12.Uluslararası D-Marin Klasik Müzik Festivali & Fazıl Say

Bodrum’da müzik ziyafeti

Erdoğan MİTRANİ Sanat
31 Ağustos 2016 Çarşamba
Olağanüstü virtüozitesi kadar mükemmel yorumcu / interprete tarafı ile dünyanın en önde gelen piyanistlerinden, çağımızın en önemli bestecilerinden Fazıl Say’ı tanıtmaya gerek var mı acaba…

Besteci Say, icracı Say’dan bile başarılı. İlk eserini 14 yaşındayken besteleyen sanatçı, ‘Nazım’ ve ‘Metin Altıok Ağıtı’ başlıklı oratoryolar, piyano, keman, klarnet, trompet, gitar, ney konçertoları, Mozart ve Beethoven konçertoları için kadanslar, çeşitli formlarda orkestra, oda müziği ve solo piyano eserleri, şan ve piyano için çok sayıda şarkı, ‘Patara’ adlı bir bale, Madımak Katliamının hiç dinmeyecek acısı üzerine, koloratur soprano, lirik soprano, mezzo soprano, piyano ve vurmalılar için üç bölümlük ‘ses’ adlı sahne eseri, Sait Faik’in ‘Stelyanos Hrisopulos Gemisi’ hikâyesi üzerine makamî bir sahne eseri ve Bodrum sahillerinden antik ‘Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk’ efsanesini anlatıcı, vokal, piyano ve orkestra için bir müzikli dram besteledi. ‘Oğullarım’ dediği, yüzyılın müzik literatüründe önemli yeri olan üç de görkemli senfonisi var.

Kendini tamamen sanatına adayarak dış dünyadan soyutlayan birçok sanatçının aksine Fazıl Say, yaşadığı dünya ile sımsıkı ilişkide olan, esinini yaşamından alan bir sanatçı. Laik ve aydın kişiliği, sözünü sakınmayışı, söylediklerinin ve yazdıklarının arkasında duruşuyla bazı kesimlerin yıldırımlarını üzerine çekmiş, söylemediklerinden dolayı yargı karşısına çıkarılmış, son olarak da eserlerinin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından çalınması engellenmiş. Bu zavallı yıldırma politikaları, dünyanın her yerinde baş tacı edilen büyük sanat adamını ülkesinden koparmayı başaramamış, besteleri ve yorumlarıyla beş kıtayı devamlı arşınlayan Say, hep ait olduğu Türkiye’sine dönmüş, sadece büyük şehirlerdeki sadık dinleyicilerine değil, ülkesinin en ücra köşelerine de müzik götürmeyi sürdürmüştür.

Yasaklamalar, devletin korosunun kendisiyle çalışmayı kesmesi Fazıl Say’ın, eşitlikçi, özgürlükçü, her koristin rahatça fikrini söyleyebildiği bir koro oluşturmasına önayak olmuş.

Genel Müzik Direktörlüğünü üstlendiği, kendi kendini yöneten, herkesin eşit olduğu bu demokratik yapı ‘Nâzım Hikmet Korosu’ adını alarak izleyici karşısına ilk kez, Türkiye’de altı-yedi yıldır sahnelenmemiş olan ‘Nâzım Oratoryosu’ ile çıkmış.

Kuruluşundan beri ‘D-Marin Klasik Müzik Festivali’ne katılımlarıyla destek vermiş olan Fazıl Say, bu kez festivale iki farklı dinletiyle konuk oldu. 22 Ağustos gecesi Bodrum Kalesinde ‘Fazıl Say ve Genç Yıldızlar’ konseri ve 24 Ağustos’ta Turgut Reis D-Marin Ana Sahnede ‘Nâzım Oratoryosu’.

‘Fazıl Say ve Genç Yıldızlar'

Bodrum Kalesinin şiirsel ortamında izlediğimiz ‘Fazıl Say ve Genç Yıldızlar’ konserinde Fazıl Say, keşfettiği, desteklediği, yönlendirdiği, yurt dışında eğitim alabilmeleri için burs, destek ve referans verdiği genç müzisyenlerle aynı sahneyi paylaştı.

Sahneye çıkar çıkmaz mikrofonu eline alan Say, her müzisyen ve kendi bestelerinden oluşan programdaki her parça için ayrıntılı açıklamalarıyla, izleyicilerle birebir, samimi, neredeyse mahrem ve interaktif bir iletişim kurarak, dinletiyi keyifli bir ‘soirée musicale’ tadında sürdürdü. Notaları Bilkent Senfoni’nin şefi İbrahim Yazıcı’nın çevirmesi samimi arkadaş toplantısı duygusunu daha da pekiştiriyordu.

