Mutlu ve başarılı bir çocuk yetiştirmek için ne yapmalı?

Hemen hemen her ebeveynin aklını kurcalayan bu konuda, Dr. Özgür Bolat’la söyleştik.

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Yaşam
2 Kasım 2016 Çarşamba

Dr. Özgür Bolat, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesinden sonra, Türk Eğitim Vakfı ve Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesinde yüksek lisans yaptı. Doktora derecesini Cambridge Üniversitesi Eğitim Fakültesinden aldı. Doktorasının bir yılını MIT Sloan School of Management’ ta geçirdi ve bu sırada MIT Liderlik Merkezinde araştırmacı olarak çalıştı. Uluslararası bir konferansta ‘En İyi Araştırmacı’ ödülünü aldı…

O, bir eğitim bilimci…

 Eğitim bilimcilik, bir nevi sosyal sorumluluk… Bir şeyleri biliyorken, üstelik toplumun bu bilinenleri bilmeye şiddetle ihtiyacı varken konuşmadan yahut yazmadan duramıyor insan. Ne dersiniz Sayın Bolat, böyle midir eğitim bilimci olmak?

Siz benden daha iyi ifade etmişsiniz. İnsanın bir derdi olunca, yazmak ve anlatmak istiyor. Derdim ne? Birey olmayı öğretemiyoruz.  Çocukları olduğu gibi kabul etmektense, hayalimize göre yetiştiriyoruz. Bu da doğal olarak onları şekillendirmeyi ve kontrol etmeyi gerektiriyor. Kontrol arttıkça da çocuklar birey olamıyor. Mutsuz oluyor. Aileler bu kontrolü neyle yapıyor? Ödül, övgü, rekabet, ceza gibi mekanizmalarla. Ben bunların değişmesi gerektiğini düşüyorum. Aileler çocuklarına koşulsuz sevgi vermeli. Bu durumda zaten kontrol otomatikman ortadan kalkar.

 Doğan Kitap’tan bir kitabınız çıktı, adında içeriği hakkında önemli ipuçları var. Beni Ödülle Cezalandırma. Ne dersiniz çocuk yetiştirirken takdir etme ve övme gibi davranışlara ne kadar yer vermeliyiz? Kitabınızda bu yaklaşımın iç motivasyonuna zarar verdiğinden söz etmişsiniz. Bunu biraz anlatır mısınız? 

Gerçek sevgide koşul var mıdır? Yoktur. Ödülde var mıdır? Vardır. O zaman ödül bir yapay sevgidir. Ödül alan çocuk, yapay sevgi alır. Bu da çocuğa verilen en büyük cezadır. Siz çocuğunuza sınıfını geçersen sana tablet ya da bisiklet alacağım derseniz; bu bir koşul olur. Hâlbuki siz, herhangi bir zamanda da sadece çocuğunuzu sevdiğiniz için ya da ihtiyacı olduğu için hediye olarak alabilirsiniz. Ama sınıfını geçersen, dediğiniz de bu çocuk da “Annem ya da babam bana şart koşuyor, koşul sunuyor. Sınıfımı geçemezsem bunlara sahip olamayacağım” duygusu oluşturur. Aile göz göre göre çocuğun ihtiyacı olan bir şeyden mahrum bırakır. Çocukta değersizlik duygusu oluşur. İkinci olarak, her ödül içinde cezayı da barındırır. Örneğin, yemeğini yersen bilgisayarla oynayabilirsin demek, yemeğini yemezsen bilgisayarla oynayamazsın demektir. İlki ödül, ikincisi ceza cümlesidir. Gördüğünüz gibi ödül koşula bağlı olduğu için ceza mekanizması hep işliyor. Dahası biz sevdiğimiz şeyleri sadece ondan keyif aldığımız için yaparız. Çocuğa bir iş için ödül verirsek, çocuk der ki “Bu iş iyi bir şey olsaydı, ben bunu zaten yapardım. Ödül veriliyorsa, bu iyi bir iş değildir.” O işten soğur. İç motivasyonu ölür. Yani, ödül hem yapay sevgidir, hem cezayı içinde barındırır hem de iç motivasyonu öldürür.

