Göçebe bir tiyatro: ‘b planı’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
23 Kasım 2016 Çarşamba

Genç İstanbul Tiyatrosunun en başarılı topluluklarından birinin yaşamasında ve gelişmesinde yazar, yönetmen ve sorumlu yönetici olarak büyük etkisi olan, ikincikat kurucu ortaklarından, Sami Berat Marçalı, yeni sezonun başlamasına kısa bir süre kalmışken ikincikat’tan ayrılarak yoluna tek başına devam etmeye karar vermişti.

Sami, birlikte üretim yaptıklarında, farklı zevklerin, farklı sanat görüşlerinin, farklı yaşam biçimlerinin oluşturduğu zıtlıklardan aldıkları güçle ikincikat’ı yedi yıl süreyle ayakta tuttuklarını, artık çocukluk dönemini bitirdiklerini, artık sanata bakış açılarındaki farklılığın beraber üretim yapmalarını engelleyecek boyuta ulaştığını belirtti. Bu durumda, rahatsızlık duyan kişi olarak, mekânı ve tiyatroyu eski ortaklarına bırakarak ayrılmaya karar vermiş.

Yola yalnız çıkmaya karar vermiş ama bir ‘b planı’na ihtiyacı olan, büyük çoğunluğu ikincikat ekibinden olan başka tiyatrocular bulmuş. Böylece, “üreten herkesin, izi, fikri, güzelliği olan, sevgi, hoşgörü ve tutkunun başrolü oynadığı” yeni bir topluluk oluşmuş. b planı adını alan topluluk, mekâna vereceği enerjiyi sanata ayırabileceği, yerleşik sahnesi olmayan göçebe bir tiyatro olacak.

Sami ayrılırken ortak yapımcısı olduğu ‘Fü’, ‘Vibratör Oyunu’, ‘Kar Küresinde Bir Tavşan’ ve ‘Kasap’ oyunlarının haklarını ikincikat’a bırakmış. Sadece, kendi sahneye koyduğu, geçtiğimiz sezon çok beğenilen, ödüller kazanan, ‘Tribes / Kabileler’ oyununu almış.

Altı aylık aradan sonra Kabileler, bir b planı projesi olarak 19 Kasım’dan itibaren yılsonuna kadar her cumartesi TOY’da sahneleniyor. TOY, yeni bir isimle karşımıza çıksa da,  bildiğimiz bir mekân; Maçka g-mall’da DOT’un eski yerindeki tiyatronun yenilenmiş hâli.

Nina Raine’nin duyma engellilerin sorunlarını aşan, lisanın zorbalığı ve duyamayanın ıstırabı üzerine, kimi zaman trajik, kimi zaman komik, kimi zaman zarif ve eğlenceli, kimi zaman kaba saba, ama her zaman çarpıcı oyununu, Sami’nin bir orkestra şefi gibi yönettiği Haydar KöyelAyşe Lebriz Berkem, İbrahim Halaçoğlu ve Gülce Oral’ın oluşturduğu çılgın ailenin olağanüstü toplu performansını, ilk kez önemli bir karakter canlandırarak kazandığı ödülleri fazlasıyla hak eden Tuğçe Altuğ’u ve tabii ki, Barış Gönenen’in en ufak ayrıntısına kadar gerçek, müthiş nüanslı, kusursuza yakın, kesinlikle unutulmayacak oyunculuğunu henüz görmemiş olanlar ve benim gibi heyecanla bir kez daha izlemek isteyenler için müthiş bir fırsat. Son izlediğimde, ilk sahnelemesinden bile iyi bulduğumu söyleyebilirim.

Sami, Türk tiyatrosu açısından çok önemli bir sanat olayı olan, İngilizce-Türkçe yeni oyunu ‘Home / Yuva’nın 28 Ekim’deki prömiyeri için gittiği New York’tan yeni döndü. Daha önce de söz ettiğim, bu son derece heyecan verici Türk-Amerikan ortak yapımı Elena Heyman’ın yönetiminde New York Laguardia Performing Arts Center’de sahnelenerek büyük beğeni topladı. Önümüzdeki yıl off-Broadway’e geçmesine çalışılıyor.

Home / Yuva, b planı kadrosuyla mayısta İstanbul seyircisiyle buluşacak. Ocak 2017’deyse, halen prova hazırlıkları süren, İsveçli yazar Jonas Hassen Khemiri’nin ilk oyunu ‘İnvasion! / İstila!’yı sahnelenecek. Festivalde ‘Kardeşlerimi Arıyorum’ adlı oyununun okuma tiyatrosunu çok beğendiğim Khemiri’nin Türkiye’de ilk kez b planı tarafından sahnelenmesini merakla bekliyorum.


Tiyatroadam’dan ‘İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?’

 “İnsan neden güç ve mevki sahibi olduğunda erdemlerini unutur?”

Serdar Akar’ın süpervizörlüğünde 2007’de kurulan tiyatroadam, ilk oyunlarından beri çok sayıda ödül kazanmış, 2013-2014 sezonunda ‘Arturu Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’yla yılın bütün önemli ödüllerini toplayarak müthiş bir patlama yapmıştı. Geçen yıl,  Dürenmatt’ın ‘V. Frank’ıyla Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin Yılın Oyunu Ödülünü almıştı.

