Dikenli tellerin ardındaki yaşamlar: kendi öz çocuğu

Sara YANAROCAK Kavram
30 Kasım 2016 Çarşamba

Avrupa’nın üzerinde, Nazilerin kara bulutları yoğunlaştığı zaman, pogromlardan, fakirlikten ve yok oluşlardan yorgun düşmüş olan Yahudiler, çocuklarını Amerika Birleşik Devletleri’ne göndererek, onları bekleyen karanlık istikbalden korumaya çalışıyorlardı. O ülke, çocuklarına aydınlık bir gelecek hazırlayacaktı.

1900’lü yılların ilk başlarından itibaren, aileler dişlerinden tırnaklarından arttırdıkları rubleleri çocuklarının yaşamını kurtaracak olan zor ve çetin yolculuk biletini alabilmek için harcıyorlardı. Aslında bu yolculuklar, berbat koşullarda ve bilinmeyen bir akıbeti de yanında taşımasının yanı sıra, yine de çocuklarını kurtarabilmek için şanslarını deniyorlardı. Bütün kötü olasılıklara rağmen, aileler, teker teker bütün çocuklarını bu yolla ABD’ye göndermeye çalışıyorlardı. Çocukları sonunda o cennet ülkeye ulaşacaklar ve insanca yaşayacaklardı. Bu çocukların tümü bir gün aileleri ile bu yeni ülkede buluşma umutlarını yitirmiyorlardı. Geçici bir zaman için onları karşılayan ve koruyan yakın akrabaları ile birlikte yaşıyorlardı. Bu ayrılıklar bazen aylarca, hatta yıllarca sürüyordu. Bazen da özlemi çekilen kavuşmalar asla gerçekleşemiyordu.

Anya Gold, ailesi içinde ABD’ye gönderilmek için seçilen tek çocuktu. Anya sekiz kardeşin en büyüğüydü. 1930 yılında, anne ve babası ona ayrılık vaktinin geldiğini söylediler. Onlar ancak tek bir bilet almaya yetecek kadar para biriktirebilmişlerdi. Böylece Anya bu yolculuğa tek başına çıkacaktı. Kıza kısa bir süre sonra yanına geleceklerini ve kavuşacaklarını söylediler.

Anya, Baltimore şehrine vardığı zaman, teyzesinin şefkatli kanatları altında yaşamaya başladı. Anya sürekli olarak ailesine kavuşacağı günlerin hayalini kuruyordu. Ama onlar asla yanına gelemediler. Aslında aile bunun için sürekli olarak para biriktiriyordu ama başlarına yeni bir bela gelmişti. Yahudiler, Avrupa’da Hitler’in acımasız ağına takılmışlardı. Bu yıllar zarfında, Anya, devamlı Polonya’daki ailesi ile mektuplaşıyor, onlar hakkında haberler alıyordu Kardeşlerinin bar mitsvaları, düğünleri ve dünyaya gelen torunların haberleri ile avunuyordu. Bu mektupları heyecan ve hevesle okuyor, özlemini dindirmeye çalışıyordu. Nedir ki bir gün mektupların ardı arkası kesildi.

Felaket haberi Anya’ya ulaşıyor

Anya içi titreyerek her an gelebilecek olan felaket haberini bekliyordu. Ama savaş bitmeden yine de ne olduğu tam olarak bilinemezdi. 1940’ların sonlarına doğru, Baltimore şehrine az da olsa, Polonya’dan kaçabilen insanlar ulaşmaya başladı. Anya bu insanlardan korkunç gerçekleri öğrendi. Kendi ailesi tamamen yok edilmişti. Hepsi de ölüm kamplarında katledilmişlerdi. O dönemde olanları anlatmaya kelimeler yeterli değildi. Fakat savaştan kurtulanlar bile hayatlarını yeniden kurma gayretindeydiler. Ailesinin hatırası aklında ve ruhunda ateş gibi yanıyordu. Anya sonunda ailesinden ona miras olarak kalan anıları, kendi evinde yaşatmak üzere evlenmeye karar verdi. Doğuracağı çocuklarına, ölen kardeşlerinin adlarını vereceğine dair antlarda bulundu.

Anya, Sol adında harika genç bir adamla evlendi. Evlerindeki yaşantıları aşk ve huzur doluydu. O ve eşi ruh ikizi gibiydi. Birbirlerine büyük bir sevgiyle bağlanmışlardı. Kendi kanlarından ve canlarından olacak olan bir yavrularının olmasını çok istiyorlardı. Evliliklerin tek eksiği bir çocuktu ama bu bir türlü gerçekleşmiyordu.

Birçok ünlü doktora başvurmalarına rağmen, hamilelik olamıyordu. Umutsuzca geçen birkaç yıldan sonra, Anya ve Sol sonunda gerçekle yüzleşmeye karar verdiler. Anya bir gün isteksiz bir biçimde, “Bir çocuk evlat edinmemizi ister misin?” diye sordu. Anya aslında bunu uzun zamandır düşünüyordu ama içten içe isyan ediyordu. Esasında başkasının çocuğunu büyütmek içinden gelmiyordu. O kendi öz bebeğini kucağına almak istiyordu. Evlat edineceği çocuğa aynı duyguları hissedememekten korkuyordu. Ama başka bir çaresinin kalmadığının da farkındaydı. Doktorların onlara verdiği kara haber bütün umutlarını ve rüyalarını bitirmişti. Kocası ısrarla, “Evet, bir çocuk evlat edinmeliyiz” diye cevap verdi.

