Başrolde İstanbul var

‘İSTANBUL KIRMIZISI’ ile Ferzan Özpetek 20 yıl aradan sonra doğduğu şehre dönüyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
15 Mart 2017 Çarşamba

“İSTANBUL KIRMIZISI”

Yön. ve Sen.: Ferzan Özpetek

Gör: Gian Filippo Conticelli

Oyn: Halit Ergenç-Tuba Büyüküstün, Nejat İşler, Mehmet Günsur, Çiğdem Selışık Onat, Serra Yılmaz, Zerrin Tekindor, Ayten Gökçen, Reha Özcan, cemre Ebuzziya

 

Kariyerinde bir duraklama dönemi yaşayan Ferzan Özpetek, aynı isimli romanın sinematografik adaptasyonunda hayranlarını ikiye böldü.

Konusuna zayıf, diyaloglarına teatral ve yapay diyenler filmi inandırıcı bulmadılar. “Bugüne dek hiç bir film İstanbul’u bu derece güzel göstermedi” diyenler, sanat yönetimini, mekan seçimini, görselliğini beğenenler filmi başarılı buldu.

Eşcinsel aşk öykülerine odaklanmasıyla, Özpetek’e “hep ayrı filmi yapıyor” diyenler oldu. Ancak filmde (kısacık rollerde de olsa) Zerrin Tekindor, Ayten Gökçen gibi dev tiyatro oyuncuları izlemek çok keyifli.

 

20 yıllık sinema kariyerinin samimi ve sıcak filmleri ile İtalyan sinemasının önemli isimleri arasında gösterilen Ferzan Özpetek, aynı isimli romanından alınan ‘İstanbul Kırmızısı’ ile izleyiciyi ikiye böldü.

‘Şahane Misafir’ (2012) ve ‘Kemerlerinizi Bağlayın’ (2014) adlı son iki filmiyle bir duraklama dönemi yaşayan sanatçının, ‘İstanbul Kırmızısı’ ile inişe geçtiğini iddia edenler oldu.

“Bugüne dek hiç bir film İstanbul’u bu derece güzel göstermedi” diyerek, benim de aralarında bulunduğum sinemaseverler filmi beğendi.

Kendisini sinema dünyasına tanıtan ilk iki filmi, ‘Hamam’ (1997) ve ‘Harem Suare’den (1999) sonraki filmlerini İtalya’da çeviren Özpetek, ‘İstanbul Kırmızısı’ ile doğduğu şehre dönüş yapıyor.

Beğeni kazanan aynı adlı romanının sinematografik versiyonunda, sanatçı radikal bir değişiklik yaptı. Romandaki gizemli eşcinsel ilişkiye ek olarak filmde, uzun yıllardır Londra’da yaşayan bir editör baş karakter seçildi.

Editör Orhan (Halit Ergenç) eski arkadaşı Deniz’in (Nejat İşler) yazdığı kitap üzerinde çalışmak üzere İstanbul’a gelir. Özpetek, her nedense romanın baş kahramanı Deniz’i ikinci plana atarak, filmin hemen her sahnesinde gözüken Orhan’ı baş köşeye oturtur.

Belki de bunu aşık olduğu İstanbul şehrine asıl başrolü vermek için yapar. Yaşadığı düş kırıklığı üzerine Londra’ya taşınan ve uzun yıllar ülkesine dönmeyen Orhan, sevdiği şehirde özlem giderecek, bu sayede Özpetek, bir İtalyan gözüyle doğduğu şehre bakacaktır.

Bu formül inandırıcılık sorunu yaşayan öykünün dokusunu bozarken, filme müthiş bir görsellik katıyor.

Orhan’ın annesiyle (Çiğdem Selışık Onat) yaşadığı Boğaz’ın en güzel yalılarından birinde, Kuledibinde, Büyükada’da ve İstanbul’un sayısız güzel köşesinde çekilen nefis kadrajları ile görüntü yönetmeni Gian Filippo Corticelli, İstanbul’u başrole otururken harikalar yaratıyor.