 Anne ve babalarımızın, hiçbir pedagojik altyapısı olmamasına rağmen bu işi çok iyi becerdiklerini görüyoruz. Eskiler bu işi daha mı iyi biliyordu sizce?

Burada iki şey söyleyebilirim. Hem söylediklerinizi destekleyen hem de desteklemeyen. Geçmişte çok iyi becerdiklerini iddia etmek doğru olmaz. Eskiden de sorunlar vardı. Mesela, baba otoriter davranıyordu ve çocuğunla oyun oynamıyordu. Neden? Babada değersizlik duygusu varsa, oyun oynamaz. Çünkü oyun oynanan yerde neşe vardır. Neşe varsa, sevgi vardır. Babada değersizlik duygusu varsa, evde sevgi çıksın istemez. Çünkü sevgiyi hak etmeyen insana sevgi verirseniz, kaygılanır. Yani, geçmişte de sorunlar vardır ama biz onları sorun olarak görmüyorduk. Desteklediğim kısım da şu: Yukarıda söylediğim gibi, geçmişteki ihtiyaçlar farklı olduğu için doğal olarak ebeveynlik doğruydu. Dedelerimiz ve ninelerimiz ihtiyaca göre iyi ebeveynlik yapıyordu.

Dr Özgür Bolat

 

 Kitabı okurken belki de tüm yetişkinlerin düştüğü bir yanlış dikkatimi çekti. Bazı ebeveynlerin çocuk yetiştirirken tutum ve davranışlarının birbiriyle örtüşmediğini görüyoruz. Bunun nasıl bir zararı oluyor çocuğa?

Bu tutumun iki büyük zararı var. Birincisi, çocuğun güvende hissetmesi için ihtiyaç duyduğu en büyük şey, düzendir. Düzenli ve tahmin edilen ortamda çocuk, güvende hisseder. Güvende hisseden çocuk, enerjisini keşfetmeye ve gelişime harcar. Güvende hissetmeyen çocuk enerjisini kendisini korumaya harcar. Tutarsızlık, düzeni bozduğu için, çocukta endişe yaratır ve çocuk ailesi tarafından korunmadığını düşünür ve değersiz hisseder. İkinci zarar daha büyük. Anne veya baba aynı şeye bazen kızıp, bazen kızmıyorsa, çocuk şöyle düşünür: “Annemin şu anda bu davranışa kızmadı ama şimdi kızdı. O zaman sorun benim davranışım değil, benim kendim” der ve çocukta değersizlik duygusu oluşur.

 Ödüle bir çeşit rüşvet diyebilir miyiz sizce? Performansı arttırıcı yönü var mıdır ödülün?

Ödül bir çeşit rüşvet değil. Direkt rüşvettir. Çocuğun yapmak istemediği şeyi, yaptırtma aracıdır. Çocuğa o işi yaptırtmaktansa, çocuk o işi neden yapmıyor diye sormalıyız? Neden yemek yemiyor, neden ödevini yapmıyor gibi. Ödül bazı performansları artırır bazılarını azaltır. Ödül, mekanik işler için verilirse, performans artar. Örneğin, taşıdığınız eşya başına para alırsanız, performans artar. Çünkü taşımak mekaniktir. Ama yaptığımız resim başına para alırsanız performans düşer. Çünkü resim yapmak yaratıcılık ister. Peki, neden böyle? Çünkü mekanik işler sıkıcıdır. Kişi ödül için verdiği emeği artırır ve dolayısıyla performans artar. Yaratıcılık gerektiren işler geniş düşünme ister ama ödül, kişiyi odaklandırır ve odağı daraltır. Dar odak da yaratıcılığı öldürür. Ödül almak için kişi risk almaz. Bu da gelişimi durdurur.

