğrenmek isteyecekler. Mesela yeğenimin oğlu, bana Auschwitz’de sorular sormaya başladı.

Hiçbir zaman yeni bir aile kurmaya ve çocuk sahibi olmaya cesaret edemedim. Bu yakın ilişkiler, beni her zaman çok korkuttu.

Aileniz, anne ve babanız öldükleri zaman, onlara saygı gösterebileceğiniz, ziyaret edip, mezar taşının ucuna oturabileceğiniz bir mezarları olur. Onlarla konuşup içinizi dökebilirsiniz. Benim, ailemi ziyaret edebileceğim tek yer Auschwitz.  Ben buraya ilk kez gelebildim. Böylece sevdiğim insanların yok edildikleri yere ilk kez ulaşabildim. Tüm sevdiklerimi burada ve diğer kamplarda kaybettim ben.

Bütün ailem her zaman yanımdalar. Cüzdanımda hepsinin resimleri var. Nereye gitsem, gece yatarken bile onlar hep yanımda. Bu güne kadar onların ölümleri hakkında hiçbir ayrıntıyı ve nerede, nasıl öldüklerini öğrenmek istemedim.

Auschwitz bütün geçen yıllar boyunca ve hala benim kafamın içinde. Gözlerimi kapattığım ana, o dehşet dolu saatler hemen gözlerimin önünde beliriyor.

Bir gün ben ve benim gibiler artık bu dünyada olmayacağız. Böylece bu hikâyeyi anlatan hiç kimse kalmayacak. Bu beni çok ürkütüyor. O yüzden Holokost hakkında yazmak ve insanların bunları okurken, gözyaşlarının, kitabımın sayfalarına akmasını istiyorum.