‘İstanbul Kırmızısı’na üç yıldız vermemi eleştirenlere şunu anlatmaya çalıştım: Filmin sanat yönetimi birinci sınıf, mekan seçimi, görselliği ve müzik partisyonu başarılı.

ÇÖKÜŞTEKİ BİR BURJUVA AİLE

Ancak kitaptaki İtalyan karakterlerin çıkarılmasıyla, yeni olaylar ve karakterlerin eklenmesi iyi netice vermemiş. Kitapta olmayan Orhan karakterinin eklenmesi olayını Özpetek iyi çözememiş. Orhan Deniz’in önüne geçiyor.

Evde çalışan Kürt kız üzerinden Kürt sorunu, Cumartesi anneleri ve asker uğurlama törenleri ile çizmek istenen politik panorama filmde iğreti duruyor.

Özpetek’in film için yazdığı diyaloglar fazla kitabi ve teatral. Esasen zayıf bir hikayesi olan film, burjuva sınıfın ağzından çıkan soğuk diyaloglarla derine inemiyor.

Özpetek başyapıtı ‘Karşı Pencere’ (2003) ile, ‘Mükemmel Bir Gün’ (2008) ve ‘Cahil Periler’ (2001) gibi filmleriyle, duygu yüklü, samimi yapıtları hayranlığımızı kazandı.

Eşcinsel aşk öykülerine odaklanmasıyla, hep aynı filmi yapar gibi, bizleri geniş aile sofralarındaki samimi ve mutlu birliktelik sahnelerine ortak etti.

‘İstanbul Kırmızı’nda ise huzursuz, çöküşteki bir burjuva aile var. Araları açık iki erkek kardeş, Deniz’in çocukluk arkadaşı Neval (Tuba Büyüküstün), sonraları devreye giren gizemli ve yakışıklı bir erkek (Mehmet Günsur), aşka kapılarını kapamış Orhan’ın, Neval’in büyüsüne kapılarak aşkı bulmaya başlaması, Deniz’in gizemli bir şekilde ortadan kaybolması.

Filmin müthiş bir oyuncu kadrosu var. Her ne kadar Halit Ergenç ile Tuba Büyüküstün televizyon dizilerindeki alışkanlıklarını sürdürseler de, yan rollerde harika oyunculuklarına rastlıyoruz. Anne rolünde Çiğdem Selışık Onat, Betül’de Ayten Gökçer, yaşlı annede Şerif Sezer, Yusuf’ta Mehmet Günsur çok başarılı.

Orhan’ın kız kardeşi Aylin rolündeki kısacık performansıyla Zerrin Tekindor adeta bir oyunculuk dersi veriyor. Özpetek’in fetiş oyuncusu Serra Yılmaz ile gizemli Deniz rolündeki Nejat İşler, her zamanki gibi çok iyiler.

 

***

WESTERN TADINDA FÜTÜRİSTİK FİLM

Marvel’in ‘X-Men’ serisinin önemli ayağı Wolverine serisi ‘Logan’ adlı Üçüncü Filmiyle son buluyor. Aksiyon filmlerinin prestijli ismi (senaryo yazılımına da katkıda bulunan) James Mangold’un yönettiği ‘Logan’ şüphesiz ki, içerik, sinematografik açısından, serisinin en iyisi.

George Miller’ın kült filmi ‘Mad Max’ başyapıtını akla getiren yapısıyla, ‘Logan’ başarılı bir yol Westernn’i. Limuzin şoförlüğü yaparak hayatını kazanan Logan’ın, babası olarak gördüğü Profesör Chanles Xavian ve insanüstü yetenekleri olan bir kız çocuğu eşliğindeki kaçış serüvenini, James Mangold müthiş bir aksiyon filmi atmosferi içinde anlatıyor.

