Bakıyoruz, ama görüyor muyuz?

Avram VENTURA Köşe Yazısı
15 Mart 2017 Çarşamba

Sanırım benim gibi yazmaya eğilimli olanların başına sıkça geliyordur. Yazdığımız metinlerin üstünden birkaç kez geçmiş olsak da, içeriğindeki kimi harf, sözcük ya da tümce hatalarını dikkatli bakmamıza karşın göremiyoruz. Her okuyuşta onları doğru olarak algılıyoruz. Ancak aradan belirli bir zaman geçtikten sonra yeniden ele aldığımızda ya da bir başka göz bu metni okuyup bizi uyardığında, yaptığımız hataların farkına varıyoruz. Bu yüzden yazdıklarımı yayımlamadan bir süre demlemeye bırakmayı, sonra yeniden okumayı yeğliyorum. Hiç değilse yapabileceğim olası hataları da en aza düşürmüş oluyorum.

Bu anlattığım, çalışma alanımdan küçük bir ayrıntı sayılır; ama söylemek istediğim bir öbür boyu her konuda bakmak ve görmek arasında göstermiş olduğumuz yaklaşımdır. Ayrıca bu kavramlara yüklemiş olduğumuz anlamlar, her birimiz için farklılıklar gösterebiliyor. Asıl önemli olan, herkesin baktığı yerde bizim ne gördüğümüzdür. Buna ister ilgi, ister farkındalık, isterse odaklanma diyelim, görme edimi içine yalnızca gözlerimiz değil, tüm duyu organlarımız da devreye giriyor. Aynı anda bir resme bakan onlarca kişinin, farklı noktaları görmesi, farklı duyguları hissetmesi gibi… Ayrıca bakanlar yalnızca anlatmaya eğilimliyken, görenlerin sorgulayan ve yorumlayan insanlar olmaları, onları daha önemli konuma getirmektedir.

Kimya öğretmeni bir deney sırasında öğrencilerine ders vermek amacıyla , “hiç gözlem yapmıyorsunuz, ezbere hareket ediyorsunuz. Yaptıklarınızın farkına varın ve ona göre hareket edin” dedikten sonra masanın üzerinde duran kötü kokulu bir sıvının içine parmağını daldırmış ve ağzına götürmüş. Öğrencilerinden de aynı şeyi yapmalarını istemiş. Öğrenciler, isteksiz bir şekilde, ama öğretmenlerine karşı gelmemek için söyleneni yapmışlar. Yapar yapmaz da hepsinin yüzlerinde acı dolu bir ifade belirmiş. Bunun üzerine öğretmen öğrencilerini yeniden uyarmış: “Bir daha söylüyorum: Gözlem yapmıyorsunuz. eğer dikkatli bakmış olsaydınız ağzıma götürdüğüm parmağın sıvıya batırdığım parmak olmadığını fark ederdiniz....” 

Sanatçı ve bilim adamlarını diğerlerinden farklı kılan, onların bakan değil, gören insan olmalarıdır! Yalnız gözleriyle değil, beyinleri ve yürekleriyle de yaratıcılıklarını tetiklemektedirler. Bakanlar bilinç dışı hareket edebilirken, görenlerin bilinci açık, doğrudan yaşamın içindedirler.

Hele kişi, sevdaya bir düşmesin!..

Mevlâna’ya bakmakla görmenin, âşık olmakla sevmenin arasındaki farkı sormuşlar. Ünlü düşünür şöyle yanıtlamış: “Senin baktığına herkes bakıyor, ama senin görebildiğini herkes görebiliyor mu? Herkes âşık olabiliyor, ama herkes senin gibi sevebiliyor mu? Aralarındaki biricik fark sensin! Seni başkalarından çok özel kılan, görebildiğini ve sevebildiğini bilmektir.”

Her şeyin odak noktasında biz yer alıyoruz:

Bakıyoruz…

Görememek, görmezliğe gelmek ya da görmek yalnızca bizim elimizde!