İki müthiş kadın oyunu

Kozalar ve Sen İstanbul´dan Daha Güzelsin

Erdoğan MİTRANİ Sanat
21 Aralık 2016 Çarşamba

Avignon’dan sonra Zorlu PSM’de ‘Kozalar’

Peki ama yaşamdan kaçılarak sürdürülen şeyin yaşamak olduğuna emin miyiz?!”

Demet Evgar’ın kurmuş olduğu, 2012’den bu yana başarılı prodüksiyonlara imza atmış olan Pangar Tiyatro Topluluğu geçen yaz, dünyanın en önemli sahne sanatları festivallerinden Avignon Off ‘un konuğu olarak, 7 – 30 Temmuz tarihleri arasında Adalet Ağaoğlu’nun ‘Kozalar’ını Entrepôt Tiyatrosu’nda sahneledi.

Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönettiği, Demet Evgar, Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu’nun oynadığı Kozalar, sezon başından beri Zorlu PSM’de. Kostümleri üstlenen Tomris Kuzu’yu, makyajları tasarlayan ve uygulayan Cansu Sakız’ı, koreograf Candaş Baş’ı katarsak, dört erkeğin destek gücünü (Tuluğ Tırpan’ın müzik, Murat İpek’le Yiğit Evgar’ın dekor, Cem Yılmazer’in ışık ve Okan Yalabık’ın ses tasarımları) unutmadan, karşımızda kadın elinden çıkma bir kadın oyunu var.

Adalet Ağaoğlu’nun 1973’de yazdığı Kozalar, 1970’li yıllarda kendi dünyalarında yaşayan, aylak, sorumsuz, gösterişe düşkün üç orta sınıf kadının, bastırılmış istekleri, para ve mal tutkuları ile, toplumun üzerine çöken anarşi ve baskıdan soyutlanarak bencilce sürdürdükleri amaçsız yaşamlarını anlatır. Sahip olduklarını ellerinden kaçırmamak için çırpınan bu kadınlar, kendilerini adeta bir koza içine hapsetmektedirler.

Yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu, Kozalar’ı şöyle yorumluyor: “Dış dünyada kopan kıyametten kendini soyutlamaya çalışan üç oyun kahramanı kadın, hayattan kaçarken aslında kendilerini tutsaklaştırmaktadırlar. Oyun, gerçek diyaloglarla başlayıp süratle gerçek dışı grotesk bir yapıya doğru yönelir, kendilerini soyutlayabilmek için çevrelerine ördükleri kozaların oyun kahramanlarını dışında durmayı seçtikleri dünyadan koruyamayacağı gerçeği ile sona erer. Oyunun sahnelenişinde de bu grotesk yapıya uygun bir dekor, kostüm, ışık, makyaj, beden dili hâkimdir. Kurulan dünyanın, her ögenin, evrensel simgelerle konuşması sonucu dil engeli aşılarak seyirciye ulaşılmaktadır. Kadınların oyunun her aşamasında daha da groteskleşerek adeta bir hayvana dönüşüp kendi korkularıyla yarattıklarından oluşan bir kozaya kendilerini hapsetmeleriyle finale ulaşılacaktır.”

Dünyanın dört bir yanını sarmış iç savaşlar ve terörden neredeyse yarım yüzyıl önce yazılmış Kozalar ne yazıktır ki çarpıcı şekilde güncel kalmış. Üç kadının “toplumun dayattığı değer yargıları, bastırılmış arzular, korkular, yabancılaşma, sahip olduklarına sığınarak korunabileceğini zannetmek, erkek egemen dünyada evinde yarattığı küçük mutluluklara sığınarak var olma çabası, cinsel kimliğini dahi sahip olduğu düzen üstünden çözümleme gayreti” yazıldığı günkü kadar taptaze kalmış.

Ancak, Fransızca üst yazılı olarak Türkçe oynanan bir oyunun dünyanın en büyük tiyatro festivallerinden birine kabul edilmesinin, bir Fransız eleştirmen tarafından “Avignon’daki en iyi üç oyundan biri” olarak görülmesinin asıl sebebinin, günümüz dünyasının her yerinde geçerli evrensel boyutundan çok olağanüstü sahnelenmesinde olduğu kanısındayım.

Şamlıoğlu, Kozalar’ı müthiş bir görsel-işitsel gösteri olarak sahneliyor. Üç kadının iç dünyasının sığlığını, boşluğunu ve yapaylığını, grotesk makyajlar ve kurma bebek, otomat koreografileriyle başarıyla dış dünyaya yansıtıyor. Finalde, dış dünyadaki korkutucu savaş giderek şiddetini arttırarak duyulurken, kadınların içlerine kapanarak kendilerini birer kozaya hapsettikleri sahne müthiş etkileyici.

Tabii ki yönetmenin en büyük kozu sahnedeki efsane üçlü. Demet Evgar, Binnur Kaya, Esra Dermancıoğlu, oyunculukları, ağır makyajın altında hissettirdikleri mimikleri, benzersiz koreografik beden dilleriyle harikalar yaratıyorlar. Öyle ki, oyunun sağlam metni bile ikinci plana geçiyor; izleyici büyük bir hayranlıkla kendini bu muhteşem üçlünün ellerine bırakıyor. Tiyatronun büyüsü de bu zaten. Bir kez daha izleme fırsatım olursa, diyalogları bile bırakıp kendimi bu üç kadının ışıltısına kaptırmak isterim…

Sezonun en zor yer bulunan oyunlarından biri. Her salı Zorlu PSM Studio’da. Sakın kaçırmayın.

Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yeni oyunu  ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’

                   

“Her yerin deniz olup da bu kadar az yosun kokusu olan başka bir şehir var mı acaba? Bu kadar köprü olup da kimsenin birbirine ulaşamadığı başka bir şehir. Bu kadar çok insanın olup da her yerin bomboş olduğu.”

Kuşağının iyi oyuncularından Murat Mahmutyazıcıoğlu’yu ilk kez ‘Korku Tüneli’nin Presley’i olarak tanıdık. Peşinden sarhoş din adamından drag queen’e çok sayıda karakteri canlandırdı. Geniş yelpazedeki bu yorumların ortak yönü, her zaman derinlemesine etüt edilmiş oluşları, inandırıcılıkları ve gerçekçilikleriydi.

‘Limonata’ ile el attığı yönetmenlikte de başarılı olan Murat, 2014 başlarında yazıp yönettiği ve oynadığı ‘Şekersiz’le karşımıza çok da iyi bir oyun yazarı olarak çıktı. Bir tür araf olarak algılanabilecek mekânda, iki paralel zaman diliminde geçen Şekersiz, aslında Murat’ın yazmış olduğu ikinci oyundu. Prömiyerini aynı yılın Tiyatro Festivalinde yapan ilk yazarlık çalışması ‘Fü’ birbirinden çok farklı iki kuşağın, anılarını paylaşmaya başlayarak, ortak anılar biriktirerek birbirine destek olmaya çalışmasının öyküsüydü. , olağanüstü kadrosunun desteğiyle birkaç sezon sahnelenirken, 2015 yazının başında, Sami Berat Marçalı’nın ‘Savaş ve Barış Oyunları’, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun üçüncü oyunu ‘Aynur Hanımın Bebeği’yle başlıyordu.

İlk üç oyununda, kendini bulamamış, eve, eşine veya şiddete hapsolmuş kadınları ön plana alan Murat Mahmutyazıcıoğlu, tematik olarak diğer üçüyle devamlılık gösteren yeni oyunu ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’de kadınlık hallerini kadınlarla anlatıyor.

İstanbul deseni çizilmiş bir kumaş pano, önünde üç boş iskemle; fonda Dario Moreno ‘İstanbul’un Kızları’nı söylüyor. Bir parantez açalım. Murat, on parmağında on marifet bir sanatçı. Çizmeye ikincikat oyunlarının afişleriyle başlamış; afişler, desenler, Müstehak’da defter hâli derken sağlam bir çizer oluvermiş. Dekorsuz oyunun tek dekoru olan pano, İstanbul’da yitirdiklerimizle henüz yok edemediklerimizi, kente yakışır bir karmaşa içinde sunuyor. Oyun başlayınca gözünüzü kızlardan ayıramayacağınız için, şarkıyı dinlerken etraflıca inceleyin derim.

Oyun, üç genç kadın gelip iskemlelere oturduklarında başlar. İstanbul’da yaşayan sıradan bir ailenin üç kuşağından üç kadın, yaşamlarının 50 yılının hikâyesini iç sesleriyle, çoklukla söyleyemediklerinden oluşan uzun birer monolog hâlinde seyircilere anlatmaya koyulurlar.

Üç oyuncu, rengi tenlerine yakın giysilerinin üç farklı dönemi çağrıştırmasından çok, sesleri, makyajsız yüzleri, mimikleri ve beden dilleriyle aynı aileden üç kadını, anneyi, anneanneyi ve kızı var edeceklerdir.

Mahmutyazıcıoğlu’nun henüz otuzuna girmeden yazdığı ilk oyundaki olgunluk, yaşanmışlık duygusu ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’de dorukta. Sanki yazar, kadınlığın susmayı yeğlediklerini araştırmak için kadının bilinç katmanlarının en derinine inmiş ve orada kadın ruhunun özünü keşfetmiş. Duygu ve davranışlarıyla karakterler çok canlı, gerçekçi, çok “doğru”.  Söylenen her sözcük inandırıcı, çünkü gerçek.

Tamam, müthiş sağlam gözlemler, çok da güzel bir metin amma; hikâye anlatıcısı üç karakteri

80 dakika boyunca hiç kalkmayacakları üç iskemleye oturtup konuşturarak tiyatro yapılmaz derseniz çok, ama çok yanılırsınız. Bir söyleşisinde yazmak için değil, eninde sonunda sahnede görmek hayaliyle ürettiğini söylemiş olan Murat, iç sesleri birbirinin içine geçirerek monologları diyaloglara, bazen de üçlü tartışmalara dönüştürmüş, müthiş hareketli, devinimli bir metin oluşturmuş.

Oyunculuktan gelen bütün yönetmenler gibi, akıcı metnini izleyiciye aktaran ekibinden (Başak Kıvılcım Ertanoğlu - anne, Ayfer Dönmez – anneanne, Melis Öz - kız) dört dörtlük bir toplu performans elde ediyor. Şekersiz’den Başak ve Kasap’tan Melis, iyi oyuncu olarak tanıdığımız, beğendiğimiz isimler. İlk kez sahnede izlediğimiz, anneannenin her yaşını başarıyla canlandıran Ayfer Dönmez, gecenin en güzel sürpriziydi.  

Üst düzey, derinlikli ve incelikli bir metin, iyi sahnelenmiş dört dörtlük tiyatro, üç genç oyuncudan muhteşem bir oyun. Daha ne istesin seyirci.

Yılın en iyi oyunlarından biri. Mutlaka izleyin. Bu yılın son oyunları 24 Aralık ikincikat Karaköy’de, 27 Aralık Kadıköy Theatron’da. 2017’nin ilk oyunları 8, 21 ve 28 Ocak Kadıköy Theatron’da, 12 Ocak ikincikat Karaköy’de.

 

**************