Türk filmlerinin değişmez temasını “İyilerle kötülerin savaşını” merkezine alan ‘Logan’ baştan sona ilgiyi ayakta tutan mizanseniyle, yoğun duygusallığı ile, aksiyonla komediyi harmanlayan senaryosuyla ve başarılı oyuncu kadrosuyla izlenmeyi hak eden bir film.

Çizgi roman uyarlaması Wolverine serisinin ilki ‘X-Men Origines’te Logan’ın sevgilisi öğretmen Kayla öldürülüyordu. Devam filminde karısıyla kızı öldürülüyordu. Serinin son ayağında, iyileşme gücünü kaybetmiş, yılgın Logan’ı limuzin şoförlüğü yaparken görüyoruz.

Koruması altındaki hasta Profesör Charles Meksika sınırındaki bir tankta, albino mutant Caliban ile birlikte saklanıyor. Kendisinden yardım isteyen Meksikalı bir kadın Laura adlı bir kızı koruması altına alan almasını talep eder. Bu eski tehlikeli günlerine dönmesinin başlangıcı olacaktır.

Film profesör ile Logan üzerinden sağlam bir baba-oğul ilişkisi anlatırken, kurtarılması gereken ve kızı olduğu söylenen Laura ve Logan üzerinden sağlam bir baba-kız öyküsü anlatıyor.

2029 yılında geçtiği söylenen bu fütüristtik filmde, günümüzle kıyaslandığında tek farklılık, otoyollarda kendilerine ayrılan bir şeritte yol alan şoförsüz kamyonlar. Kötüler tarafından kovalanan iyilerin amansız mücadelesinde, (hepsi de şoförlü) çeşitli araçlar var.

Laura’yı himayesine alan Logan ile Profesör’ü ele geçirmek için tüm imkânların seferber eden kötü adamların ölümcül kovalama sahnelerinde, yönetmen Mangold, klasik western türüne saygı duruşunda bulunan başarılı mizanseniyle tam puan alıyor.  

Takipten kurtulmak için bir otel odasına sığınan Logan-Profesör-Laura üçlüsü, başrolünü Alan Ladd’un oynadığı, George Stevens’in kült westerni ‘Vadiler Aslanı/Shane’i (1953) izliyorlar.

Laura’nın peşinde olan ekibin başı, Richard E. Grant’ın oynadığı, kötü niyetli bilimadamı Dr. Zander, ‘Ari Irk’ yaratma panorayasının mucidi Nazi doktor Mengele’yi akla getiriyor.

Bu türün en başarılı örneği, Gregory Peck-Laurence Olivier-James Mason’un unutulmaz bir üslup oluşturduğu, Franklin J. Schaffer’in 1978 tarihli başyapıtı ‘Vahşetin Çocukları / The Boys From Brazil’ filmiydi.

Yaşlılık, yaklaşan ölüm, hesaplaşma, kötü niyetliler kaybetmeye mahkumdur temalarının hakkını veren film, modası geçen western türüne selam çakarken Hugh Jackman ile Patrick Stewart’ın seriye vedası anlamına geliyor. Hızlı bir yaşlanma süreci içinde olduğunu gördüğümüz Jackman, bu şık kapanış filminin lokomotifi oluyor. Çocuk oyuncu Dafne Keen fiziksel performansı ve oyun gücüyle şaşırtıyor.

Türler arasında dolaşmayı seven bir yönetmen olarak, ‘Sınırları Aşmak’, 3.10 Yuma Treni, ‘Heavy’ ve ‘Cope Land’ ile başarılı işlere imza atmış James Mangold aksiyon türündeki ustalığını ‘Logan’ ile kanıtlıyor.

Scott Frank ve Michael Green ile müştereken yazdıkları senaryo, karakter tahlillerinde insani durumlara öncelik vermesi ile övgüyü hak ediyor.