Keşfetmiş olduğu genç yıldızları her zamanki alçak gönüllülüğüyle öne çıkaran, her birini hem manen, hem piyanosunun başında maddeten destekleyen, Say, onları her parçanın sonunda dinleyicilerle beraber büyük bir coşku ile alkışladı. Onlar da Say’ın gerçekten gurur duyacağı üst düzey bir konser verdiler.

Dinletinin enstrümantal eserlere ayrılmış ilk bölümü Say’ın halk ezgilerimizden esinlenerek 1977’de bestelemiş olduğu ve Berfin Aksu’ya birlikte seslendirdiği, Op. 7 Keman ve Piyano Sonatı ile başladı. Say ile ilk kez henüz 10 yaşındayken aynı sahneyi paylaşmış olan, Say’ın  güçlü keman konçertosu ‘Harem’de 1001 Gece’nin solisti Patricia Kopatchinskaja Frankfurt konseri öncesi rahatsızlandığında, 14 yaşındayken onun yerine çıkarak konçerto bittiğinde ayakta alkışlanan, Aksu’nun sonata getirdiği parlak yorum, henüz on sekizinde olmasına karşın geleceğin en parlak kemancılarından olduğunu belgeliyordu.

Peşinden, Dorukhan Doruk ve Fazıl Say, artık Say’ın klasikleri arasında yer alan Op. 41 ‘Dört Şehir’ Piyano ve Viyolonsel Sonatını seslendirdiler. Dorukhan Doruk, henüz yirmi beş yaşında olmasına karşın, Fazıl Say ile gerçekleştirdiği turneler, dünyanın en önemli festivalleri ve orkestralarındaki konserlerle ünlenmekte olan bir müzisyen. Özellikle viyolonsel için çok zor pasajlar içeren bestenin altından ustalıkla kalkarak geleceğin en büyük icracıları arasında yer alacağını bir kez daha kanıtladı

Genelde bestelerinde ‘tematik müzik’ yapmayı yeğleyen Fazıl Say bu sonatında dört ayrı şehrimizi müzikle çizer. Aşık Veysel’in kenti Sivas yanık bir kaval sesi ve bir sazın derinden derine çaldığı ‘Kara Toprak’la, Kafkasların ve Lazların şehri Hopa, kemençe eşliğinde bir horonla, Say’ın doğduğu şehrin maddi ve manevi yıkımı Kurtuluş Savaşı’ndan gelen ‘Ankara’nın taşına bak’ türküsüyle, Bodrum’un Barlar Sokağı ise caz müziğiyle özdeşleştirerek anlatılır. Sonat, müzikal deney olarak müthiş ilginç pasajlar içerir. Say, klasik piyanonun klasik olmayan bütün olanaklarını kullanırken viyolonselden çıkarılabilecek tüm efektleri ve farkları sonuna kadar zorlayarak kaval, kemençe hatta kontrbas ve saksafon tınıları elde eder. Yüzyılın en önemli bestecilerinden biri olduğunu bir kez daha kanıtlayan ‘Dört Şehir’in en etkileyici tarafı, çok sayıda etnik ve yöresel müzik cümlesini müthiş bir armonik potada eriterek evrensel bir senteze erişebilmesidir.

Ağıtsal bir girişin ardından Veysel’in sazına dönüşen piyanoya viyolonsel uzaktan uzağa bir kaval sesiyle cevap verdi. Ardından Say ve piyanosu, Doruk’un kemençesi eşliğinde çılgınca horon tepti. Savaşta bir Ankara’nın sert ve katı tınılarla verildiği sonatın üçüncü bölümü bu kez son dönemlerdeki anlamsız cinayetlerin bütün kurbanlarına adanmış olağanüstü bir ağıta dönüştü.  Doruk-Say ikilisi sonatı, kimi etnik öğenin uzaktan uzağa hissedildiği nefis caz tınılarında gerçek bir ‘jam session’ olarak sonuçlandırdı.

2012’de Avusturyalı Felix Baumgartner, uzayda 39.500 metre. yükseklikten dünyaya atlamıştı. Münih ARD Müzik yarışmasında bütün katılımcıların çalacağı bir trio siparişi alan Say, kızı Kumru’nun önerisiyle bestelemiş olduğu, 10 dakika süren atlayışı saniyesi saniyesine izleyen ‘Space Jump’ adlı keman-piyano viyolonsel üçlüsünü, Berfin Aksu ve Dorukhan Doruk’la beraber seslendirdi.

Konserin ikinci bölümü Türkiye’nin yeni nesil genç solistlerinden piyanist Iraz Yıldız’ın Say’ın iki baladı ile ünlü ‘Paganini Jazz’ını büyük ustalıkla yorumlayarak hak edilmiş bir alkış aldı.