Ben tiyatroadam’ı, Tanrılar ona daha uzun yıllar sahne tozu yuttursun, Genco Erkal’ın çizgisine yakın bulurum. İnançlarından, tiyatro sevgi ve saygısından, devrimci tiyatro anlayışından hiç ödün vermeksizin, düşündüklerini hangi iktidar döneminde olursa olsun sakınmadan söyleyen sevgili Genco gibi, bu gençler de, seçmiş oldukları, doğru bildikleri yolda on yıldır aynı azimle yürüyorlar. 2016-2017 mevsimine yine çok etkileyici bir şekilde, Nâzım Hikmet’in 1954’de Moskova’da yazdığı ‘İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?’ ile girdiler.

Sanmayın ki Nâzım’ın çilesi Rusya’ya gittikten sonra bitmiş olsun. Bu tek Sovyet temalı oyunu, yayımlandığında büyük ilgi görmüş, ülkede birçok tiyatro repertuarına almak için girişimde bulunmuş, 1957’de, Moskova Satir Tiyatrosu’nda, başrejisör Valentin Pluçek tarafından sahnelenmişti. Sovyetler Birliği yöneticilerinin bürokratlaşarak halktan kopmasını, giderek sınıflaşmasını eleştiren İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? SSCB Komünist Partisi tarafından “Sovyet yöneticilerinin olumsuz yönlerini vurgulamaya çalışan eser” olarak değerlendirilmiş, beşinci gösteriminden sonra yasaklanarak repertuardan çıkarılmış, Nâzım da rejim muhalifi sayılmıştı.

Erdemle otorite arasında sıkışmış bir insanın dönüşümünün her dönem geçerli trajikomik öyküsü, Rusya’nın bir taşra kasabasında geçer. Kasabanın ‘en sorumlu mevki sahibi amiri’ Sergey Konstantinoviç Petrof, ‘insanlara kâğıtlardan daha çok inanan’ dürüst, yardımsever, iyiniyetli bir yöneticidir. Çalışanlarına dostça davranır, formaliteleri beklemeden işlerin yürümesini sağlar, bütün kasaba tarafından sevilir. Peki ya otorite? Petrof’un güçlü otoriteye sahip olmasının tek yolu, önemli bir kişinin insanlar üzerinde otorite kurması, saygı uyandırması gerektiğini söyleyen İvan İvanoviç tarafından, bulunduğu mevkiden başı döndürülmüş, kendini beğenmiş bir yöneticiye dönüştürülmesi midir?

İvan İvanoviç sayesinde çevresindeki gerçek dostları yitiren, insanlara bağırarak tepeden bakmayı öğrenen ne oldum budalası Petrof, ancak büyük şehre gidip oradaki benzerini görünce düşürüldüğü durumu fark edecek, kendine geldiğinde İvan İvanoviç’i bulup cezalandırmaya çalışacaktır. Ama İvan İvanoviç’i kimse tanımaz; kimse görmemiştir…

Kimdir Petrof’u yok etmeye çalışan bu İvan İvanoviç? Sosyalist sistemin yarattığı, insanların zayıf yanlarını kollayarak, gerektiğinde dostça yaklaşarak, gerektiğinde aşağılayarak kendini üstün görme komplekslerini ortaya çıkaran bir Mefisto mudur? Yoksa Petrof’un bilinçaltındaki kötücül kimliği, bastırılmış tutkularıyla hırslarının vücut bulmuş hâli, içindeki şeytanı mıdır?

Dirseğini kırdığından beri Berk Yaygın’ın yerine sahneye de çıkan yönetmen Emrah Eren, oyunu sağlam bir dramaturgiyle, 70 yıl öncesinin klişelerini ayıklayarak, evrensel boyutunu iyice ortaya çıkararak sahneliyor. tiyatroadam’ın alıştığımız baş döndürücü temposunu, Esra Yurttut’un hareket düzeninin desteğiyle bilinçli olarak yavaşlatarak, kimi zaman enstantane fotoğrafmış gibi durdurarak, Sovyet rejiminin bireyi kalıplara sokan, tekdüzeleştiren, çerçeveleyen, robotlaştıran baskısını birebir hissettiriyor. Nâzım’ın ilk dönem şiirlerinden 1923 tarihli ‘Makinalaşmak İstiyorum’un atmosferini hatırlatan sahnelemeyi, dekor kostüm tasarımını üstlenen Barış Dinçel’in metalik çerçeve ve kutulardan oluşan dekoruyla Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı daha da pekiştiriyor.

Yılladır birlikte çalışan ekibin performansı, coşkulu, dinamik ve müthiş uyumlu. Aşkın Şenol, Baransel Gürsoy, Emrah Eren, Deniz Özmen, Fatih Koyunoğlu, Gökhan Azlağ, Pınar Tuncegil her zamanki gibi müthiş başarılı bir topluluk oyunu sergiliyorlar. Ancak öykünün kurgusal yapısı, Fatih Koyunoğlu ile Aşkın Şenol’u doğal olarak öne çıkarıyor. Şenol’un İvan İvanoviç’i ve yaşlı kadını, Koyunoğlu’nun yüzme havuzu söylevi, iki yöneticiyi birlikte canlandırdığı sahne unutulur gibi değil.

Mevsimin olmazsa olmazlarından. Her çarşamba Ortaköy Afife Jale Sahnesinde.

İstanbul’un iki yakasındaki turne programlarına tiyatroadam’ın web sitesinden ulaşılabilir.

Hepinize iyi seyirler dilerim.