 Biraz da öğretmenlerden söz edelim. Ödül verenler demokrat ceza verenler otoriter mi?

Hayır, her ikisi de otoriter. Ödül ve ceza aynı paranın iki ayrı yüzüdür. İkisi de çocuğu kontrol eder. Ceza çocukta “Bende bir sıkıntı ve sorun var” dedirtir ve değersizlik duygusu yaratarak ilişkileri bozar. Ceza ile büyüyen çocuk annesinin ve babasının rehberliğini istemez çünkü yaptığı yanlışları gizler. Anne baba da çocuğuna rehberlik yapamaz. Ödül de cezanın bir türüdür. Ceza ile çocuğu nasıl kontrol etmek istiyorsanız ödülde de aynı mantık vardır. Örneğin, “Ödevini yaparsan bilgisayarda oyun oynayabilirsin” demek (Ödül),  “Ödevini yapmazsan bilgisayarda oyun oynayamazsın”  (ceza) demektir. Ödülle ve ceza ile iş yapıldığında ödül ortadan kalkınca davranış da ortadan kalkıyor. 

 Çocuğa ceza veya ödül vermek yerine onların özdenetimlerine güvenmek, risk içerir mi?

Hem evet hem hayır. Anne, çocukta sorumluluk ve özdenetim becerisi kazandırmadıysa, kararları çocuğa bırakmak onda endişe yaratır. Çocuk sağlıklı karar veremez. Bu da risk içerir. Dahası çocuk terkedilmiş hisseder. Ama anne küçükten çocuğa özerklik verip, onun kararlarına saygı duyarsa, çocuk en doğru kararı verir. Zaten bu durumda annesiyle ilişkisi iyi olur. Doğru karar veremeyeceğini düşünürse, annesinden yardım talep eder. Ama maalesef çoğu anne, baba ve öğretmen çocuklara güvenmez. Onları kontrol etmek ister. Kontrol arttıkça çocuk daha az karar alır. Az karar aldıkça, anne kontrolü daha da artırır. Anne ve çocuk bir girdaba girer.

 ‘Çocuklar, yasaklarda mantıklı tutarlılıklar istiyor’ diyorsunuz? Bizi çok sayıda anne ve baba okuyacak. Biraz açalım mı bu mantıklı tutarlılık ifadesini?

Bir defa yasaklarda diye bir ifade kullanmam asla. ‘Kurallarda tutarlılık’ demek istediniz sanırım. Mantıklı tutarlılık şu demek: Ailelerin kurallarını inceleyince görüyorum ki kurallar aile için mantıklı ama çocuk için değil. Örneğin, anne ve babaya kola içmek serbest ama çocuğa yasak. Bu mantıksızdır. Kurallar birkaç istisna hariç herkes için geçerli olmalıdır.

 Eskiler “Ön tekerlek nereye, arka tekerlek oraya” demişler. Siz bu söze katılıyor musunuz? Çocuklar, anne ve babalarının birer küçük modeli midir sizce?

Kesinlikle katılıyorum. Kendisi birey olamamış bir anne ve baba, birey yetiştiremez. Örneğin, çocuğu tarafından onaylanma ihtiyacı duyan endişeli bir anne, çocuğunun hayatı keşfetmesine izin vermez. Onu engeller. Bu çocuk da kendi kararlarını veremediği için birey olamaz. Hatta DOVE’un yaptığı çok güzel bir araştırma var. Araştırmacılar, annelere bedenlerinde sevmedikleri yerlerini soruyor. Bir anne, burnunu sevmiyor; bir anne gözlerini sevmiyor,  bir anne bacaklarını sevmiyor. Aynı soruyu, bu annelerin çocuklarına soruyorlar. Çocuklar da anneleriyle aynı yanıtı veriyor. Anne kendinde neyi sevmiyorsa, çocuklar da kendinde onu sevmiyor. Yani, çocuklar annelerini gözlemleyerek, kendi bedenlerini sevmemeyi öğreniyor.