Müziğin aynı zamanda anmak ve düşünmek olduğunu söyleyen, şehitler yüzünden konser iptal etmeye – çok da haklı olarak – karşı çıkan, aksine, gerektiğinde müzikle haykırmaya devam edeceğini söyleyen Say, konserin şan bölümüne ilk şarkı ‘Memleketim’i Gaziantep’te yaşamını yitirenlere adayarak başladı. Nazım Hikmet Korosu’nun genç yetenekleri Seda Taşpınar, Gülcan Burcu Değirmenci ve Uğur Okay, Fazıl Say’ın altı şarkısını yepyeni ve çok etkileyici yorumlarla seslendirdi.

Fazıl Say, seyircilerin uzun ve coşkulu alkışlarını, konseri Zülfü Livaneli’nin ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ türküsünden piyano ve üç ses için yaptığı etkileyici uyarlama ile cevaplayarak bitirdi.

‘Nâzım Oratoryosu’

Fazıl Say’ın bir söyleşide de belirtmiş olduğu gibi, ‘Nâzım Oratoryosu’nu bestelemiş olduğu 2001’de Nâzım’ın kitapları yasaklı, ya sansürlüydü ve Nâzım, ‘hâlâ vatan hainiydi’. Oratoryo, Devlet-halk-Türk edebiyatı ve klasik müzik arasında tarihsel bir buluşma oluşturarak Nâzım Hikmet ile devleti ve dolayısıyla da halkı barıştırıyordu.

‘Nâzım Oratoryosu’, korosunun etkileyici teatral koreografisi ve anlatıcı solistinin oyunculuğuyla klasik oratoryo kalıplarını aşan, dramatik bir müzikli sahne eseri.

Bu ilk büyük bestesinde Fazıl Say, besteci olarak kendini iyice eriye çekmiş, sadece Nâzım’ın dizelerinin müzikteki karşılığını arayarak bir bağlayıcı armoni kurmaya çalışmış.  Nâzım’ın coşkuyla kabaran ve gürül gürül akan şiiri gibi, piyanosundan, orkestrasından, korosundan, solistlerinden ve anlatıcısından emsalsiz bir beraberlik elde etmiştir.

24 Ağustos gecesi, yıllar önce ancak devlet desteğiyle sahnelenebilmiş olan bu görkemli eserin sanat tutkusu dışında hiçbir destek olmaksızın dev bir kadro ile tekrar yaratıldığına şahit olduk. ‘Nâzım Oratoryosu’nu, piyanoda Fazıl Say, şef İbrahim Yazıcı yönetiminde Bilkent Senfoni Orkestrası ve Nâzım Hikmet Korosu’ndan dinledik. Anlatıcı Solist Genco Erkal’a solist olarak Serenad Bağcan ve Arda Aktar eşlik ettiler. İdil Bursa, Gökçe Çatakoğlu ve Çetin Özen oratoryonun çocuk solistleriydi.

O gece her bir izleyici sadece müzik tutkusuyla değil, bedeniyle, gönlüyle, aşkla, heyecanla, eli ayağı karışarak, gözyaşlarını serbest bırakarak, coşkuyla katıldığı benzersiz bir deneyim yaşadı. Fazıl Say’ın piyanosu, nota okumadan en deneyimli toplulukları kıskandıracak kusursuzlukla söyleyen gencecik koro, orkestra ve tüm solistler tek kelimeyle mükemmeldi. 60 yıldır sahnede olan, 78 yaşına karşın gencecik sanatçılardan da genç Genco Erkal’ın olağanüstü yorumuysa kelimelerle anlatılır gibi değildi.

Oratoryo bittiğinde genci ve yaşlısıyla ayağa fırlayan 3000 dinleyiciden, sanırım D-Marin Festivali tarihinin en coşkulu ve en uzun süren alkışı koptu. Uzun uzun selam verdikten sonra, şef ve solistler koroya katıldılar ve Fazıl Say’ın solo piyanosu eşliğinde söyledikleri görkemli bir ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ ile seyircilere veda ettiler.

Zülfü Livaneli, ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ olarak bilinen türküsünü 1980’lerde, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yakın arkadaşı Nâzım Hikmet için yazmış olduğu Zindanı Taştan Oyarlar şiirinden yola çıkarak bestelemişti. Beste, Uğur Mumcu’nun hain suikastından sonra cenazesinde binlerce kişi tarafından hep bir ağızdan söylenerek Mumcu’yla özdeşlemiş, giderek Hrant Dink dâhil tüm demokrasi şehitlerine ağıta dönüşmüştü.

Nâzım’a böylece veda ederek biten bu olağanüstü gece, daha güzel sonlandırılamazdı.

Yaşamakta olduğumuz bu zor dönemlerde, geleceğe olan ümidimizi böyle sanatçılar sayesinde sürdürüyoruz. Sağ olsunlar, var olsunlar ve bilsinler ki, bir gün bu dünya Nâzım’ın dediği gibi soğusa bile eserleri uzayın bir köşesinde yaşamaya devam edecektir!

Hepinize iyi seyirler dilerim…