Çift, New York şehrindeki Yahudi Ajansı’na, (Jewish Agency) başvurdular. Ajans onlara evlilik dışı bir bebek, dünyaya getiren çok genç bir kızdan bahsettiler. Ailesi, bebeği evlat olarak vermek istiyorlardı. Müthiş bir heyecanla New York’a varıp, ajansa gittiklerinde kötü bir sürprizle karşılaştılar. Aile son anda bebeği vermekten vazgeçmiş, anneanne bebeği kendi büyütmeye karar vermişti. Ajans yetkilisi bu haberi çifte verdiğinde ikisinin de üzüntüden omuzları çöktü. Demek ki bunca yolu boşa yapmışlardı. Ajans yetkilisi, “Elimizde çok tatlı bir kız çocuğu var, adı Miriam ve sekiz yaşında” deyince, Anya ve Sol onu yetimhaneye görmeye gittiler. Miriam gerçekten çok şirin ve cana yakın bir kızdı. Nedir ki Anya bir bebek için inat ediyordu. Ajans yetkilisi, “Miriam ailesini çok küçükken kaybetti ve sıcak bir yuvanın özlemini çekiyor” dedi. Anya, “Üzgünüm ama olamaz. Ben, bizi kendi gerçek ailesi zannederek büyüyecek olan, bir bebek almak istiyorum” dedi. Evlerine dönen çift, bir yılı daha bu biçimde geçirdiler. Anya başka şehirlerdeki ajanslarla da irtibat kurdu ama sonuç alamadı. İstediği küçük bebek hiçbir yerde yoktu. Anya artık kabına sığamıyordu. İçi ve kolları bomboştu. Yüreği kanıyordu. Bir sabah aniden eşine, “Dinle, belki Miriam’ı hâlâ yanımıza alma şansımız vardır? Ne dersin?” diye sordu. “Çok şeker bir kızdı, özel bir şey onu bana doğru çekiyor. Hep onu düşünüyorum” dedi. Sol, karısına bakarak düşünceli bir şekilde, “Koskoca bir yıl geçti. Acaba çocuk hâlâ orada mıdır?” dedi. İkisi heyecanla ajansa telefon ettiler. Telefondaki kadın hüzünlü bir sesle, “9 yaşında bir kızı kimse almak istemiyor. Çocuk hâlâ burada ama bir pürüz var. Miriam’ın erkek kardeşi Avrupa’da bulundu ve iki kardeş yetimhanemizde bir araya geldiler. Kardeşleri kesinlikle ayıramayız. Onlara birlikte evlat verileceklerine dair söz verdik. İkisini birden almaya hazır mısınız?” diye sordu. 

Miriam ve Moyşe evlat ediniliyorlar

 

Çift derhal New York’a hareket etti. Hemen iki kardeşle bir araya geldiler. Anya, Miriam’ın sevimli hallerine âşık olmuştu. 6 yaşındaki erkek kardeşi Moyşe de çok şirin bir oğlandı. Anya ve Sol bakıştılar ve hiçbir şey konuşmadan, karar verdiler. Gözleriyle birbirlerine “Hadi bu işi yapalım” diyorlardı.

Baltimore’a döndüklerinde, Anya çocukları yeni yuvalarından içeriye buyur etti. Eve girince çocuklar hayranlıkla etraflarına göz atmaya başladılar. Küçük Moyşe sessiz ve çekingendi. Geride duruyordu. Ama Miriam cesur ve meraklıydı. Heyecanla salonun içinde dolanıyor, bibloları ve diğer dekoratif objeleri hayranlıkla inceliyordu. Büfeye, sehpalara ve şöminenin rafının üzerindeki şeylere bakıyordu. Birdenbire gözü piyanonun üzerinde duran bir fotoğrafa takıldı. Yüzü bembeyaz oldu ve resmi işaret ederek, gergin ve zoraki duyulan bir sesle, “Benim anneannemin (bubbe) resmi, sizin piyanonuzun üstünde ne arıyor?” dedi. Anya ölmüş olan annesinin resmine baktı. Bu çocuk, cennetteki annesi hakkında neler söylüyordu böyle?

Miriam, yıpranmış valizine doğru koşarak, eski bir torbadan, sararmış bir fotoğraf çıkardı. Anya’ya dönerek, “Bak, aynı resim bende de var. O benim anneannem!” dedi. Anya neredeyse fısıldayarak, “O benim annem!” dedi. Miriam, “Annemin resmini görmek ister misin?” diye sordu. Torbayı karıştırdı, bir resim daha çıkardı.

“Bak bu benim annem” dedi.  Anya resimdeki genç kadını çok iyi tanıyordu. Dizleri büküldü ve yere çöktü, “Sara!” diye çığlık attı. Çocuk şaşkınlıkla,

“Annemin adını nereden biliyorsun?” diye hayretle sordu.

Anya hiç bilmeden kendi öz kardeşi Sara’nın çocuklarını evlat edinmişti. Onlar kendi kanından, kendi canındandı. Onlar kendi öz çocuklarıydı…

Not: Bu öykü, ”Yahudi Yüreğinden Küçük Mucizeler” kitabının yazarları Yitta Halberstam ve Judith Levetal tarafından anlatılmıştır. Öyküdeki kahramanların gerçek isimleri, aile mahremiyetini korumak için değiştirilmiştir.