 Büyükler, “Çocuğum neden yemek yemiyor, neden ödev yapmıyor, neden zamanı gelince uyumak istemiyor?” diye kendilerine sorular soruyorlar. Çocukların ısrarlı tavırlarının gerisinde ne var sizce?

Bunların hepsinin altında, çocuğun bir ihtiyacının karşılanmaması var. Bu çok önemli. Çocuk uyumuyorsa, ilişki ihtiyacını karşılamamıştır. Ödev yapmıyorsa, ödevi anlamlı bulmuyordur ya da seviyesine uygun değildir. Yemek yemiyorsa, aç değildir. Ama aile bu temel ihtiyaçla ilgilenmez, ödül ya da ceza aile zorla ona bu işleri yaptırır. Önemli olan iş yaptırmak değil, çocuğun ihtiyacını anlayıp yardımcı olmaktır. Korktuğu için uyumak istemeyen bir çocuk zorla uyutulursa, çocuk korkusuyla baş başa bırakılır ve çocukta değersizlik duygusu oluşur. Çocuk “Ailem bana destek çıkmıyor” der.

 Son zamanlarda bildiklerimizle, bilmemiz gerekenler birbirine karışmış gibi. Sizce Türk insanı, çocuk yetiştirmeyi biliyor mu?

Tabii ki öyle bir şey olamaz. Her toplum kendi kültürüne göre çocuk yetiştirmeyi bilir. Ama sorun şu: Türk kültürü hiyerarşik bir kültür. Statü, itaat ve kontrol önemli. Bu kültür böyle oluşmuş çünkü tehlikeli ortamlarda yetişen kültürler, hızlı karar verilmesi için böyle oluşur. Hiyerarşi gereklidir. Toplumsal yapı, bireyden daha önemlidir. Ama artık çağımız değişti. Dünya küresel bir köy oldu. Birey olma önemli hale geldi. Eskiden işe yarayan kontrol mekanizmaları (ödül, övgü, rekabet, ceza vs) artık ihtiyacı karşılamıyor. Çağ değişti ama bizim çocuk yetiştirme tarzımız değişmedi. Benim amacım bu konuda farkındalık yaratmak. Kontrol mekanizmaları yerine (koşullu sevgi), koşulsuz sevgiye dayalı bir çocuk yetiştirme anlayışının belirlenmesini sağlamak.

 Yeni sosyal normlar hayatımızı nasıl şekillendiriyor sizce? Çocuklar ve gençler, bu yeniliklere bizlere göre daha kolay adapte oluyorlar değil mi?

İnsanlar sosyal normlara göre yaşar çünkü insan sosyal bir varlıktır. Çocuklar daha çok kolay adapte olur çünkü çocuğun doğasında kendi kişiliğini oluşturmak için çevreyi taramak ve adapte olmak vardır. Bunu çok hızlı yapar. Çevre uzun bir süre değişmezse, beyin der ki “Uzun zamandır çevre değişmiyor. Onun için sen adapte olmaya enerjini harcama.”  Bu süreçten sonra değişmesi daha zordur. Aynı çevrede yaşayan kişi, daha zor adapte olur.

 

 Sayın Bolat, hem bir eğitimci hem de bir köşe yazarı olarak size kısa açıklamasının çok zor olduğunu düşündüğüm bir soruyla bu şahane röportajı bitirmek istiyorum: Hangi çocuk, mutlu çocuktur?

“Ben sadece ben olduğum için değerliyim” diyen çocuk mutlu olur. Yani, ailesi tarafından koşul sunulmayan ve koşulsuz sevgi gören çocuk mutlu olur. Bu çocuğun değerli hissetmesi için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O sadece kendi olduğu için mutludur.

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.